Bugun...


HAYRİ BOSTAN: Camiler Issızlaşıyor
Sürekli şikâyet ediyor ve günah keçisi arıyoruz. Bunun yerine bu mübarek ramazan aylarında durumlarımızı da sorgulamak durumundayız. Bu işi Diyanet İşleri Başkanlığı ve görevlileri yapmaz ve yapamaz.

facebook-paylas
Tarih: 31-05-2019 23:50
HAYRİ BOSTAN: Camiler Issızlaşıyor

Caddeler, sokaklar, cafeler, restoranlar insan kaynıyor; ama şehrin en merkezi camiinde iki ya da üç saf insan yatsı namazı ve teravih kılıyor. Bu gidişat nereye? 2014 ramazanında Hollanda’ya gittiğimde oralarda bir kilise ziyaret etmek istemiştim ve açık kilise bulamamıştım. Yoksa bizim ülkemiz de oralara doğru mu gidiyor? 
Şu dönüp dolaşıp suçu belli birilerine yükleme mazoşizminden de vaz geçmeliyiz. Sadece bir akşam değil, birçok akşamlarda da, belki her akşam, her vakit Fevziye ve diğer camilerin durumu aynıdır. Gittikçe namaz kılanların, oruç tutanların sayısı azalıyor. Bu bir gerçek. Ben daha pratik ve etkin bir yol söyleyeyim:
Şu Diyanet İşleri Başkanlığı ve ona bağlı müftülükler artık yüzyıllar öncesinden gelen kalıplaşmış uygulamalarını gözden geçirmeliler. Bunu yapmak için sadece "insanlar ne der, tartışma çıkar, başımız ağrır" gibi endişelerini aşsınlar yeter. Bence en büyük sünnet budur. 
Şimdi bu nasıl sünnet diyeceksiniz?
Sevgili Peygamberimiz(sav) peygamber olarak geldiği toplumun hep yerleşik ve kalıplaşmış yanlışlarına karşı savaşmıştı ve bu uğurda başına gelmeyen sıkıntı kalmamıştı. Boykot, sürgün, ölüm tehdidi... Ve o mübarek Peygamber (sav)
 "يسروا و لا تعسروا بشروا و لا تنفروا
“Kolaylaştırın zorlaştırmayın, müjdeleyin, nefret ettirmeyin"

Buyurdu. Ama bu gelenekçi, rahatçı, taklitçi, bağnaz, tutucu Müslümanlar sanki tam tersini anlamışlar. "Zorlaştırın, kolaylaştırmayın. Korkutun, sevdirmeyin" şeklinde anlamışlar gibi.


Bir iki örnek vereyim:

 
1)Camilerde hatimle teravih özendirilmemelidir. Çünkü hatimle kılanlarda bir hava, bir tafra oluşabiliyor. Bunu nasıl anlatsam bilemiyorum. Yani tevazuun riyakârlığı gibi paradoksal bir ruh hali bu. Yani onların kıldığı teravih hakiki, sağlam. Ötekilerin kıldığı teravih daha hafif, daha baştan savma, tembel işi... Bir de Yalı Camii var. Hepten işi hafife alanların, en erken bitirmek isteyenlerin sığındığı cami sanırım orası. Sakın gülmeyin. Böyle bir anlayış var. Fevziye'ye teravihe gidenlerden alt kata, hatimliye gidenlerin yüzlerindeki memnuniyet ve gurura, bir de üst kata, normal teravihe gidenlerin adeta ezikliğine bakın yeter.
2) Teravih namazları cemaatle 8 rekât kılınmalı. İsteyen yirmiye, otuza tamamlayabilir anlayışı getirilmeli. Fevziye’de üst katta kılanların bir kısmı sekiz rekât kıldıktan sonra çıkıyorlar.
3. Cuma namazlarında "zuhru ahir"[1] ve "vaktin sünneti"[2] diye kılınan fazladan altı rekât namazı imam ve müezzinler kılmamalı. Farzın peşine dört rekât sünneti kıldıktan sonra tesbihata geçilmeli, eğer toplu tespihat yapılacaksa tabii. Tespihatların müezzinlerin komutuyla toplu yapılması da aslında sorunlu. Tespihat, dua,  Kur’an okuma( aşır ve benzeri) tamamen ferdi olmalıdır.
3) Farz namaz kılınıp imam selam verince cemaatle namaz faslı bitmeli. Müezzinler eşliğinde tesbihat, selamdan sonra tövbe istiğfar, mihrabiye gibi eklentiler uygulanmamalıdır. Dolayısıyla namazını cemaatle kılan bir Müslüman camiden ayrılırken ona suçlu gibi bakılmamalı, o da kendini, bir şeyleri eksik yaptık suçluluğunu yaşamamalı. Hele hele şu, “çalışıp da yevmiyeyi almadan gitme” benzetmesi saçmalığından vaizler vaz geçmeliler.
4) Sabah namazında abdest aldıktan sonra ayağa giyilen çoraplar üzerine mesh edilebileceği cemaatlere anlatılmalı. Birçok ulemanın, fıkıhçının, Müslümanın bunu uyguladıklarını; ama “ yanlış anlaşılır, tartışma olur, fitne olur” korkusuyla bu ve benzeri konulara girmiyorlar.[3] Ayrıca yolculuk durumunda öğlen ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı "cem-i takdim" ya da "cem-i tehir" ile kılabileceği bu zavallı Müslümanlara öğretilmeli. Bunun için tutucu, kavgacı, uzlaşmaz, laf anlamaz, kalıplaşmış, betonlaşmış din yobazlarından korkulmamalıdır.
Bu ve benzeri şeyleri yapmaya cesaret edemezseniz ve dini yaşamayı bir taassup ve inat konusu haline getirirseniz çok yakında, bugün birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi, camiler kapanma durumuna bile gelebilir. Bugün Fevziye'de teravih namazında 3 saf olamıyorsa on yıl, yirmi yıl sonrasını tahmin etmek zor olmasa gerektir.
Benim söylemeye çalıştığım, Allah'ın ve elçisinin bizlere öğrettiği kolaylıkları bizler de öğrenelim ve uygulayalım. Dini hayatın kendisiyle bütünleştirelim. İnsanların sporla, sinemayla, tiyatroyla, siyasetle ilgilenmek, oturup sohbet etmek haklarıdır ve bunların her biri bir bakıma ihtiyaçtır. Bir takım şampiyon olmuş, belli bir spor dalında uluslararası bir başarı kazanmışsa insanlar bununla ilgilenir, duygularını dışa vurur ve o heyecanı yaşarlar. Aslında insanların bu ve benzeri durumlara duyarsız kalmaları herkesi düşündürmelidir. Namazını da kılacak, orucunu da tutacak, işini de yapacak, sporla da, başka hobilerle de ilgilenecektir. Hayata bir bütün olarak bakmak lazım. İnsanların en doğal eğilimlerini dinen sakıncalı hale getirirseniz dine daha çok rağbet olmaz; tam aksine, insanlar dinden ve dini etkinliklerden uzaklaşırlar. 
Son zamanlarda bir televizyon kanalında, “Bir Zamanlar Çukurova” diye bir dizi yayımlanıyor. “Değerler” diye ifade edebileceğimiz, dürüstlük, menfaatçılık, dedikoduculuk, koğuculuk, suizan, yalan, iftira, dedikodu, zenginliğe dayalı kibir ve benzeri o kadar değer işleniyor ki, Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı yüzbinlerce camide yapılan vaazlarla, sunulan hutbelerle sadece bu dizinin verdiği etkiyi veremediklerini düşünüyorum. Bu diziyi izleyenler bana hak vereceklerdir. Ama din adına konuşanlarda bir televizyon düşmanlığı, bir sinema düşmanlığı yapılıyor ki akıllara ziyan. Evine televizyon sokmamayı, cep telefonu kullanmamayı ve benzeri tutumları çare olarak öne sürenlerin bu direnişlerinin hiçbir manası yok. Sürekli insanların cep telefonlarıyla meşgul olduklarından yakınıyoruz. Kimse “neden acaba” diye kafa yormuyor mu ne. Artık whatsApp üzerinden insanlar anlık iletişim sağlıyorlar. Banka işlemlerinin neredeyse tamamını telefon üzerinden yapıyorlar. Gazeteleri okuyorlar, haberleri hem de anlık takip ediyorlar… Çağdaş teknolojinin bizlere sağladığı bütün bu imkânları elimizin tersiyle itip asırlar önceki insanların yaşadığı hayatı mı yaşayacağız? Diyelim bunu yaptık. Bu sadece bizi ilgilendirir. Yapmayanları kınamak da ne oluyor.
Her şeyin aşırısı zarar, azı da zarar. Belki ve şüphesiz ortası karar. Eskiden eşekleriyle köyleri dolaşan çerçiler birkaç parça bir şey bulundurur, onları satarlardı. İnsanlar da onları almak durumunda kalıyorlardı. Şimdiki süper marketlere, giyim mağazalarına girdiğimiz zaman ne kadar bol çeşitle karşılaşıyoruz. Artık burada en önemli şey “seçme” durumudur. Televizyonda ne izleyecek, neyi izlemeyeceğimizi, telefonu ne için kullanıp nelerden sakınacağımızı, sosyal hayattaki çevrelerimizi, dostlarımızı seçmek durumundayız. Demokrasinin de en vazgeçilmez yanı seçim değil midir? Ne zaman ki toplum seçmesini bilen bir düzeye gelir, demokrasimizin seviyesi de o zaman istenen düzeye yükselir.
Aklı ve iradeyi birilerine ipotek etme sadece siyasette değil, en çok da dini alanda karşımıza çıkıyor. İşte ramazan ayını yaşıyoruz ve her gün Kur’an okuyoruz. Ama ne okuyanlar, ne de dinleyenler Kur’an’ın mesajlarıyla ilgilidirler. Hiç anlamaya sanki gerek yok. Birisi okuyacak, ötekiler dinleyecek, takip edecekler ve sevap kazanılacak. “Kur’an okumanın amacı Allah’ın Hz. Peygamber(sav) aracılığıyla bizlere gönderdiği mesajları anlamaktır” dense söylenecek söz hazırdır. “Anlamak şart değil. Kur’an’ı anlamadan da olsa okumak sevaptır.”
Bir şey daha söylemek istiyorum: Teravih namazı "gayrı müekked" sünnettir. Gayrı müekked sünnetin tanımı şöyledir: Sevgili Peygamberimiz(sav)'in az yaptığı ve çoğunlukla terk ettiği sünnetlerdir. İkindi namazının sünneti, yatsı namazının ilk sünneti, teravih namazları bu kabil namazlardır. Sevgili Peygamberimiz(sav) böyle öğretmiştir ve böyle anlaşılmalıdır. Oflunun birine böyle, bu şekilde anlatan birisine Oflu şöyle çıkışmış: "Biraz dekva (takva) olmak lazım kardeşim". Bu fıkra bence çok manidardır. Biz kendi kafamızdan takvalar uydurur olduk. Yüce İslam Dinini doğallığından, asıllarından kopardık. Zorlaştırdıkça zorlaştırdık. İş o hale geldi ki artık "dine de, dindara da uzak durmakta fayda var" inancı hâkim oldu. Neredeyse dini zorlaştıranların sözü daha fazla kabul görmektedir. Ne kadar zorlaştırıyorsa o kadar rafine dindar kabul ediliyor.
Acaba öyle mi?
Vasıta üzerinde namaz kılmanın delili; Hz. Peygamber(sav) arkadaşlarıyla develer üzerinde yolculuk yaptıkları sıra namaz kılacakları zaman hafif bir yağmur yağıyormuş. Sevgili Peygamberimiz( sav) abdesti olanların develeri üzerinde kılabileceklerini söylemiş. Yani develeri durduramama durumu yok. Tamamen keyfi ve ruhsat durumu var ortada. Şimdi on yıllardır şu, namaz vakitleri için durmayan otobüslerden dile getirilen şikâyetlere bakın. Sultan hamam piyasasında esnaflık yapan ve akşam 18.10 vapuruyla evlerine dönen insanlar vapurda namazlarını kılarlar ve kimse de bunda bir gariplik görmez. “Biraz sonra evine varacaksın. Evinde kılarsın be adam, neden burada, Asya ile Avrupa arasında zikzak yapan vapurda tahtaların üzerinde kılıyorsun demez. Çünkü bu orada bir gelenek haline gelmiş ve normalleşmiştir.
Sevgili Peygamberimiz (sav) bir hadislerinde: “استفت نفسك فا\ا افتاك المفتون : Müftüler (fetva verenler) sana fetva verdiklerinde bir de kendi nefsine danış” buyuruyor. Yani bu ve benzeri uygulamalar içinize sinerse yaparsınız. Sinmezse yapmazsınız. Ama bunu yapanlara “abdestsiz namaz kılıyor, abdestsiz namaz kıldırıyor” demek haksızlıktır ve cehalettir. Kaldı ki birçok hoca efendi de, müftü de aynı kanaattedir; ama cemaat karşı çıkar, dedikodu olur, fitne olur diye bunu söylemiyorlar... 
Bir ara aramızda bu konuda tartıştığımız bir arkadaş, ben camide namaz kıldırınca yanıma geldi ve: “siz şu anda çoraplar üzerine mesh ederek mi abdest aldınız diye sordu. Ben de evet deyince kızılca kıyamet koptu. Cemaate seslenerek, “bu namaz olmadı. Geri gelin. Namazınızı iade edin. Bu arkadaş namazı abdestsiz kıldırdı” gibi şeyler söyledi. Ben de: “siz bilirsiniz” dedim ve oradan uzaklaştım. Daha sonra camiye gittiğimde imam yoksa bana teklif etmediklerini, aksanı, okuması, telaffuzu bozuk zır cahil birisinin cübbeyi giyip cemaatin önüne geçtiğini gördüm. Artık camide vakit namazı kılmayan, aksanı, okuması, her şeyi berbat cahil cühelaların cuma ve vakit namazı müezzinliği yaptıklarını görüyorum. Artık bırakın maç sevdalısı o gençlerin camilere gitmemesini, benim dahi o camiye gitmeye ayağım çekmemeye başladı. "Bırakın fosil kafalılar, nasıl biliyorlarsa öyle yapsınlar" deme noktasına geldik.

Her gün dünyamızda her şey değişiyor, yenileniyor, gelişiyor. Değişmeyen tek şey dini dogmalar. Bu yüce dini dogmatizme mahkûm edenlere lanet edesim geliyor. Hadi bilmeden yapanlar neyse de, bile isteye bunu yapanlar var. Ama cemaat arasında fitne çıkar. Aman kafaları karışır. Aman eski köye yeni adet getirmeyelim… Bunun manası bence Karl Marx’ın dediği gibi, dini, toplumu uyutan bir afyon haline getirmektir. 
İnternette çorap üzerine mesh etmek yazarak aratırsanız caiz olmadığı hakkında yığınla görüş bulursunuz. İşin aslını, doğrusunu da bulabilirsiniz. “Din afyondur” sözünü aratın bakın karşınıza neler çıkacaktır. Müftülere sorarsanız onlar size çoraplar üzerine mesh etmenin caiz olmadığını söyleyeceklerdir. Çünkü toplumda yerleşik jargon budur ve bu jargona uymayan bir görüş açıklama yetkileri yoktur. Açıklarlarsa tartışma olur, tartışma olursa fark edilmeden kabul edilmiş bazı ezberler bozulabilir.
Demokratik, laik bir hukuk sistemi olan T.C. rejiminde Diyanet İşleri Başkanlığının yeri olabilir mi? Olur. Neden? Çünkü toplumda huzuru, saadeti, barışı, sevgiyi, hoşgörüyü ayakta tutacak bir kuruma ihtiyaç vardır. O da Diyanet İşleri Başkanlığı’dır. Bütün bunlar normaldir. Benim bunlara bir itirazım yok. Ancak Hicri 150 yılında vefat etmiş olan Ebu Hanife’nin, aradan yüzyıllar geçmiş olmasına karşın çağları aşan görüşlerini bugün bile söyleyemiyor, konuşamıyor ve uygulayamıyorsak ne kadar geri gittiğimiz ortadadır. Popülizmin dibi, daniskası bence dini alanda yapılıyor. Çünkü kariyer de, rant da, şöhret de orada vardır. Dinin temelleriyle alay eden Adnan Oktar’a bile Ak Parti gibi dindar ve muhafazakâr bir parti neredeyse yirmi yıl sonra müdahale edebildi. Ama bir başka hurafeciyi de, rektör olarak, içinde teknoloji ve bilim geçen bir üniversitenin başına getiren de bu iktidar değil mi?
Bir arkadaşım var, camiye birkaç adım mesafede oturuyor. Zaman zaman imamlık ve müezzinlik de yaptığını bildiğim bu arkadaşın birkaç aydır camiye gelmediğini görüyorum. Benim kadar deli cesareti olsa sebebini böyle yazar. Birçokları güceniyor, bıkıyor, nefret ediyor ve camiye gelmez oluyor. İmamların ise hiç umurlarında değil. Üç tane, beş tane ihtiyara imamlık yapmak için nasılsa devlet maaşını veriyor. Şu Belediye ve halk eğitim kursları gibi, en az on beş müntesibi bulunmayan imamların görev yerleri değiştirilsin de görelim bakalım, cemaat toplamak için neler yaparlar.
Sürekli şikâyet ediyor ve günah keçisi arıyoruz. Bunun yerine bu mübarek ramazan aylarında durumlarımızı da sorgulamak durumundayız. Bu işi Diyanet İşleri Başkanlığı ve görevlileri yapmaz ve yapamaz. Çünkü devlet bu kuruma o kadar payı sırf milleti uyutmaları, bir karışıklık çıkmaması, insanların huzur içinde uyumaları; pardon yaşamaları için yapmaktadır. Bu işi en iyi yapanlar da televizyon kanallarında milyarları götürdükleri gibi, götürülüp bir de üniversite rektörü yapılıyor. Hem de bilim ve teknoloji üniversitesinin. Dinin aslından, esasından bahsedenler, hurafelere savaş açanlar ise sürekli taşlanıyor, dışlanıyor, itibarsızlaştırılıyor.
Bütün bunlar böyleyken ne bekliyordunuz? Herkesin gerçekleşmesi için dört koldan canhıraş uğraş verdiği bir sonucu görünce neden şaşırıyoruz ki?

 

HAYRİ BOSTAN
[email protected]

 

 

[1] )Zuhr-i âhir, son öğle namazı demektir. Bazı İslam bilginleri, bir yerleşim biriminde birden fazla yerde cuma namazı kılınmasının sahih olmayacağı ihtimaline binaen, o günkü öğle namazının ihtiyaten kılınmasını önermişlerdir. Zuhr-i âhir adıyla dört rekât olarak kılınan bu namaz, cuma namazına dâhil değildir. Hz. Peygamberden (s.a.s.) ve ilk dönemlerden gelen rivayetler arasında bu isimle kılınmış bir namaz yoktur.


Zuhr-i âhir, İslam coğrafyasının genişlemesi ve şehirlerde nüfusun kalabalıklaşması sonucu, cuma namazının, Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminde olduğu gibi, bir şehirde bir tek camide kılınmasının mümkün olmaması, birden fazla camide cuma namazının kılınması zorunluluğunun ortaya çıkması ile gündeme gelmiş bir namazdır. Gerekçesi de, birden fazla camide kılınan cuma namazlarından ilk önce kılınanın geçerli olacağı, diğer camilerde kılınan namazın ise geçersiz olabileceği varsayımıdır. İşte bu şüpheli durumdan kurtulmak için, içinde bulunulan cuma vakti kastedilerek ihtiyaten, zuhr-i âhir yani “vaktine ulaşılıp da eda edilemeyen son öğle namazı” niyeti ile dört rekâtlık bir namaz kılınması bazı âlimlerce uygun görülmüştür (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, III, 16-18; Karâfî, ez-Zehîra, II, 354-355; İbn Kudâme, el-Muğnî, III, 212; Şirbînî, Muğnî’l-muhtâc, I, 420-422).
Fakat böyle bir varsayıma mahal yoktur. Çünkü cuma namazının tek camide kılınması, cumanın anlamına uygun olmakla birlikte, nüfusu milyonlara ulaşan büyük şehirlerin ortaya çıktığı günümüzde bunun yerine getirilmesi mümkün değildir. Zaten Hanefî mezhebinde fetvaya asıl olan görüşe göre, herhangi bir kayıt olmaksızın bir şehirde birden çok camide cuma namazı kılınabilir (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, III, 15-16). İmam Şâfiî de Bağdat’a gittiğinde cuma namazının birden fazla yerde kılındığını görmüş ve buna karşı çıkmamıştır (Nevevî, el-Mecmû’, IV, 585; Şirbînî, Muğnî’l-muhtâc, I, 420-422). Böyle olunca, her bir camide kılınan cuma namazının ayrı ayrı geçerli olması, bu yönden aralarında bir fark gözetilmemesi esas olup cuma namazı kılanların ayrıca zuhr-i âhir (son öğle namazı) kılmaları gerekmez.


Ancak cuma namazına dâhil olmadığını bilerek, bu namazı kılmak isteyenler için de bir sakınca söz konusu değildir.


 

 

[2]  ) İlmihal kitaplarında "Zuhûr-u Ahir" ve "vaktin son sünneti" diye dört ve iki rekatlık iki ayrı namaz daha tarif edilir. Peygamberimiz (asm) döneminde kılınmayan bu iki namazın daha sonra eklenmesinin sebebi, cuma namazının Peygamberimiz (sav) döneminde her yerleşim yerinin en büyük camiinde topluca kılınmakta oluşu, ancak İslam devleti genişleyip şehirler büyüyünce, bu uygulamanın aynen devam ettirilmesinin mümkün olmamasıdır. Bu sebeple İslam âlimleri öğle namazının farzı ile son sünnetini de ekleyerek, cuma namazının kabul edilmemesi durumunda, hiç olmazsa öğle namazını garantiye almayı denemişlerdir.

[3] )Geçenlerde mahalle camii imamı beni aradı ve işi olduğunu, ikindiye gelemeyeceğini, namazı kıldırıp kıldıramayacağımı rica etti. Olur dedim. Vaktinde camiye gittim. Namazı kıldık. Tam dışarı çıkmak üzereyken haftada, iki haftada bir camiye gelen birisi karşıma dikildi ve "siz abdest alırken çorap üzerine mi mesh ettiniz?" diye sordu. Ben de bir an yalan mı söylesem, bunun niyeti kötü dedim; ama yalan söylemeyi göze alamadım ve: "Evet” dedim. Adam dağılmak üzere olan cemaatin arkasından bağırarak:" Cemaat! Namaz olmadı. Namazı iade etmemiz gerek." demeye başladı. Bana da: "Ben Kocaeli müftüsüne sordum, o olmaz" dedi diye çıkışıyordu.
Aldık başımıza iş. Dedim ki: "Siz bilirsiniz. Ben bunu "el-İhtiyar"dan, Prof. Dr. Vehbe Zuhayli imzalı “İslam Fıkıh Ansiklopedisi(Akçağ Yayınları)’nden ve başka kaynaklardan araştırdım ve bugünkü çoraplar üzerine meshin caiz olduğu kanaatine vardım. Bundan otuz küsur yıl önce ben de çoraplar üzerine mesh yapanlarla sert tartışmalar yapardım. İkna olduktan sonra birçokları gibi ben de çoraplarımı sabah namazında abdestli giyerek akşama kadar her abdest aldığımda çoraplarımı çıkarmadan üzerlerine mesh yapıyorum. Bunu kabul etmeyenlere bir itirazım yok.

 
 





YORUMLAR
3 Yorum

HAYRİ BOSTAN
14-06-2019 18:55:00

Artık özellikle cami imamının izinde olduğu ve namaz kıldırma durumunda olacağım zamanlar çoraplarımı çıkararak, ayaklarımı yıkayarak abdest almayı tercih ediyorum. Bugün o şekilde abdestimi alarak, takkemi de cebime koyarak ikindi namazına camiye gittim. O bana sataşan uzun boylu herif oradaydı. İmam da izinliydi. Benim namazı kıldıracağımı tahmin etmiş olmalı ki ben sünneti bitirmeden oradaki bir genci kolundan tutarak öne kattı ve kendisi de kamet etti. Namazı öyle kıldık.:)Eğer ben kıldırmak durumunda kalsaydım geriye dönüp bir açıklama yapmayı düşünüyordum. Ona da fırsat olmadı. Yaşasın sui zan, yaşasın bağnazlık, yaşasın fitne ve fesat mı demeliyim bilemiyorum.

HAYRİ BOSTAN
02-06-2019 12:22:00

NE KADAR ÇOK ÇALIŞMAMIZ GEREKTİĞİNİ GÖSTREN BİR ANKET:rnMAK Danışmanlık tarafından 30 büyükşehir ve 23 il, 154 ilçede 5400 kişi ile, 12 Haziran -18 Haziran 2017 tarihleri arasında yüz yüze yapılan büyük araştırma;rnTÜRKİYE'DE TOPLUMUN DİNE VE DİNİ DEĞERLERE BAKIŞI ARAŞTIRMASI.rnrn% 99’U MÜSLÜMAN DİYE İFADE ETTİĞİMİZ ÜLKEMİZİN KORKUNÇ HALİrnrn% 14 Allah’a inanmıyor.rn% 25 Meleklere inanmıyor.rn% 24 Kur’an-ı Kerim’in vahiyle geldiğine yani Kur’an’a inanmıyor.rn% 74 Evindeki Kur’an-ı Kerim’i okumuyor.rn% 37 Peygambere, Hz. Muhammed (S.A.V.)’e inanmıyor.rn% 45 Kadere (Hayır ve Şerrin Allah'tan geldiğine) inanmıyor.rn% 27 Öldükten sonra dirileceğinize ve hesaba çekileceğine inanmıyor.rn% 68 Kur'an'ı Kerim'i Arapça hattından okuyamıyor.rn% 75 Hiçbir Kur'an Kursu'na eğitim almak amacıyla gitmemiş.rn% 83 Kuran-ı Kerim'in Türkçe mealini hiç okumamış.rn% 85 Cennete gideceği kesin olsa bile; şu an Cennete gitmek için ölmeyi düşünmüyor. rn% 77 Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (SAV) hayatını hiç okumamış.

erol kaya
01-06-2019 04:40:00

Okudum ve etkilendim.Yapmamız gereken daha çok şeyleri ihmal ettiğimizi düşünüyorum.Umarım yanlış anlaşılmazsınız...

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
FOTO GALERİ
YUKARI