Bugun...


HAYRİ BOSTAN: Alkışı Duydum İhaneti Gördüm - İçedönük Bir Eleştiri
İnsanı insan yapan nerdeyse bütün değerlerle kavgalıyız. En azından hepsi bizim cenahlarda şaibelidir. Bizim değerlerimizle çelişmeyen ne bir edebiyatımız, ne sinemamız, ne tiyatromuz, ne mimarimiz, ne düğünümüz, ne eğlencemiz, ne turizm anlayışımız, ne ekonomimiz gelişemez.

facebook-paylas
Tarih: 19-10-2017 22:56
HAYRİ BOSTAN: Alkışı Duydum İhaneti Gördüm - İçedönük Bir Eleştiri

Ben de birçokları gibi bu gün gerek ülkemizde, gerekse bütün dünyada İslam'ın önündeki en büyük engelin yine Müslümanlar olduğunu düşünüyorum. Ülkemizde ve dünyada hep birileri bizi hedef alıyor, bize saldırıyor, bizi yok etmeye çalışıyorlar. Biz de onlara karşı kendimizi savunmaya çalışıyoruz. Eksik olan bir şey var.  Gerek siyasi partiler olarak, gerek derneklerimiz, vakıflarımız, holdinglerimiz, basınlarımız, yayınlarımız, cemaatlerimiz, tarikatlerimiz... Her neyimiz varsa onlarımız olarak eksik olan bir şeyimiz var: İçe dönük eleştiri. Biz hep dışa dönük savunmada kalıyoruz; ama içe dönük eleştiri yapamıyoruz. Yapsak da kaldıramıyoruz. En ufak eleştiri yapmaya kalkanın ağzına ot tıkmaya kalkıyoruz,"çattı","sataştı","bölmeye kalktı" ve benzeri yüzeysel yargılarla eleştiri yapanı değil yapmaya yelteneni anasından doğduğuna pişman ediyoruz. Dolayısıyla bizde eleştiri yerine dalkavukluk, iki yüzlülük, methiyecilik, faydacılık gelişiyor. Ya tamamen övüp göklere çıkarıyoruz, ya da yerin dibine batırıyoruz. Ara renkler bizde bir türlü oluşamıyor ve de barınamıyor.

İmam-hatipler meselesinde de durum bu minval üzeredir. Son elli yıldır Türkiye'de imam-hatipler var, yüksek İslam enstitüleri var, ilahiyat fakülteleri var; ama el-Arabiye televizyonunun Türkiye haberlerini Faik Bulut geçiyor. 28 Şubat Post modern ihtilalinin fikirleri ve yönlendirmeleri, ihbarları doğrultusunda yapıldığı, köftecilerin, kebapçıların irticacı ilan edildiği ve kendisi tarafından ilgili mercilere rapor edildiği kişi.  Hem de Arapça takır takır konuşarak. Arap ülkeleriyle olan diplomatik temaslarımızda tek tercümanımız da Nuran Milli. Neden bu okullardan Arapça bilen elemanlar yetişmiyor? Neden bu okulların mezunları Arapça konuşamıyor diye kimse fazla merak etmiyor. Kimsenin bir şey öğrenmek, iyi yetişmek, alanının uzmanı, mesleğinin adamı olmak gibi bir derdi yok. Bütün söylemlerimiz, bütün etkinliklerimiz slogan düzeyinde, kısır çekişmeler düzeyinde kalıyor. İmam-hatiplerde öğretmenlik yapanların imam-hatiplerde iyi eğitilmiş, iyi yetişmiş dört dörtlük insan yetiştirmek gibi bir dertleri yok. Bir kısmı bir tarikata, bir cemaate, şuraya buraya mensuptur ve bütün eylemi maaşını devletten alıp kendi cemaatine hizmet etmektir. Böyle bir yapılanmanın dışında kalmayı başaranların da bütün yaşamları geyik muhabbetidir. Kendini yenileyememiş, dar kalıplarını aşamamış, saplantılı, yıllar önce öğrendiği kulaktan dolma bilgi kırıntılarıyla mesleğini sürdür(meye çalış)en insanlar güruhu. Aslında bu durum “bizim” diyebileceğimiz kesimin tamamında üç aşağı, beş yukarı aynıdır. İnsanı insan yapan nerdeyse bütün değerlerle kavgalıyız. En azından hepsi bizim cenahlarda şaibelidir. Bizim değerlerimizle çelişmeyen ne bir edebiyatımız, ne sinemamız, ne tiyatromuz, ne mimarimiz, ne düğünümüz, ne eğlencemiz, ne turizm anlayışımız, ne ekonomimiz gelişemez. Çünkü akıl almaz bir bağnazlıkla, özellikle dinsel duyarlık alanını o kadar daraltmışız, daraltmışız ki, nerdeyse bu evrensel İslam tefekkürünü, evrensel vahi kültürünü ve ondan şekillenecek bütün boyutlarıyla bir yaşamı bir fındıkkabuğuna sığdırmaya, mahkûm etmeye çalışmış ve bunu ne kadar başarmışsak o kadar mükemmele yaklaştığımızı düşünmüşüz.

Bu olayın o kadar geniş boyutları var ki her hangi bir okuldaki, kaprislerinin esiri bir "meslekçi”yi, şunu bunu fersah fersah aşar. Buna benzer tipler  “öncekilerden nasıl görmüşlerse onun kötü kopyası işleri sürdürüyorlar. Gelişen teknoloji, küçülen dünya, değişen eğitim ve tebliğ koşullarını onlarla tartışamazsınız bile.  Bu ve bunun gibiler bunu yapacak. Çünkü ellerinden başka da fazla bir şey gelmez.

Bir doktor arkadaşım şöyle diyor:"neden yaşlanmış, dalları kopmaya, gövdesi çürümeye durmuş bir çınarı ille de ayakta tutmaya çalışıyoruz? Payandalarla, sargılarla bunu yapmaya çalışıyoruz. Amaç ağaç yetiştirmekse neden başka ağaçlar dikmeyi düşünmüyoruz?" 

"Kapris" bizde çok ulusal bir özellik olsa gerek. Altmış ihtilalinde asılan üç sağcının rövanşı yetmiş üçte üç solcu gencin asılmasıyla alındı. Köy Enstitülerinin kapatılmasının rövanşı da herhalde imam-hatipleri kapatarak alınmaya çalışılıyor. AB’ye girme çabalarının bir parçası olarak Leyla Zana ve arkadaşlarını on yıl hapiste çürüttükten sonra serbest bırakıyoruz ama Korkut Eken de, Nurettin Şirin’in salıverilmesi için ayrıca bir çaba harcanması gerekti. Neyse ki onlar da çıkarıldı. Onlar salıverilmişse ötekilerin de hemen salıverilmeleri gerekmez miydi?

Bir öğrencinin bir öğretmen tarafından kasten mağdur edilmesi çok küçük bir olaydır. Hâlbuki bizler hep büyük olaylarla meşgul olmuşuzdur. Afakî konulardan vakit bulup da “hal-i pür melalimiz”i gözden geçirmeye ne vaktimiz var, ne de buna gerek duyarız. Ama unutmayalım ki bu günün dünyasında bu yalancı dolmaları artık kimse kolay kolay yutmuyor. Bir çocuğun neyi ne kadar öğrenip öğrenmediğinin gram gram hesabını yapanlar acaba bulundukları yere ne kadar layık olduklarını, Kuran’ı, Arapça’yı, tefsiri, hadisi,İngilizceyi ve saireyi kendilerinin ne kadar bilip bilmediklerinin hesabını yapacak yürekleri var mıdır? Acaba "hesaba çekilmeden önce kendilerini hesaba çekmek" gibi bir eylemi denemişler midir yaşamlarında? Acaba bu yüce Dinin en çok önemsediği “kul hakkı” konusunda bir duyarlıkları var mıdır? Yoksa birilerinin Rainalarda, Laila’larda, bilumum gayrı meşru teselli yollarında buldukları hazzı bazıları da bu şekilde mi buluyorlar? Bir yandan Firavn’ın yaptıklarına ateş püskürürken, öte yandan onun yaptıklarının küçük küçük benzerlerini yapmak nasıl açıklanabilir? Sahtekârlığın, adam kayırmacılığın, görevi suiistimalin dindarlıkla bağdaşması mümkün müdür? İnanmış bir insan “iyilik ve takvada yardımlaşın, kötülük ve düşmanlıkta yardımlaşmayın” ayetini görmezden gelmesi, hafife alması hoş karşılanabilir mi?

Son söz olarak şunu söylemek istiyorum: birileri Atatürk üzerinden, birileri rejim yandaşlığı üzerinden, birileri ırkçılık üzerinden, birileri yörecilik, bölgecilik üzerinden kendilerine çıkar sağlamakta. Ama bunların içersinde en kötülerinin din üzerinden bunu yapmak olduğunu hepimiz kabul etmeli ve söylemeliyiz. “Kimse kimseyi kandırmasın”  desem anlamı olmayacak. Çünkü iş "kandırmak" olunca her yol meşrulaşıyor ve kolaylaşıyor. Ama biz kandırmanın hiç bir türünün, hiç bir şeklinin, hiç bir yönteminin hiç bir yerinde olamayız ve hiç bir yerinde olmayı asla savunamayız, hoş göremeyiz. Sevgili Peygamber(SAV)imiz “bizi aldatan bizden değildir” buyurmuyor mu? Dokuz değil doksan dokuz köyden kovulsak da bunu söylemeyi göze almalıyız. Ne var ki bu yol asla meyvesi çabuk devşirilecek, karşılığı peşin alınabilecek bir yol değildir... Geleceğe yatırım yapacak, kalıcı iz bırakacak onurlu insanlar bunu da göze almak zorundadır her şeyden önce. Bu bir politikacı için olduğu kadar, anne-baba, öğretmen, üretici, girişimci, akla gelebilecek her meslek için geçerlidir.






YORUMLAR
3 Yorum

Emin furkan
13-11-2017 09:07:00

Toplumumuzun, hatta toplumların temel problemini ele alan güzel bir yazı.

Fatih Arabacı
21-10-2017 00:33:00
"Çünkü akıl almaz bir bağnazlıkla, özellikle dinsel duyarlık alanını o kadar daraltmışız, daraltmışız ki, nerdeyse bu evrensel İslam tefekkürünü, evrensel vahi kültürünü ve ondan şekillenecek bütün boyutlarıyla bir yaşamı bir fındıkkabuğuna sığdırmaya, mahkûm etmeye çalışmış ve bunu ne kadar başarmışsak o kadar mükemmele yaklaştığımızı düşünmüşüz.."rnrnHayri hocam yine ufkumuzu genişleten bir yazı. Rabbim zihninize ve kaleminize kuvvet versin..
Mustafa Kara
20-10-2017 10:51:00
Çok doğru noktalara temas edilmiş.

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
FOTO GALERİ
YUKARI