Bugun...


HAMZA YUSUF: Türkiye Büyüklüğünün Farkına Varmalı
Amerikalı Müslüman Şeyh Hamza Yusuf İle Türkiye ve Müslümanlar üzerine konuştuk: "Türkiye Büyüklüğünün Farkına Varmalı" dedi..

facebook-paylas
Tarih: 25-09-2020 15:33
HAMZA YUSUF: Türkiye Büyüklüğünün Farkına Varmalı

ALTINOLUK: İlk olarak şunu sormak istiyoruz. Acaba son zamanlarda Türkiye'deki, özellikle politik alanda meydana gelen gelişmeleri ve bunların Türkiye'deki Müslümanlar üzerindeki etkilerini izleme fırsatınız oldu mu?

Şeyh HAMZA YUSUF: Bence, dünyanın her bir yerinden Ümmeti düşünen müslümanlar, Ümmet'te ve Türkiye'de neler olup bittiğini izliyorlar. Problem, haber kaynaklarının taraflı ve kısıtlı olmasından kaynaklanıyor. Bundan dolayı Türkiye'de gerçekten ne olup bittiğini kesin bir şekilde söylemek çok zor. Tabiî ki büyük bir politik çalkantının ve sorunların yaşandığını açık bir şekilde görüyoruz. Genç kuşakta, Türkiye'nin o büyük tarihini reddediş ve terkedişin yaşandığı yakın tarihin zincirlerini atmak için büyük bir istek var ki bu da islâmi temeller üzerinde yükseliyor. Bunu izliyoruz. Bence birçok Müslüman Türkiye'den ve İslâm aleminden çok şeyler bekliyor.

ALTINOLUK: Türkiye'den İslam alemine herhangi bir katkı bekliyor musunuz? Nasıl?

H.YUSUF: Açıkcası Türkiye zaten İslâm'a tarihi boyunca çok büyük bir katkıda bulunmuştur. Ümidimiz Türk halkının kendi tarihi ve gelenekleri ile tekrar kenetlenmesi ve tekrar tarihin aktif bir parçası olmasıdır. Çünkü, bence şu anda Müslümanlar tarihin öznesi değil de, nesnesi haline geldikleri için acı çekiyorlar. Bundan dolayı tarihi süreçte hakkımız olan yere dönmeye ihtiyacımız var. Ki bu da ÖZNE olmak, birşeyi yapan olmaktır; NESNE değil. Arapların deyişi ile FA'İL olmak; MEF'ULUN BİH değil. Gündem oluşturabilen aktif insanlar olmamız gerekli. İşte benim ümidim Türk halkının öz kimliğinin farkına varmasıdır. Çünkü onlar geçmişte ve günümüzde hep büyük ve güzel insanlar olmuşlar.  

Ben Türkiye'de hiç bulunmadım. Etnik olarak Yunan asıllı bir ailedenim. Bir aile dostum Yunanistan'a gittikten sonra Türkiye'ye uğradı. Döndüğünde, bizim yani Batı'nın kandırıldığını söyledi. Çünkü asıl medeniyet Türkiye'de. Fakat bize Yunanistan olduğu söylenmişti. Biz Asya parçasını yani Anadolu'yu unuttuk. Aristo'nun Türkiye'de yaşadığı gerçeğini unuttuk. Türkiye İslam'dan önce büyük bir ülke idi. İslam, geldikten sonra bu insanların miras olarak aldıkları bu büyüklüğü geliştirerek bunu doğru yola koydu. Bundan dolayı ümit ederim ki, Türk halkı bu büyüklüğünün farkına varır. Hatta farkına varmak zorundalar. Bu büyüklük ve güzelliği hâlâ kanlarında taşıyorlar ve damarlarında akan şey asıl medeniyet ki buna dünyada şu anda çok ihtiyaç var.

ALTINOLUK: Türkiye'nin bu yüzyılda birşeyi terkettiğini belirttiniz. Bununla ne demek istiyorsunuz?

H. YUSUF: Türkiye'de laiklik kullanılarak toplum değerlerini ve Osmanlı medeniyetinin değerlerini yeniden düzenlemek amaçlı bir deneme oldu ve bu çok sıkıntı doğuran bir şekilde gerçekleşti.

Bir keresinde Washington'da Profesör olan Dr. Süleyman Nyang, Amerika'da bir konferansta şunu söyledi: "Eğer Türkiye'de ne olduğunu anlamak istiyorsanız şunu hayal ediniz: Başkan Clinton bugün açıklıyor ki , Amerikalı'lar bundan sonra edebiyatlarını latin alfabesi ile okuyamayacaklar. Artık Çin harflerini ve kendi dillerini Çin alfabesinde nasıl okuyacaklarını öğrenmek zorundalar. " Bunun hayali, inanılmaz bir şeydir. Amerikalı'lar bunu hayal bile edemezler. Fakat bu örnek tam anlamı ile Türkiye'de ne olduğunu gösteriyor. Bütün bir ulusun Arap harfleri ve Osmanlıca ile çok derin bir bağlantısı var. Osmanlıca içinde Arapça bulunan çok yüce bir dildi. Arapça semantik olarak halkı İslâm ile birleştiriyordu. Bütün bunların hepsi yok edildi ve kökünden söküldü. Bu bir ulusun psikolojisi için derin bir sarsıntı idi. Bence Türk halkı hâlâ bunun acısını çekiyor. Fakat uykudan uyanılmaya başlandı. Bundan sonra ne olacağı ve olayın boyutlarının nereye varacağı çok ilginç olacak.

ALTINOLUK: "Türklerin dini tazelemeleri (renewal) gerekiyordu, ıslah etmeleri (reform) değil" dediniz. Bu süre içerisinde Türkiye'deki Müslümanların eğitim alanında veya politik alanda yaptığı ana hata ne idi? 

H. YUSUF: Problemin bir bölümü devlet sistemi idi. Osmanlı sistemindeki dini eğitim kurumlarında çatlaklıklar vardı. Çünkü Türkiye'deki alimler (ulema) tamamen devlet sisteminin bir parçası haline gelmişlerdi. Nerede ise Amerika'da "mühürcülük" dediğimiz durum ortaya çıkmıştı. Meselâ bir fetva gerektiğinde Şeyhülislam'ı çağırıp ona bu fetvayı yazdırabiliyorlardı. Bu kurumsallaşmış dinin içine girmiş bir çeşit çöküntüdür.

 Geleneksel olarak İslam alimleri bağımsızlıklarını sürdürerek bu durumdan korunmuşlardır. İslam alimleri özgürlüklerini sürdürmelidirler. Politik baskı altına alınamazlar. En ideal durum bir yöneticinin kendi içinde İslami bilgiye sahip olabilmesidir. Buna çok az rastlanır. İslam dünyasında tarihi olarak bu gerçekleşmiş ama dediğimiz gibi çok nadirdir. İkinci en iyi durum ise şu: Alimler meclisini dinlemeye hazır bir lider ve liderin huzurunda doğruyu söyleyebilecek bir alimler meclisi... Alimler meclisi, dalkavuklar meclisi değil.

Bence geleneksel İslam anlayışını geri getirmek lazım. Bu geleneksel aktarma zinciriyle tarihi kökümüze tekrar bağlanmalıyız. Bizim dinimizi isnad''dan ayıramazsınız. Bizim dinimiz bozulmamış bir zincir gibidir. Kökü, ta Peygamberimize (SAV) kadar gider. Bir kere zincir kırıldı mı, öyle bir durum ile karşılaşırız ki, İslam belirli bir zaman ve mekanın anlayış ve bakış açısı ile yorumlanmaya çalışılır. Halbuki İslâm evrenseldir. Geçici zamana bağlı değildir. Hiçbir zaman içinde geçici-zamana bağlı olmamıştır. Zaman İslâm'a uymak zorundadır. İslâm zaman'a değil. Zaman ve mekan geleneğe uygun olmalıdır. Politik beklentiler sebebi ile zamanın gerekleri diyerek geleneğimizi değiştiremeyiz. 

ALTINOLUK: Eğitim üzerinde, özellikle de İslami eğitimin üzerinde durdunuz. Biliyorsunuz ki son aylarda Türkiye'de özellikle eğitimde özgürlük alanında çok kötü bir deneyim yaşadık. Mesela, okulda bir Türk öğrenci belli bir yaşa kadar İslami eğitim göremeyecek. Bu konuda neler düşünüyorsunuz?

H. YUSUF: Burada ilk sormamız gereken soru: "Neden korkuyoruz?" İslam'ın tabiatında ne var ki böyle bir harekete geçmeyi ve korkuyu oluşturuyor? Neden çocuklarımızın İslam geleneği ile tanıştırılmalarını istemiyoruz? Çünkü bir değişim olmasından endişeleniyoruz. Çünkü, hepimiz mevcut durumumuzu korumaya çalışıyoruz. Bu insanın tabiatında var. Mesela benim evim ve yemeğim varsa, bu durumumu korumak isterim. Evsiz ve yemeksiz kalmak istemem. Toplumdaki statümü korumak isterim. Herbirimizde vardır bu endişe. Aslında birçok insan sadece statüsünü korumak istemiyor; tüketim kapasitesini genişletmek ve statüsünü arttırmak da istiyor. Buna örnek olarak inkarcı Kureyş'i gösterebiliriz. Peygamberimiz (SAV) onlara geldiğinde, ilk korkuları İslam'ın onları ekonomik yönden tehdit etmesi idi. İşte onlar bundan endişelendiler: "Eğer bu adam'ın bizim putlarımızı yok etmesine izin verirsek, Mekke'ye tanrılarımıza tapmak için kim gelir?". Kabilelerin buraya geliş nedeni putlarına tapmaktı. "Eğer biz putlarımızı yok etmesine izin verirsek, kabileler gelmez. Gelmezlerse de paramız olmaz. Böylece ekonomik gücümüzün temelini kaybetmiş oluruz" diye düşündüler. Bu yüzden, Mekke'deki asil kişiler statülerinde değişiklik olacağından korkuyorlardı. Cahilliklerinden, İslâmiyet'in bunu kötüye doğru değiştireceğini düşünüyorladı. Tarihe baktığımızda İslâm bunu yapmamıştır. Bilakis İslâm statüyü daha iyiye götürür.

 Şimdi, İslâm bu çok havada olanları aşağıya çekecektir. İslâm herkesi aynı seviyede tutmaz. Bizde hiyerarşi vardır. Allah'ın bu evreni hiyerarşi içinde yarattığı gerçeğinin farkına varmalıyız. Toplumda varlıklı insanların fakir olanların sahip olmadığı belirli kapasiteleri vardır. İslâm'ın bize öğrettiği varlıklı insanların varlıklarını fakir insanları sömürmek ve onlara zulmetmek için kullanmamaları, fakir insanların da Allah'ın varlıklı insanlara ihsan ettiklerini kıskanmamalarıdır. Bu, hiyerarşi içinde öyle bir kardeşlik oluşturur ki tarihi olarak olağanüstü özelliklere sahip bir sosyal çevre meydana getirir. Bu çevrede en varlıklı insanlarla en fakir insanlar birlikte yan yana otururlar.

Sanırım Türkiye'de, Türk toplumunun içindeki Avrupalılaşmış burjuva takımında bir korku var. Bu korku, "eğer İslâm'ın gelmesine izin verirsek bu bizim statümüzü değiştirecek, şu anda yaşadığımız gibi yaşayamayacağız" şeklindedir. İslâm, insanlara bu şekilde bir tehdit oluşturmuyor. İslâm'ın ciddi olarak tehdit ettiği sömürücülük durumudur. Bunda zenginler kurttur, fakirler ise koyundur. Bu nedenle İslâm'dan korkan insanlar koyunları avlayan kurtlardır. 

ALTINOLUK: Ekonomik gücü ellerinden kaybetmek istemeyen kişilerden bahis ettiniz, biz biliyoruz ki bu insanlar medyayı kişileri manipüle etmek ve bu gelişmelere engel olmak için kullanıyorlar. Gerçi bu bütün dünyada oluyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? 

H. YUSUF: Doğru. İlk olarak şunu tesbit etmeliyiz ki, medya çok kuvvetli bir şey. Bir çeşit sihir. Musa (a.s.) zamanındaki sihirbazlara bakalım. Onlar insanları büyülediler. İpleri yılan gibi gösterdiler. Bu bir dönüştürme kapasitesidir. Aynı kapasiteye medya da sahip. Televizyon, doğruyu yanlış, yanlışı doğru gösterebilecek bir güce sahiptir. Aynen ipleri yılana çevirmek gibi.

Şu anda müslüman dünyada birçok kişi İslam'ın taşıyıcısı olduklarını iddia ediyorlar. Hakikatte ise bunlar politik arzularının hayal kırıklıklarını ifade ediyorlar. Gerçekte ifade ettikleri kendi ekonomik beklentileridir. Böyle olunca İslam bir çeşit sosyal protesto haline geliyor ve İslâm bir ideoloji haline getiriliyor. Halbuki İslam politik bir ideoloji değildir. İslam bir dindir. İslam bir hayat biçimidir. Tabiî ki hayatın politik boyutu önemlidir ve İslam bu konularla ilgilenir. Fakat şu anda birçok insanın düşündüğü şekilde değil.

Çünkü İslam herhangi bir şekilde veya formda bir refah devleti oluşturmaz. İslam toplumlar oluşturur. Bizimle ilgilenen insanlar olduğu sürece bir refah devletine ihtiyacımız yoktur. Buradaki adı ile "Sam amcaya" ihtiyaç yoktur bu toplumda; çünkü sizin gerçek bir amcanız var sizi düşünen. Ayrıca komşularınız da var sizi düşünen. Ben gençken, bizim orada birinin evi yandı ve çöktü. Fakir insanlardı da. Bütün mahalle bir araya gelip evi inşa etti ve gerçekten zararın tamamı giderilmiş oldu. Şu anda bunu "Yangın Sigortası" diye adlandırıyorlar ve bunu yapması için sigorta şirketlerine çok paralar ödeniyor ve bu şirketler dünyanın parasını kazanıyor.

Yani geleneksel olarak bir Müslümanın sigortası önce Allah'a güven sonra, Müslüman kardeşlerine olan güvendir. Bu kardeşler o insanı düşünürler ve İslam'ın gereklerini yaparlar. Paygamber efendimiz(SAV) buyurdular ki: "Komşusu aç iken uyuyan bizden değildir" Yani Mü'min değildir eğer kendi karnı ağzına kadar dolu iken komşusu aç ise. Nasıl olur da kendini Müslüman olarak düşünür? Tabiî bu ruhi açlıkla da ilişkili bir hadis. Yani nasıl olur ki ben ruhi olarak tokum ve ruhi açlığı olan kardeşlerimi beslemeyi düşünmem? 

ALTINOLUK: İslam dünyasındaki iyi eğitim görmüş insanlardan bahsettiniz. İslam dünyasındaki "İnsan Kaynakları" hakkında ne düşünüyorsunuz.

H. YUSUF: Şahsen ben "İnsan Kaynakları" deyimini sevmiyorum. Çünkü insanların kaynak olarak sömürülmesi anlamına yol açıyor. Hepimiz ayrı ayrı birer kişiyiz. Herbirimiz başlı başına Allah tarafından kabiliyetler verilmiş şahsiyetleriz. Ben buna Allah'ın bize verdiği kabiliyetler olarak bakmayı tercih ederim. Sömürülebilecek kaynaklar olarak değil de, sunulan Allah vergileri ve alınan, kabul edilen Allah vergileri şeklinde. Bundan dolayı bir kardeşimin topluma sunabileceği kabiliyetleri varsa, toplumda bu şahsın sahip olduğu kabiliyetleri tanımalı ve bunlara saygı göstermeli ve sonra da minnettarlık gösterip kabul etmelidir.

Müslümanların kabiliyetlerini keşfetmelerine müsade edilmediğini düşünüyorum. Bu bizim problemimizin bir bölümü. İnsanların içindeki tabiî dehanın, yeteneğin meydana çıkmasına izin vermiyoruz. Başka bir deyişle günümüzdeki eğitim kurumlarının yapısından dolayı bir yığınlaşma ve kütleleşme söz konusu. Herkesin yığınlar halinde eşit muamele gördüğü devlet okulları var. Bunlar çan eğrisi teorisini temel alırlar. Burada herkesin sıradan olduğunu varsayıyorsun. Birkaç kişinin istisna olduğunu, birkaç kişinin de istisna olmadığını ve bunun dışındaki herkesin ortalarda bir yerde olduğunu kabul ediyorsun.

İslâm buna hayır der. Çünkü çok geniş beşeri bir potansiyel vardır. Eğer insanlar bu dehayı harekete geçirmek isterlerse Peygamber Efendimizin (SAV) yaptığı gibi bir Kur'an toplumu oluşturabilirler. Peygamber Efendimiz sıradan insanları aldı ve bunları insanlık tarihinde yer almış olağanüstü insanlara çevirdi. Bunlar Peygamber (SAV)'den önce sıradan insanlardı. Peygamber Efendimiz (SAV) onların kim olduklarını keşf etti. O, Halid bin Velid'in kim olduğunu fark etti ve onu SEYFULLAH (Allah'ın kılıcı) olarak adlandırdı. O (SAV), Ömer'in kim olduğunu biliyordu. O yüzden, onu EL-FARUK olarak isimlendirdi. O, Ebu Bekir'in kim olduğunu biliyordu. Onu SIDDIK olarak isimlendirdi. O insanların kimler olduklarını biliyordu. Ne zaman dahiler ortaya çıkar ve onurlandırılırlarsa olağanüstü birşeyler beklenebilirsiniz. Fakat ne zaman insanlar ürkek ve değişimden korkarlarsa bu beklediğiniz gerçekleşmez. Günümüzde birçok müslüman "entellektüel değişiklik"ten korkarak yaşıyorlar. Biz entellektüellerimizi ve düşünürlerimizi onurlandırmıyoruz. Düşünceden ve nasihattan, derin anlayış ve analiz üzerine kurulmuş ihlaslı bir meclisten korkuyoruz.

ALTINOLUK: Bu alanda kadınlardan beklentiniz var mı veya kadınlar hakkında ne düşünüyorsunuz? Biliyorsunuz özellikle Batı'da, İslâm, kadın konusunda eleştiriliyor.

H. YUSUF: Müslüman Dünya'da, kadınlarımıza, Peygamber Efendimiz (SAV)'in verdiği değeri vermiyoruz. Müslümanların büyük çoğunluğunda, anneye değer ve anlayış verilmesine rağmen, kadınlara toplum içinde yer almaları gereken pozisyonlar verilmiyor. Bu aynı zamanda, geleneksel kültürlerimiz için de doğrudur. Herşey mevcut durumuyla iyi ve yolundadır gibi bir anlayışa kapılmamalıyız. Eğitim problemi, çifte standart problemi gibi çok ciddi problemlerimiz var. Kadın gelecektir. Onlar medeniyetlerin taşıyıcılarıdırlar. Medeniyet, onların rahimlerinden gelir. Eğer kadınlarımız şereflendirilmez ve iyi göz-kulak olunmazlarsa, acı çekeriz. Bütün dünya'da acı çektiğimizi görüyoruz. İslam'ın öğretileri, kadının seviyesini yükseltir, fakat müslüman olan bu öğretileri kabul etmiyor. Maalesef, pek çoğu kozmolojiyi, kadın-erkek ilişkilerini, kadının yerini, kadının kapasitesini yanlış anlıyor.

ALTINOLUK: Mülakatımızı bitirmeden önce Müslüman Türk topluluğuna bir mesaj göndermek ister misiniz? 

H. YUSUF: Söyleyebileceğim tek nasihat hocamın bana nasihatidir. "Sabır ile arzuladığını gerçekleştirebilirsin ve Allah'a takva ile de demiri bile bükebilirsin." 

ALTINOLUK: Mülakat için çok teşekkür ederiz. Allah Razı olsun...

Konuşan: Osman Şentürk
Türkçe Çeviri: Fatma Zeynep Şentürk

 

ALTINOLUK DERGİSİ

Ekim 1997




Kaynak: Altınoluk



YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
FOTO GALERİ
YUKARI