Bugun...


HAYRİ BOSTAN:Deniz Feneri 2017 Habeşistan - Bağışlanan Kurbanların Kesimi
Bu ülke adeta zoraki geri bırakılmış. Burada yapılacak projeler kesinlikle bu insanların kendi ayaklarının üzerine durmayı öğrenecek faaliyetler olmalıdır. Bir araya gelmeyi, daha iyi üretim ve daha iyi pazarlama yapmayı öğrenmeliler.

facebook-paylas
Tarih: 20-09-2017 11:59
HAYRİ BOSTAN:Deniz Feneri 2017 Habeşistan - Bağışlanan Kurbanların Kesimi

BAĞIŞLANAN KURBANLARIN KESİMİ

Bu göreve atandığımız andan beri bizde büyük strese yol açan, bağışçıların kurbanlarının usulünce ve titizlikle kesilmesi, bu görevin kusursuz ve layıkıyla yerine getirilmesi çok önemliydi. Buradaki insanlar için hayvanın üzerine ayakla bastırmak gibi davranışlar bizim hassas bağışçılarımızı olumsuz etkileyebilirdi. Toplu kesim olacağından etrafta kesilmiş kurbanlar, soyulmuş ya da soyulmak üzere olanlar, parçalananlar hoş olmayan görüntülere yol açabilirdi. İyi sabredilmediği için boğazı kesildikten sonra ayağa kalkan, etrafta dolaşan hayvanlar çok trajik görüntüler oluşturabiliyordu. Bütün bunlara dikkat ederek görevimizi yapmaya çalıştık. İlk kesim merkezinde yirmi beş büyük baş kurban kesimini bitirip Cuma namazını kıldıktan ve muhtarın ikramını aldıktan sonra ikinci kesim yerine doğru yola çıktık. İki tane kesim alanı vardı. Biz de iki gruba ayrılmıştık. Ekipmanlarımızı ona göre paylaştık ve görev yerlerimiz eğittik.

Yağmur yağıyordu. Kurbanlıklar yemyeşil ve geniş bir çayır çimen mekânda otluyorlardı. Büyük bir kalabalık bizi bekliyordu. Oraya vardığımızda bir tartışma çıktı; ama dillerini bilmediğimiz için bu tartışmanın nedenini önce anlayamadık. Tartışma uzayınca sordum tercümana. Kendilerine kurban eti dağıtılacak bu insanlar çok uzaklardan geldiklerini, etleri sırtlarına taşımalarının çok zor olduğunu, kurbanlıkların kendilerine canlı olarak teslim edilmesini ve köylerine varınca kesmelerini istiyorlardı. Kendi açılarından haklı olan bu isteklerini bizim kabul etmemiz mümkün değildi. Bunu onlara anlattılar ve sonunda kesime geçildi. İkindi vakitleri kesim işi tamamlandı ve ayak kaplarımız, üst başımız çamur içinde otele dönmek üzere yola revan olduk. Yollar çok bozuk ve çamurlu olduğundan bu şehirde ayak bapları çamurlardan temizlemek bir meslek haline gelmiş. Bizdeki ayak kabı boyacılığına karşılık gelen bu iş bana çok ilginç geldi doğrusu.

 Ufacık bir tenekedeki onlarca ayakkabı temizlemede kullanılmış kirli suyla iyi iş çıkarıyordu gençler. Bağcıkları da önceden çıkarıyor, temizliyor ve usulüne uygun olarak yeniden bağlıyorlardı.

Hosaina’daki otelde iki gece kalmış olduk. Ertesi sabah İman Derneği’nin bazı projelerini dolaşmak, bilgi ve görüntü almak üzere çıktık. Valizlerimizi de arabalara koyduk. Akşama başka bir şehirde kalacaktık. Hawassa’da.

Ana yoldan ayrıldık ve bizim Adapazarı ovasının simsiyah mısır tarlaları gibi gayet görkemli, mümbit tarlalardan geçerek bir köye vardık. Köyde cenaze vardı ve bir cenaze törenine ve namazına da katılma fırsatımız olacaktı. Burada da muazzam bir kalabalık karşıladı bizleri. Ön tarafta erkekler, arka tarafta kadınlar yer almışlardı. Bayram günlerinde olduğundan mıdır, oraya bizim gideceğimizi haber almış olmalarından mıdır bilinmez, muazzam bir kalabalık vardı ve kılık kıyafetleri de hayli düzgündü.

Öğle namazını, ardından getirilen cenazenin namazını cemaatle kıldık. Fotoğraflar çekildik. Bizden bir arkadaş kısa bir konuşma yaptı. Buna karşılık Muhammed amca diye yaşlıca bir amca bir konuşma yaptı ve Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a methiyelerde ve dualarda bulundu. On beş temmuza değinerek, “Allah Müslüman Türk halkını korudu” dedi.

Desteğe muhtaç okullar, yarım kalmış köprüler, cami ve okul yapma projeleri gezdik, tanıtım konuşmaları dinledik, fotoğraf ve videolar çektik, yolumuza devam ettik.

Bir kasabada durup kulpsuz fincanlarla kahve içmemizi ve benim yüz bırr ödeyerek aldığım beş kilo muzu paylaşmamız güzeldi.

Dümdüz ovalardan akıp giden tek şeritli; ama çok düzgün bir yoldan, sağ ve sol taraflarda uzanan yemyeşil tarlaları, bahçeleri, ağaçları, hayvan sürülerini, insanları, su taşıyan eşekleri, yayılan sürülerini seyrederek devam ettik yolumuza. Yol kenarındaki bir otelde kısa bir mola verdik, çay içtik, ikindi ve akşam namazlarımızı kılıp Hawassa’ya doğru devam ettik.

Hawassa oldukça modern, üniversitesi olan, turist çeken bir şehir. Sabah kahvaltıdan sonra kısa bir şehir turu yaptıktan sonra Addis Ababa’ya doğru yolculuğumuzu sürdürdük. Akşam oldu, karanlık bastırdı, her taraf ıssızlaştı. Yol kenarlarındaki evlerde de, yollarda da aydınlatma olmadığı için yollar daha da ıssız geliyordu bize. Geç vakitlerde aynı otele, Ambassador Otel’e vardık. Odalarımıza yerleştikten sonra aşağıya indik, birlikte yemek yedik ve sohbet ettik.

Sabah erken saatte otel civarındaki caddelerde dolaştık bir süre. Bir daha ya nasip. Elçiliklere ve kiliseye doğru yürüdük ve geriye geldik. Bugün Addis Abbaba’da son günümüz. Onun için de çok iyi değerlendirmek istiyorduk; ama benim iki gündür süren rahatsızlığım artarak devam ediyordu. Üstelik hava yağışlı ve soğuktu.

İlk önce Etiyopya Milli Müzesi’ne, ardından kral sarayından oluşturulan bir müzeye gittik. Gerçekten Etiyopya Milli Müzesi görülmeye değer bir müze. İçerisinde üç milyon iki yüz yıl gerilere uzanan eserler barındırıyor. Öğrenci gruplar da gelmişler müze ziyaretine. Onlarla kaynaşıyor, fotoğraflar çekiliyoruz. Yağmur gittikçe şiddetini artırıyor. Yağmurla birlikte benim rahatsızlığım da artıyordu. Artık bir an önce günün geçmesinden ve evime dönmekten başka şey düşünemez oldum. Ama Addis Ababa oldukça bükük bir kent, gezilecek ve görülecek çok yeri var ve buralı arkadaşlar da vakti iyi kullanarak bizlere daha çok yer gösterme gayretindeler.

Daha sonra yeni yapılmakta olan bir camiye gittik. Öğle namazından sonra da şehri yukarıdan gören tarihi manastıra götürdüler. Hristiyanların bu ülkedeki geçmişleri Müslümanlardan çok daha eskiye dayandığından o ölçüde de manastırları, eserleri, etkileri söz konusu. Ancak misyonerlik teşkilatı sömürgeci Batı emperyalizminin ön keşif kolu gibi çalıştığından kendilerine olan güveni hayli kaybetmişler. Müslümanlarınsa en büyük avantajı burada başlıyordu. Bu ülkeye en son giden bizlerin oradaki insanlara bir nebze yardım ulaşmasına aracı olmaktan başka en ufak bir hesabımız yoktu. Müslümanlar bu insani tutumlarını onlara ne kadar yansıtabilirlerse o ölçüde etkili ve başarılı olacaklardır. Onu niçin de gerek Etiyopya’ya, gerekse diğer Afrika ülkelerine yardım ulaştırma bağlamında yapılan faaliyetlerde mezhepsel, tarikatçı, cemaatçi nüfuz amacı ne kadar öne çıkarsa bu güzel niyetler o ölçüde gölgede kalacaktır. Sivil toplum örgütleri oralara yardım ulaştırma amacı yerine kendi çıkarlarını öne çıkarırlarsa bu sır bozulur diye düşünüyorum. Gittiğimiz her şehirde, uğradığımız her beldede bizlerden bir şeyler uman bakışlardan dolayı çok rencide oldum. Onca insana bir şeyler götürüp dağıtmamız zaten mümkün değildi; ama bari umut da dağıtmasaydık gibi geliyor bana. Her çocuğa bir şeker, bir balon vermektense çocukların çok kalabalık olduğu yerlere sağlam toplar götürüp orada havasını basıp ortalarına atmak çok daha güzel olurdu geliyor bana. Oradaki çocukların o güzel çimenlerde oynayacakları bir topları bile yok. Oyun oynamaya oynamaya adeta oyuna karşı isteksizleşmişler. Bir koşu yaptırayım dedim, çıkış verdim ve onca kalabalıktan benimle üç ya da dört kişi koştu.

Seyahat ömrü uzatır derler. El hak doğrudur. Yolculukta geçen iki geceyle birlikte toplam altı gece ve gündüzden ibaret bu seyahatimiz anlatmakta zorlanacağım kadar çok zengin geçti. Seyahatimizin gereksiz ayrıntılarını verdikten sonra en önemli kısma gelmiş bulunuyorum. Burada sadece benim değil, herkesin söylediği; ama bir türlü öne alınamayan inceliklere değinmemiz gerekiyor.

Türkiyeden yardım kuruluşlarından geliyorlar diye insanların bir şeyler umarak bir yerlerde toplanmaları, yetimlerin durumunu öne çıkaracağız diye onları evirip çevirip fotoğraflarını çekmek ve sonra da onları boşa çıkmış umutlarla kaderlerine terk edip jiplere binip gitmek bana, beyaz adamın acımasızlığını, merhametsizliğini ve duyarsızlığını, biraz da kendini beğenmişliğini hissettirdi. İnsanlara yardım etmek çok güzel bir duygu; ama yardım edilirken başa kakmak, başa kakmak gibi durumlara yol açmak da sakıncalı. Yardım kuruluşlarının insanları bağışa teşvik etmeleri için bu fotoğraf ve görüntülere ihtiyaçları elbette vardır. Ama insani bir hassasiyeti bir an olsun elden bırakmamak gerekir. Bizler Müslümanlar olarak, sahip olduğumuz her şeyin kendi kazanımımızdan çok Allah’ın bizlere verdiği nimetler olarak görenleriz. Öyleyse Allah’ın bize verdiklerinden bizler de Allah’ın ihtiyaçlı diğer kullarına haklarını verirken çok dikkat etmemiz gerekiyor.

Etiyopya birçoklarının zannettiği gibi fakir bir ülke değil; aksine zengin bir ülke. Kışı yok, yazı yok. Hep ilkbahar mevsimi yaşayan, uçsuz bucaksız ovaları, dağları, ekilmeye müsait arazileri, akarsuları olan bir ülke. Bu ülke adeta zoraki geri bırakılmış. Burada yapılacak projeler kesinlikle bu insanların kendi ayaklarının üzerine durmayı öğrenecek faaliyetler olmalıdır. Bir araya gelmeyi, daha iyi üretim ve daha iyi pazarlama yapmayı öğrenmeliler. Dünyanın en kaliteli balı burada üretiliyor; ama satabildiklerini sanmıyorum. Hayvancılık yapıyorlar; ama hayvan burada çok ucuz. Taşıma suyla yaşıyorlar. Dümdüz ovada uzanıp giden yollar neden bakımsız? İnsan gücüyle bile neredeyse olabilecek işleri de becerememişler. Öyleyse burada insanlara birlik olmayı, birlikte üretmeyi, birlikte başarmayı öğretmek gerekiyor. Fakirleri bir tarafa, zenginleri de kötü evlerde oturuyorlar. Koca koca çifte minareli camiler yapıyorlar; ama yanı başına bir tane tuvalet, bir abdest alma yeri yapmıyorlar. Yani bunu ihtiyaç olarak görmüyorlar. Etiyopyalılar çok İyi insanlar. Hiçbir yerde kavga, hır gür görmedik. Çok sevimli insanlar. Öyleyse burada eğitim sorunu da yok. Burada öğrenim, öğretim sorunu var. Oraya bu dini cemaatler hep cami, Kur’an kursu ve benzeri yerler açmaya çalışıyorlar. Oradaki insanlara daha güzel evler, daha güzel meyveler, daha verimli hayvanlar, su şebekesi, taşımacılık olacaksa birkaç köyün birleşip bir tanker alması ve yerleşim yerlerine büyük su sarnıçları yaparak tan kerlerle doldurarak bu zavallı eşekleri de, insanları da bu su taşımacılığından kurtarmaları pekâlâ mümkün.

Bu kurban bağışı o kadar büyüdü, o kadar genişledi ki, hiç adı sanı duyulmamış dernekler, kuruluşlarla karşılaşıyoruz. Elbette bütün bu kuruluşlar karşı tarafta da benzer partner kuruluşlar bulmakta zorlanmıyorlar. Hayvan çok ucuz olduğu için hem buralara gönderilen görevlilerin otel, ulaşım, yeme-içme masrafları karşılanıyor, hem o kuruluşlara, hem bu taraftan bağış devşiren kuruluşlara kar kalıyor. Aynı hayvanlar alınıp bağışçılar adına kurban kesildiği halde kuruluşların verdikleri fiyatlar çok farklı. En pahalı olanı da Diyanet İşleri Başkanlığı olduğunu görüyoruz; ama en çok bağışı da gene Diyanet İşleri Başkanlığı almış. Neden? Demek ki halkımız duyarlı. Öyle her önüne gelene güvenmiyor. En çok da Diyanet İşleri Başkanlığına güveniyor. Başkanlık bu güveni, hisse parasını yüksek tutarak ranta çevirmek yerine daha da düşürerek bu alanda etkinliğini artırma yoluna gitmelidir.. Hisse başına altı yüz liralardan üç yüz liralara kadar düşüyor bu fiyatlar.
Bu işe bir çekidüzen, bir kontrol gerekiyor şüphesiz. Çünkü adı Müslüman olan herkes maalesef güven vermiyor. Ortadoğu’da kelle kesen, kafa koparan teşkilatlar da var, çok iyi niyetli kuruluşlar da var. Bunlar ayıklanmazsa çok yakında buralarda at izi it izine karışır gibim geliyor bana. Halkının yarısı Müslüman ve diğer yarısı Hristiyan olan Etiyopya’nın nüfusu yaklaşık yüz milyon. En ufak bir karışıklıkta işi terör kapsamına sokar ve bundan başta oradaki o fakir fukara zarar görür.

Deniz Feneri Derneği yardım kuruluşları içerisinde en büyük güven ve etkiye sahipti. Bilindiği gibi FETÖ ilk darbeyi onlara vurmuş, bir katakulliyle Derneği saf dışı edip kendi kurdukları derneği onun yerine kaydırmışlardı. Bu bir operasyondu. Her yönüyle anlaşılmış, deşifre olmuş olmasına karşın aldığı yara hala devam ediyor. Onun için dernek mensupları o eski güveni kazanmak için çok daha titiz çalışmalılar.

Deniz Feneri Derneği daha önce düzenlediği ve tebliğlerini de üç cilt halinde kitaplaştırdığı “ Uluslararası Yoksulluk Sempozyumu’nun güncellenmesi, orada alınan kararların gözden geçirilmesi ve çağın gereksinimlerine uygun yeni kararlar alınmasına zemin hazırlaması gerekir. Projelerin desteklenmesi, para gönderilmesi yetmez. O kadar cami gezdik. Hiç birinde tuvalet yok, abdest alma imkânı yok. Bu olacak iş midir? Cami olmasa da olur; ama tuvalet ve abdest alma imkânları sağlanmalıdır.

Yılda bir kere insanların boğazından et geçecek söylemiyle kurban organizasyonları yeterli değildir. Madem bu ülkede fakirlik var, sefalet var, alt yapı sorunları var, su sorunu var, beslenme ve sağlık sorunları var. Bu alanlarda projeler geliştirilmelidir.

 

 

 

 

 

 






YORUMLAR

Fatih Arabacı
14-10-2017 20:06:00

Teşekkürler Hayri hocam gerçekten meseleyi ele alış tarzınız çok iyi. Çok isabetli fikirlerinizin var. Yaşanan yoksulluk ve eğitim öğretime dair de fikirleriniz de kayda değer. Kalıcı çözümler üretilmeden bu durumdan çıkmak da zor..

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
FOTO GALERİ
YUKARI