Bugun...


HAYRİ BOSTAN: Göç (23 Nisan 1972)
Yuvacık Barajı’nın arıtma tesisleri planlanmıştı. Her şeyimizi aldılar. Kırk dönüm kadar bir araziye karşılık üç dönüm bir yer ve iki katlı bir ev satın aldık. Orada da ’99 Marmara Depremi vurdu. Evimiz yıkıldı. Canlarımız gitti. Yıkıldık ki ne yıkıldı…

facebook-paylas
Tarih: 17-04-2019 22:45
HAYRİ BOSTAN: Göç (23 Nisan 1972)

İlkokula başladığımda köyümüze araba yolu henüz yapılmamıştı. İlkokul binamız o yıl yapılmıştı. İnşaatın bütün malzemeleri atlarla ya da insanların sırtında taşınmıştı. O yıl hem okul yapılmış, hem de köyümüze yol vurulmuştu.
Çetin doğa koşulları vardı köyümüzün. Arazilerimiz dik bayırlardan oluşuyordu. Çayırlar, tarlalar, kışlık odun işleri, değirmene mısır götürme, öğütüp geri getirme, çarşıya-pazara gitme hep insan sırtında yük taşınarak yapılıyordu. Köyün tarlalarında sadece mısır yetişirdi. Genellikle de mısırlar olgunlaşmadan kar yağardı üzerlerine. Komşularımızın çoğu yetiştirdiği mısırla bir yılı geçiremez, satın almak zorunda kalırlardı. Köyde satın almadan kendi ürünüyle bir yılı çıkaranlar zengin sayılırlardı.
Ekmeğimizi elde ettiğimiz mısırın yanında kuyular dolusu patatesimiz, küpler dolusu pekmezimiz, variller dolusu turşumuz, çuval çuval cevizimiz olurdu. İneklerimizden elde ettiğimiz süt, yoğurt, tereyağı, ayran da bol miktarda olurdu. Satılmadığı için hepsini kendimiz tüketirdik. Ayrıca dedemin petekleri vardı. Kara kovan peteklerin balı çok kaliteli olurdu. Şimdi asla bulunamayacak kalitede bal üretilirdi. Temel gıdamız patates haşlaması ve mısır ekmeği idi…
Babam beni ilk defa çarşıya götürdüğünde sanırım altı ya da yedi yaşlarındaydım. Sabaha birkaç saat kala yola çıkmıştık. Babam, içine gaz yağı doldurduğu bir şişenin ağzını çamurla sıvayarak ve içine bir fitil yerleştirerek elde ettiği meşale ile sabaha kadar patika yollardan yürümüştük. Elimizdeki meşale ile hareket ettikçe hareket eden gölgeleri korkunç canavarlar sanıyor, babamı da ürkütüyordum çıkardığım seslerle.
Uçarsu Köyüne indiğimizde ilk defa karanlıkta bir araba gördüm. En çok tekerlekleri beni etkilemişti. Hala araba tekerleri beni o sabahki duygularıma götürür. Bu asla anlatılamaz bir duygudur. Bir saat daha yürüdükten sonra nahiyemize varmıştık. Henüz sabah olmamıştı. Babam beni çuvallarımızın yanına bıraktı ve sabah namazı için camiye gitti. Sıralanmış eski model arabalar karşımda gözlerini bana dikmişlerdi. Onları canlı birer varlık olarak hayal ediyordum. Kötü köy yollarını geçip şose yola vardığımızda masmavi Karadeniz de atlas gibi serilmişti gözlerimizin önüne. Beyaz beyaz dalgaları, dalgalarla oynaşan kayıkları ilk defa görüyordum. Her şey bir rüya gibi, bir masal gibiydi.
İlkokulu bitirdikten sonra ortaokula gitmek istememe rağmen babam gönderememişti. Bu koşullarda beni okutmaları mümkün değildi. Bu köyde çakılıp kalmak istemiyorduk. En azından şehirde bir işe girsek diye hayal ediyorduk. Babam önce ağabeyimi bir fırına çırak olarak verdi. Ardından ben de gitmek istiyordum; ama babam Kur’an okumayı ve Yasin Suresini ezberlemeyi şart koşuyordu. İnekleri çayırlarda güderken halamın kurban derisi parasıyla satın alıp hediye ettiği Kur’an’ı Kerim’den Yasin Suresini ezberlemeye çalışıyordum. Bir türlü başaramıyordum. Ezberimi yapacağıma söz vererek beni de fırına göndermeleri için onları razı ettim.
Hiç unutmam. Ayda beş yüz on lira maaş alıyorduk. İkimizin maaşı bin yirmi lira yapıyordu. Yirmi lirasını harçlık yapıyor, bin lirasını babamıza veriyorduk.
O yıl sanırım babamın en mutlu yılıydı. Biz çalışıyor para gönderiyorduk. Onlar da köydeki işleri yapıyorlardı.
Kardeşim küçük olduğu ve okul da hayli uzak olduğu için onu babam öğretmenin yanına vermişti.
Ailemiz yavaş yavaş dağılıyordu.
Ailemden gizli, bazı arkadaşların teşvikiyle çocuk başıma ortaokula yazılmaya karar verdim. Gündüz okuyacak, gece çalışacaktım. Ne zaman uyuyacağımın hesabını bile yapamamıştım.
Trabzon’daki okullar Akçaabatlı olduğum için ancak oradaki okullardan birine gidebileceğimi söylüyorlardı. Çok uğraştım; ama o da olmadı.
Sonunda nahiyemizdeki okula yazıldım. Okul da bir apartmanın zemin katındaki dükkânlardan ve birinci kattaki daireden oluşuyordu. Ailemden uzak, tek başıma bir süre teyzemlerde kaldım. Teyzemlerin evi müsait olmadığı ve çok da uzak olduğu için okula yakın bir tanıdığımızın tütün damının altındaki toprak bölümde kalmaya başladım. Orada yaşadığım yalnızlık, gariplik, sefalet bir roman olur.
Babam baktı ki çocukların biri şehirde fırında, biri ilkokul öğretmeninin yanında, biri nahiyede tek başına okumaya çalışıyor. Ailesini toparlamak ve bu köyden kurtulmak için kararını vermişti.
İzmit’te bacanağı vardı. Onların yanına gitti ve oralardan bir yer aldı. Yakında göç vardı. Bense geceleri başımı yastığa koyunca gideceğimiz yerlerde ata binmeyi, düz çayırlarda at koşturmayı hayal ediyordum.
Bizi hangi sürprizlerin beklediğini bilmiyorduk. Kader ağlarını örüyordu.
Yağmurlu bir günde ineklerimizi, eşyalarımızı sırtımızda bir saatlik yola taşımıştık. İneklerimizi, danalarımızı da sürüp götürmüştük. Halamın eşinin kamyonu vardı ve İzmit’e bizi o götürecekti. Yağmurun altında inekleri ve eşyaları düzensiz bir şekilde kamyona yükledik. Çok sevdiğimiz Sivas kangalı bir köpeğimiz vardı. Onu köyde bırakmak zorunda kaldılar. Babam: “Keşke köpek olsaydım da bir gözüm de kör olsaydı” demiş. Doğup büyüdüğü, kırk beş yaşına kadar yaşadığı köyünden kopmak, ayrılmak çok zor gelmişti ona ama babam bunu başardı. İyi ki de basardı. Çoklarının başaramayacağı zor bir işi başarmıştı.
Ertesi gün eniştemiz kamyona bir düzenek yaptı. Kasayı iki kat haline getirmişti. Zemine inekleri ve danaları yükledi. Üstüne de eşyaları ve otları yükledi. Şoför mahalline babam ve annem bindiler. Küçük kız kardeşim de annemin kucağında bebekti. Bizler de kasaya, hayvanların arasına, boşluklara yerleşmiştik.
23 Nisan 1972 yolda geçmişti. Bugün hesap ettim. 47. Yıl oluyor. Rahmetli babam 46 yaşında, annem 34 yaşında, ben de 14 ya da 15 yaşındaydım. Ama nüfus kaydına göre 12 yaşında, orta birinci sınıfta bir öğrenciydim. Ayrılmak zorunda kaldığım nahiye okulunda sadece Türkçe ve matematik öğretmeni vardı. Bütün dersler boş geçmişti. Okulların kapanmasına iki ay kadar zaman vardı. Gece gündüz çalıştım, eksiklerimi tamamladım, bütün ders defterlerini arkadaşlardan alarak temize çektim. İngilizce olan yabancı dilim de burada Fransızca olmuştu. O defterlerim hala duruyor.
Trabzon’dan nasıl çıktık, Armenik Dağı’nı nasıl aştık, onca yolu nasıl bitirdik, çok iyi hatırlamıyorum. Ama 23 Nisan Çocuk Bayramı yolda geçmişti. Onu hiç unutamıyorum.
Yoksulluk içimizde mi, dışımızda mı, bilmiyorum. Ama galiba kaderimizde. Tamamen yabancısı olduğumuz bir memlekete göç etmiştik. Teyzemlerden başka kimseyi tanımıyorduk. Onların da varlıkları ve yoklukları eşit insanlardı doğrusu. Babam satın aldığı bu arazileri, çok çalışarak imar etti. Fındık, elma, armut, erik, incir ve benzeri çok meyveler yetiştirdi. Dağ başı gibi bakımsız bu yerleri bağa bahçeye çevirdi. Ne şans ki buralara da Yuvacık Barajı’nın arıtma tesisleri planlanmıştı. Her şeyimizi aldılar. Kırk dönüm kadar bir araziye karşılık üç dönüm bir yer ve iki katlı bir ev satın aldık. Orada da ’99 Marmara Depremi vurdu. Evimiz yıkıldı. Canlarımız gitti. Yıkıldık ki ne yıkıldı…
Kendimiz kıt imkânlarla okuduk. Çocuklarımızı okuttuk. Yaralarımızı sardık.
Güzel ülkemizin en doğusundan en batısına göç etmiştik. Buralarda hiç çevremiz yoktu. Ne yapabildiysek Allah’ın inayetiyle kendimiz yaptık. Artık kök saldık buralara. Dünya güzeli torunlarımız, yeğenlerimiz var şimdi. Otuz beş yıl hasbelkader öğretmenlik yaptık. On dört yıl İstanbul’da öğretmenlik yapmak apayrı bir çileydi. Ülkede konut kıtlığı, yoksulluk yıllarıydı. Maaşımın tamamına yakınını vererek, çok kötü bir gecekonduda oturabiliyordum. Metin Erksan’ın “Acı Hayat”ındaki gibiydi İstanbul. Şu farkla ki bize piyango vurmamıştı.
Acıların da, yoksulluğun da, nankörlüğün de, sadakatin de en güzelini yaşadık. Şimdi geriye dönüp baktığımda yasadıklarımı bir insanın yaşayabileceği en unutulmaz maceralar olarak görüyorum. Şüphesiz nimetler de, külfetler de Allah’ın birer imtihanı bizler için. Şükürler olsun.


Hayri BOSTAN
[email protected]
 






YORUMLAR

Abidjanlı
17-04-2019 23:13:00

Bir solukta okudum. Kalemine sağlık

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
FOTO GALERİ
YUKARI