Bugun...


HAYRİ BOSTAN: Gözlerimi Yumup Bakıverdim Geçen Yıllara - Taşralı Kafası ya da Kasaba Uyanıklığı
Bir dönem boyu bir derse bir kerecik girmediği halde en yüksek notları verebilen bir insandan ne öğretmen olur ne de idareci olur. Olsa olsa küçük saltanatlarını sürdürmeleri için bir fırsat olur. Milli eğitimde o adamın bu işin başında olduğu sürece, imam hatip okullarında bu beyinsizlerin ve kasaba uyanıklarının olduğu sürece bu okullardan kimse bir hayır beklemelidir.

facebook-paylas
Tarih: 29-07-2017 17:52
HAYRİ BOSTAN: Gözlerimi Yumup Bakıverdim Geçen Yıllara - Taşralı Kafası ya da Kasaba Uyanıklığı

Bin dokuz yüz doksan altı yazında Anadolu İmam Hatip Lisesi öğretmenliği sınavını kazanmış olarak İzmit’te atandım. İlk deneyim olarak, kazanmış bulunduğum Anadolu İmam Hatip Lisesi öğretmenliği hakkımı gasp ettiler ve normal bölümde beş yıl devam ettim. Benim yerime okul müdürü sınava girmemiş olmasına karşın kendi adamı olan başka bir öğretmeni almıştı. Din öğretimi genel müdürüyle de arası iyi olduğundan istediğini yaptırabiliyordu. Sınav kazanmış bir öğretmenin hakkını gasp etmek vicdanlarını hiç rahatsız etmemişti. Uğradığım ilk haksızlık buydu ve arkası da geldi. O müdür okulda başkalarının da canını yakmıştı ki okuldan ayrılırken bir öğretmen herkesin içinde “hakkımı helal etmiyorum” deyince çok şaşırmış ve üzülmüştüm. Yüksek İslam Enstitüsü, ilahiyat fakültesi bitirmiş, din hizmeti vermek üzere görev yapan bu insanlar belli ki birbirlerinin hakkına girmekten çekinmiyorlardı.
Bahsettiğim bu nefis putunun kölesi müdüre bir gün: “Darıca Kuş Cenneti’ne bir gezi düzenleyelim. Sarıyer’deki arkadaşlara da söyleyeyim, onlar da öğrencileri getirsinler. İki okul öğrencileri orada tanışsınlar, kaynaşsınlar ve bu iki okulu kardeş okul yapalım” dediğimde bana: “sen gelinlik çağdaki kızları geziye götürmenin fetvasını getir, ben de senin teklifini kabul edeyim” deyince kelimenin tam anlamıyla şok olmuştum. Sarıyer’de bu tür olaylar pek yaşamamıştık. Orada arkadaşlarımızla olsun, öğrencilerimizle olsun, velilerimizle olsun, çok sıcak ve dostane ilişkilerimiz vardı. Ama İzmit çok farklıydı. Burada kendilerini okulun sahibi ve asil elemanları görenler vardı. Sistemlerini iyi kurmuşlardı. Öğrencileri korkutup sindiriyorlar ve istediklerini yaptırıyorlardı. Müdür yardımcıları yoklama fişlerini öğrencilere işletiyorlardı. Kendiişlerini öğrencilere yaptırınca da yapacak işleri kalmıyordu. Müdür Yardımcılarının odalarına rahatça girip çıkan öğrenciler sınıflarda kendilerini adeta torpilli görüyorlardı ve öğretmenleri saymıyorlar, uyumsuz davranışlar yapıyorlardı. İyi sınıfları kendi kafadarlarına, kötü sınıfları kendilerinden görmediklerine vermeler, öğrencileri öğretmenlere karşı kullanmalar, programlarla oynamalar ve benzeri işler sıradan uygulamalardı. Onun için öğretmenlerin çoğu idare yalakası olmuştu. Olmayanların da burunları sürtülünüyordu.
Bu arada yerlerimiz su arıtma tesislerinin yapılması dolayısıyla istimlak edilmişti. Bir yandan o işlerle uğraşıyordum, bir yandan da okuldaki olumsuzluklar yüzünden yoruluyordum. Bir de, Sarıyer’de öğrencilerimizle çok kalıcı dostluklarımız oluyordu. Burada ise okulu bitirip giden bir daha geri dönüp bakmıyorlardı. İstimlak nedeniyle eski yerimizi tahliye etmek, yeni yer almak ve oraya yerleşmek, inşaat işleri derken, satın aldığımız evin üzerine iki kat çıktık, dördüncü katı kendimize yaptık, oraya taşındık ve on beş gün sonra “17 Ağustos Marmara Depremi” vuku buldu.

Darmadağın olmuştuk. Bu büyük bir travmaydı bizim için. Can kayıplarımız oldu, kardeşim, eşi ve en büyük kızları depremde öldüler. İki tane çocukları geride kaldı. Dört katlı evimiz hasarlandı ve daha sonra yıkıldı. Derlenip toparlanmamız uzun zaman aldı. Deprem anılarımızı ayrı bir bölümde anlatacağım.

İzmit’te ve belki başka yerlerde de imam hatip liselerinde durum yirmi sekiz şubat öncesi çok daha iyiydi. Bu okulların orta kısımları vardı. Kapıdan giren bir öğrenci yedi yıl bu okulda okuyordu ve daha iyi uyum sağlıyordu. O öğrencilerimizle çok güzel anılarımız oldu. Mezun olduktan sonra da okulla ve bizlerle alakalarını sürdürenler vardı ve hala da vardır. Ama yirmi sekiz şubat sonrası ilköğretimden mezun olup imam hatip lisesine gelen öğrenciler oryantasyon sağlanamadan mezun oluyorlardı. Dolayısıyla yirmi sekiz şubat okullarımıza on yedi ağustos Marmara depreminden kat kat fazla kötü etki ve yıkım yaptı. Bu durum bugünlere kadar sürmüştür. Şimdi yeniden imam hatip okullarının orta kısımları açıldı. Oralardan mezun olup lise kısımlarına gelecek öğrencilerle durumların çok daha iyi olacağını umuyorum.

Yirmi sekiz şubat öncesi dönemlerde tanıdık belediye başkanlarından ücretsiz otobüs temin ederek öğrencilerimizle çok güzel geziler yaptık. Öğretmen öğrenci ilişkilerimiz çok daha verimli ve güzeldi; ama Sarıyer İmam Hatip Lisesi ile asla kıyaslanacak durumda değildi. Bir taşra özelliği olarak tanımladığım bu durum İstanbul’dan çok farklıydı. Müdür yardımcılarının kapılarında ikişer nöbetçi öğrenci bulundurmaları, işlerinin çoğunu öğrenciye yaptırmaları, istedikleri gibi at oynatmaları gibi bir saltanat durumları gözleniyordu. Birisini eleştirdiğiniz zaman da adeta aforoz oluyordunuz. Bu nedenle sürgüne benzeyen durumlar yaşadım. Bir yıl cezaevine derslere gönderildim. Bir yıl Endüstri meslek lisesine gönderildim. Bir yıl Halk Eğitimde görevlendirildim. Anlatmaya değmez küçük beyinli kasaba uyanıklarının ali cengiz oyunlarına maruz kaldım. O kadar ki, benim için sınıfları A’dan itibaren sıralama yerine aşağıdan yukarı sıralayıp A sınıfını bana vererek güya beni faka bastırmalar gördüm. Mesela lise üçüncü sınıflarda dört şube varsa en başarılıları D, sonrakileri C, B ve A yaparak A sınıfını bana veriyor ve sonradan fark ediyorum ki bu A sınıfı en başarısız öğrencilerden oluşmuş. Bunu yapan kasaba uyanığı da bundan derin bir haz alıyor olmalıydı.  Dahası, o sınıftaki en aptal öğrenciyi dersimi sabote etmesi için görevlendiriyor, öğrenci akla ziyan işler yapıyor, karşı geliyor, her türlü edepsizliği yapıyor ve bir de bakıyorum aynı öğrenci müdür yardımcısıyla odasında satranç oynuyor. Böyle bir şahsiyet fakiri adamı şimdi bir de bir okulun başına müdür diye koymuşlar. Adam Cuma namazlarından başka camiye, mescide uğramaz, her türlü sululuk ve ciddiyetsizlik onda. Belli adamları vardır ve onlarla iş tutar. Kendine alternatif; yani kendini eleştirenleri de bir takım basit yöntemlerle yormaya çalışır. Bu iş için öğrenci kullanmak da en baş yöntemi. Bu adamı bu okulun başına koyana sorsanız en mücahit, en çok çalışan kahraman adamdır. Adeta bütün bu mantıksız, tutarsız davranışlarından dolayı ödüllendirilmiş ve imam hatiplerden sorumlu idareci durumuna getirilmiştir. Bu adamların bu okullarda başarıyı yakalamak diye bir dertlerinin olduğuna inanmıyorum. Hep öğrenciyi şımartan, ders yapanların cezalandırıldığı, yalakalarınsa ödüllendirildiği bir anlayışı getirdiler. Bin dokuz yüz doksan altı yılından beri görev yaptığım bu okulda Arapça dersleri, zümreleri genellikle benim üzerimde olurdu. Bu sene bir adım daha ileri giderek bana bir sınıf bile Arapça verilmedi. Yani demek istiyor k, “sen Arapça biliyormuşsun, hiç önemli değil. Sen vazgeçilmez değilsin.” Peki, kaybeden kim oluyor bu durumda, onu bilemem ama benim bir kaybımın olmadığı kesin.

İŞİMİ YAPMAKTAN DEĞİL YAPAMIYOR OLMAKTAN YORULDUM

“İşimi yapmaktan değil, yapamıyor olmaktan çok yoruldum” ve emekli olmaya karar verdim. Bana soranlara da kesinlikle aman çocuğunu imam hatip okuluna ver” diyemiyorum. Bir dönem boyu bir derse bir kerecik girmediği halde en yüksek notları verebilen bir insandan ne öğretmen olur ne de idareci olur. Olsa olsa küçük saltanatlarını sürdürmeleri için bir fırsat olur. Milli eğitimde o adamın bu işin başında olduğu sürece, imam hatip okullarında bu beyinsizlerin ve kasaba uyanıklarının olduğu sürece bu okullardan kimse bir hayır beklemelidir. Neredeyse çıplak vaziyette okula gelen öğrencilere bir şey söylenmezken başörtülülerin, rengi şusu busu neden gösterilerek kapıdan çevrilebildiği bir okul buraları artık. Bir tane küçük beyin ve iki tane modern bayanın yönettiği okula bir de başörtülü bir yardımcı aldılar. Kamuflaj için olduğu apaçık ortada. Çünkü hiçbir etkinliği ve varlığı yok ortalarda. Fetö’cüler okulda cirit atıyor; ama doğrusu okul müdürü ne on beş temmuz öncesi, ne de sonrası onlardan kesinlikle rahatsız değil.
Bunu nereden biliyorum? Birçok delilim var.
Geçen sene on beş temmuz öncesi Ak Partili belediye başkanı öğretmenlere bisiklet dağıtıyor; ama fetöcüler bu olayı sabote etmek istiyorlardı. İstiyorlar ki bakan düzeyinde katılım olacak bu dağıtım törenine kimse gitmesin ya da katılım az olsun. Okul müdürü whatsapptan mesaj çekiyor. “Oraya kadar gitmenize gerek yok. Falan öğretmen temsilen gidip okulumuzu temsilen bir bisiklet alacak. Herkesin bisikleti okula gelecek.” Buna tepki gösterdiğim için çok kızdılar çok. Kötü niyetli olmasa sadece gitmek mecburi değil yazması gerekirdi; ama o “gitmenize gerek yok” diyerek provokasyona alet oluyordu.
Bu yıl ikinci dönem yapılan veli toplantısı sonrası okul müdürü okulun en yaşlı ve kıdemli öğretmenlerini odasına çağırdı. Biz önce, “herhalde bizimle bir konuyu görüşecek, fikrimizi alacak, bir mesele danışacak” zannettik. Velilerin bizlerden şikâyetçi olduklarını söyledi. Yani fetöcülerden, sosyalistlerden, ateistlerden, bu okulları toplumumuzda birer ur olarak görenlerden kimsenin bir şikâyeti ya da sıkıntısı yoktu... Şikâyet bizdendi. Neden? Çünkü bizler öğrencilerimizin bir şeyler öğrenmeleri için yırtınıyorduk. Sadece bu okullarda güzel şeyler öğretiliyor sanarak çocuklarını bu okullara verenlere, bir de heba olan bu çocuklara acıyorum doğrusu.
Yapılan şey sadece ve sadece “burada güzel işler yapılıyor” görüntüsü vermek. Yan i sadece göz boyamak.  Ama son yıllarda uygulanan ÖSYM sınavlarında başarının sürekli düşüşte olduğunun itirafı her şeyi ortaya koyuyordu aslında. Kabul etmeliyim ki bunu çok da güzel yapıyorlar.

Sene başında bütün öğrencileri sınıf sınıf toplayım onlara neler söylediğini tahmin edebiliyorum: Hangi öğretmenden ne şikâyetiniz olursa hiç çekinmeyin, bana gelin” diyordur. Sonra da kendisi, arasının iyi olduğu öğretmenlerden bir şikâyet gelse o şikâyet eden öğrencileri analarından doğduklarına pişman olacak şekilde hırpalar. Ama hoşlanmadığı, kendisine yalakalık yapmayan, eleştirenlerle ilgili dilekçeleri de güya vakti zamanı geldiğinde o öğretmenin aleyhinde kullanmak üzere kenara koyar. Sindirme, yıldırma, bıktırma, göz açtırmama taktikleriyle saltanatını kuvvetlendirme. Saltanat dediğin de kenar mahalledeki bir okulun müdürlüğü işte. Bu tipler ya daha önemli yerlere gelse olacakları düşünün.

Mesleğimin otuz beşinci yılında bu sene o kadar bunaldım ki, “bir araba çarpsa bana da bir ayağım, bacağım kırılsa, üç beş ay yatakta kalsam” gibi şeyler bile geçti içimden desem yalan olmaz. Bizler bu öğrencilerin gözünden nasıl da düşürülmüşüz. Nasıl oluyor da sınıfta her türlü rezaleti yapan, her derse çekirdekle, çayla, yiyeceklerle gelen ve sınıfı adeta ahıra çeviren bu tipler bu kadar cesur ve küstah olabiliyorlardı? Amanallahım!..  İnşallah başıma daha kötü bir çorap örülmeden emekli olup özgürlüğüme kavuşmak istiyorum. Her sınıftan ayartılmış birkaç öğrenci bunu ısrarla yapıyorlar. Her türlü pisliği yapıyorlar ve üstüne üstlük bir de dilekçe verip benden şikâyetçi de oluyorlar. Müdür de dilekçeyi sumenin altına koyup güya gözdağı veriyor, bir tehdit aracı olarak kullanıyor. Kulaklıklar kulaklarında, cep telefonları ellerinde, zevzekliğin bini bir para. Ve bunlar imam hatipli Müslüman aile çocukları öyle mi? Gün sayıyordum, adeta şafak sayıyordum. Az kaldı. Allah’tan hayırlısı. Bu gidişle yakında bunların foyası çıkar da onca çocuk heba olduktan,  “Bade harabı Basra’dan sonra.”
Bir okul müdürü koskoca makam odasının arkasına neden zula bir yer yaptırır ve orayı ne için kullanır? İnşallah ortaya çıkacaktır. Müdür masalarının üzerine bir etiket yapıştırılır ve üzerine “Bu masanın çekmecelerinde hizmete özelin dışında hiçbir şey yoktur” gibi bir ibare olur. Gerek merkez imam hatipte, gerekse burada bu gizli oda hangi amaçla kullanılır, merak eden var mıdır? Denilebilir ki “adam sigara içiyor, devamlı dışarı çıkamıyor da orada içiyor.” Ben de diyorum ki, bu tamamen, orada yürüttüğü kirli işlere bir kamuflaj mazeretidir. Orada kesinlikle başka işler çevriliyor. Dilerim Allah’tan, yaptıkları haksızlıkların, rezilliklerin ve zulümlerin dünyadaki bir karşılığı olarak deşifre olsunlar ve rezil olsunlar.
 O kadar bunaldım ki artık askerde ya da hapishanede şafak sayar gibi gün saymaya başladım. Allah’a şükür, yılsonuna ulaştık ve emeklilik dilekçemi verdim. Otuz beş yıldır Arapçaya bunca emek vermiş, çalışma yapmış bir öğretmene Arapça dersi vermeyerek kimin patron olduğunu da göstermiş oldular. Ben de bu basit, bu zavallı, bu her türlü insani erdemden yoksun beyinsizlerle daha çok kendime eziyet etmemek için emeklilik dilekçemi vermiş bulunmaktayım. Kafayı taktığı öğretmene karşı beyinsiz bazı öğrencileri bile kullanabilen bu ahlaksızlardan daha fazla kötülük gelebilir, bir iftiraya kurban gidebilirim endişesine bile kapıldım.
Onca heba olup giden öğrenciye karşılık bir derece yapmış bir öğrenciyi okulun önünde afişe ederek bütün kusurlarını ne zamana kadar kamufle edebilecekler? Bu işlerin başında bulunanların hepsi çok basit numaralarla aldatılmaktadır. Bir gün birisi çıkar ve o okul müdürü odasının arkasındaki daracık zulanın ne işe yaradığını, niçin yapıldığını sormasına kadar bu işler böyle devam eder. Adam yerine konulmuş hissi verilerek yanına çekilen ergene istediğin her şeyi yaptırabilirsin. Allah korkusu da yoksa her şey serbest hale gelir. Bazı öğrencilerin derslerimde sergiledikleri aşağılık, terbiyesiz, küstah, bir türlü laf anlatılamayan, bir türlü kontrol edilemeyen davranışları bana bunları bile düşündürmüştür. O çocuklar ne olacaklar. Ne üniversite kazanabilirler, ne evlenip yuva kurup mutlu olabilirler, ne de başka bir baltaya sap olabilirler. Ama kimin umurunda. Dilerim Allah’tan, bütün kurnazlıklarını, hilelerini, hut’alarını Allah başlarına geçirsin bunların. Âmin!






YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
FOTO GALERİ
YUKARI