Bugun...


E.F.Schumacher: Aklı Karışıklar İçin Kılavuz
Aklı Karışıkları İçin Kılavuz, Yahudi alim Musa b. Meymun (Maimonides) tarafından 12.yüzyılda kaleme alınmıştır. İbn Meymun varlığın mertebeleri ve varoluş üzerine eleştirilerini sıralarken entelektüel bir anıt olarak insanlığa armağan ettiği bu kitabında Yahudilik, Hristiyanlık, İslam ve Hint öğretilerinin tümünden faydalanmıştır.

facebook-paylas
Tarih: 07-08-2019 19:49
E.F.Schumacher: Aklı Karışıklar İçin Kılavuz

Aklı Karışıkları İçin Kılavuz, Yahudi alim Musa b. Meymun (Maimonides) tarafından 12.yüzyılda kaleme alınmıştır. İbn Meymun varlığın mertebeleri ve varoluş üzerine eleştirilerini sıralarken entelektüel bir anıt olarak insanlığa armağan ettiği bu kitabında Yahudilik, Hristiyanlık, İslam ve Hint öğretilerinin tümünden faydalanmıştır.

1135 – 1204 yılları arasında yaşamış, Yahudi düşüncesinde İkinci Musa olarak adlandırılan İbn Meymunotantik bir dehadır ve ha-Rav yani üstad olarak anılır. Ortaçağın tartışmasız en önemli Yahudi düşünürüdür.

Museviliği, Aristo felsefesi ile sentezleyen İbn Meymun, Yahudi düşüncesinin felsefi açıdan geçerli ve aklen güvenilir olduğunu kanıtlamıştır. Aslında kitap felsefi açıdan meraka haiz dindar Yahudilerin, Tevrat’ın daha derin manalarını anlaması için yazılmıştır.

Kendi zamanına kadar kurulan tüm felsefi düşünce sistemlerine metafizik ekseninde eleştiriler getiren Maimonides, Kartezyen düşünce ve madde bilimciliğin ve de modern insanın mutlak galibiyetine olan inancın çöküşünü kusursuz bir şekilde tasvir ediyor.

Kitabı bu kaynaktan faydalanarak kaleme alan E.F Schumacher, orijinal ismine sadık kalarak yayınlamıştır.

Maimonides’in öğretisinde ele aldığı tekemmül dereceleri Schumacher’e de ilham kaynağı olmuştur. Varlık düzeyleri üzerine düşünen Schumacher’e göre; aşağı varlık ve yüksek varlık düzeyleri bulunmaktadır. En üstün düzey “kendinin farkında olma”, en alçak düzey ise yüksek düzeylere erişme çabasından insanı alıkoyan her şeydir. Bu şeylerin temeli de Descartes’tir. Descartes’i bütün ilgisini şüpheden uzak kesin bilgi ile sınırlandırmasıyla eleştiren yazar, bu anlayış için temel meselenin “tabiatın efendi ve sahipleri” haline gelmek olduğunu ifade eder.

Kitabın birinci bölümünde felsefi haritaların kadim hikmeti, değerleri ve kutsalı nasıl görmezden geldiği, önemsizleştirdiği buna mukabil olarak faydacılığı ve kesin bilgiyi nasıl yücelttiğini emsalsiz bir örnekle anlatıyor.

Leningrad’a yaptığı bir gezi sırasında gördüğü birkaç büyük kilisenin, elindeki haritada olmadığını fark eden Schumacher’in sorularının cevabı gezi rehberindedir. Rehbere bu kiliselerin bu kadar güzel ve büyük olmasına rağmen neden haritalarda gösterilmediğini sorar. Aldığı cevap kitabın birinci bölümüne de kaynaklık edecektir; “Biz haritalarımızda kiliseleri göstermeyiz. Bizim yaşayan, ibadete açık kiliselerimiz haritalarda gösterilmez, haritalarda gördüğünüz kiliseler ise müzedir.”

Felsefe haritaların hayatı boyunca nerede yaşayan bir düşünce, nerede insan hayatına pozitif katkısı olacak bir inanç varsa hepsini gizlediğini fark etmişti ve “Gerçek hayat için tasarlanan gerçekçi bilgi haritaları, var oldukları sözde kanıtlanan şeyler dışında hiçbir şeyi göstermiyorlardı.” diyecekti.

Modern akılcılığın babası Descartes’in öncülük ettiği akımın, bu haritalarla sadece kesin ve emin olunan bilgi ile insanları bir dar görüşe hapsettiğini, uhrevi olan ve insanı yüksek düzeylere çıkarak düşünme biçiminden uzaklaştırdığını söyleyen Schumacher, Varlık Düzeyleri’ne işaret etmiştir. Varlık Düzeylerinin anlaşılması için ise öncelikle dünyanın hiyerarşik düzenini anlamak gerekmektedir.

Schumacher’e göre anlaşılması gereken dört büyük hakikat vardır. Felsefi haritaların görmezde geldiği hakikatlerden ilki; varlıkların halleri ile ilgilidir. Madde, hayvan ve bitkinin varlığı yaşayış itibariyle derin farklılıklar arz etmektedir. Madde ve bitki arasında “hayat”, bitki ile hayvan arasında “şuur”, insanla hayvan arasında “kendini bilme” gibi farklar vardır. Fakat modern dünya bu canlıların sadece moleküler ve biyolojik yapıları ile ilgilendiğinden ölçülemeyen ve tartılamayan yanlarını görmezden gelir. Schumacher’e göre ise kainatın asıl anlamı da tam da burada saklıdır.

İkinci hakikat ise alemlerin bilgisinin sadece beyin bilgisiyle kavranamayacak olması üzerinedir. Sadece beynimiz ile kavrayabileceğimiz hakikatler bizi yetersiz bırakacaktır. Zira kalp ile kavranması gereken hakikatler vardır. Kavrama yetimize sadece beş duyumuza indirgediğimiz takdirde “anlamak için bilim” yerine “yönetmek için bilim” dehlizine düşmekten kurtulamayız.

Üçüncü büyük hakikatte ise bizi bilginin alanlarına götürür. Tüm dinlerin farklı şekilde tasvir ettiği birinci bilgi alanı kendini bilmedir. İkinci bilgi alanı kendi dışındaki varlıkların iç dünyalarını bilmeyi ifade eder. Bu alana ulaşabilmek için insanın önce kendini bilmesi, kendi iç dünyasını tanıması gerekmektedir. Üçüncü bilgi alanı kendi davranışlarının dış dünyada nasıl değerlendirildiğiyle alakalıdır. Kendimizi düşüncemizden bağımsız olarak eylemlerimizle görme alanıdır. Dördüncü bilgi alanı dış dünyayı anlayacağımız ve duyularımıza hitap eden dünyanın bilgisinin bulunduğu alandır. Modern düşünce bu alana hapsolmuştur. Sadece tekrarlı denemelerle aynı sonucu alarak bilgi tesis eden bu görüş sadece bütünün parçalarını ifade edebilmektedir. Parçalardan ortaya çıkan ahengi ve o ahengi yaratan bütünü görmekten acizdir. Külliye değil cuzieye mazhardır.

Bilgi alanlarından geçtikten sonra geleceğimiz son kapı ise dördüncü büyük hakikattir. Problemlerin birleştiren ve ayrıştıran problemler olarak nitelenmesi ve bu problemlere farklı farklı çözümler getirilmesi dördüncü büyük hakikatin konusudur. Örneğin dört tekerlekli, insanı taşıyan bir vasıta nedir sorusuna verilecek farklı cevapların buluşacağı ortak nokta faytondur. Bu tip problemler yakınsayan, birleştiren türü teşkil eder. Bir de ıraksayan, ayrıştıran problem türü bulunmaktadır. Bunlar tekrarlanıp belirli bir kurallar silsilesine bağlanamayan konular üzerine odaklanırlar. Yüksek Varlık düzeyleri ile ilgilenen sorularda ıraksama beklenmelidir.

Schumacher’e göre insan kendini yakınsayan problemlere hapsederek, göğün ilmine kendini kapattı ve dünyaya mahkum oldu.

Kitaba son noktayı koyan Epilog kısmında ise kaleme alınan Inferno tasviri ne kadar da günümüzü ifade ediyor: Beyhudelik, yaşayan bir inancın yokluğu, gevşek maneviyat, aç gözlü tüketim, mali sorumsuzluk ve denetimsiz kötü mizaç, kerameti kendinden menkul ve inatçı bir bireycilik, şiddet, kısırlık ve kendininki de dahil olmak üzere hayat ve mülke saygısızlık, cinsiyet sömürüsü ve reklam ve propaganda ile dilin değersizleştirilmesi, dinin ticarileştirilmesi, hurafelere yüz verme, insanların zihinlerini her türlü kitle isterileri ve “büyülü konuşmalarla” şartlandırma, kamu işlerinde irtişa (rüşvet, nüfuz kullanma) ve iltimas, iki yüzlülük, maddi şeylerde sahtekârlık, entelektüel namussuzluk, çıkar sağlamak için ihtilafları körükleme, bütün iletişim araçlarını sahteleştirme ve tahrip etme, en aşağı ve ahmak kitle duygularının sömürülmesi, kan bağına ülkeye, seçkin arkadaşa ve yeminli sadakate dahi ihanet, bunlar, toplumun soğuk ölümüne ve bütün medeni ilişkilerin yok edilmesine götüren çok rahat fark edilebilir aşamalarıdır.






YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
FOTO GALERİ
YUKARI