Bugun...


HAYRİ BOSTAN: Neden bir sivil toplum kuruluşunda çalışamam?
Bir caminin çok sevdiğim, saygı duyduğum bir imamı var. Bir akşam namaz kılarken çorabının birinin altının delik olduğu dikkatimi çekti. Bir sonraki akşam baktım, o yırtık çorap öteki ayağına geçmiş. Daha sonraki akşam baktım, gene aynı yırtık çorap… İmam tam secdedeyken fotoğrafını çektim ve whatsapptan kendisine gönderdim.

facebook-paylas
Tarih: 02-07-2019 21:36
HAYRİ BOSTAN: Neden bir sivil toplum kuruluşunda çalışamam?

Bazı vakıf ve derneklerde fahri hizmetlere talip olabilir miyim diye düşündüm. Oralarda da çok farklı durumlar oluyor. Bir ara Hollanda’ya, Etiyopya’ya, bir kere de Lübnan’a, Beyrut’a gittim. O seyahatlerimdeki izlenimlerimi yazıya döktüm. Beni davet edenler ya da oralara gönderenler yazdıklarımı okuyunca sanırım beni davet ettiklerine ya da gönderdiklerine pişman olmuşlardır. Ya da en azından beni göndermenin ya da davet etmenin iyi bir fikir olmadığı kanaatine varmışlardır. Yardım derneklerinden en çok beğendiğim ve yıllardır gönüllüsü olduğum Deniz Feneri Derneğidir. Bu beğenimin birinci sebebi, ilkeleri arasında şöyle bir şey olmasıdır:
“Deniz Feneri Derneği’nden yardım alması için birisinin ya da bir ailenin sadece ve sadece yoksul ve yardıma ihtiyaçlı olmasına bakılır. Dinine, ırkına, mezhebine, meşrebine, ülkesine, uyruğuna, cinsiyetine kesinlikle bakılmaz.
Ne kadar evrensel bir ilke değil mi?
Galiba “olduğun gibi görünmek ve göründüğün gibi olmak” o kadar matah bir durum değil. İnsanların istediği gibi olmak ya da olmaya çalışmak sanırım daha geçerli bu dünyada. İnsanlık tarihi boyunca en geçerli mesleğin “yalakalık” olduğunu bir yerlerde okumuş ya da birilerinden duymuştum; ama bunu bizzat yaşayarak öğrenmek daha inandırıcı oluyor.

Öğretmenlik hayatımda da öğrenciye bir şeyler öğretmeye çalışanların değil, onların gönüllerine gül ekenlerin, kendisine verilen ölçme-değerlendirme yetisini bu amaçla rahatlıkla kullananların daha çok sevildiklerini gördüm.
Bu tür işleri yapabilmek için fıtratınızın uygun olması gerekiyor. Benim yaradılışıma ters bir durum. Onun için bir arkadaşım bana “Bay Muhalefet” adını yakıştırdı.
Bir caminin çok sevdiğim, saygı duyduğum bir imamı var. Bir akşam namaz kılarken çorabının birinin altının delik olduğu dikkatimi çekti. Bir sonraki akşam baktım, o yırtık çorap öteki ayağına geçmiş. Daha sonraki akşam baktım, gene aynı yırtık çorap… İmam tam secdedeyken fotoğrafını çektim ve whatsapptan kendisine gönderdim. Sonraki akşam baktım gene aynı yırtık çorabı giymiş. Cuma günü geçti, akşam namazında baktım gene ayağında aynı yırtık çorap… Yani sevgili imamımız bir haftadır aynı çorapları giyiyordu ve cuma günü bile temiz çorap giymemişti. Namaz çıkışı ona bir hikâye anlatarak durumu ima etmeye çalıştım. Gene anlamamışsa doğrudan doğruya söyleyeceğim ve belki de bana gücenecek. Hâlbuki onun bu durumunu gözlemleyen onca insan var. Hoca incinebilir diye kimse söylemiyor, görmezden geliyor. Ama arkasından kim bilir neler konuşuyorlardır. Ben böyle şeylere sabredemiyorum. Birisi bana, buna benzer bir hatamı, kusurumu söylediğinde de değil ona alınmak, teşekkür etme ihtiyacı duyuyorum. Bunu buraya, kendime bir pay çıkarmak için yazmıyorum. Böyle olmalı diye düşünüyorum. Ama yazılarında ismin de haliyle dahi anlamındaki de’yi ayırt etmeyenlerin hatalarını söylediğim için bana küsenler, alakayı kesenler olmuştur. Ama benim bu huyumu bildikleri için bir yandan gücenirken bir taraftan da daha dikkatli olmaya çalışanları da gördüm.
Bunları neden anlatıyorum. En tepedeki siyasilerimiz, mevki-makam sahibi insanlarımız, yazarlarımız-çizerlerimiz, sanatçılarımız… Herkes sadece övgüden hoşlanıyorlar. Hâlbuki insanı geliştiren şey yapıcı eleştiridir. Yapıcı diyorum; çünkü karalamak, küçük düşürmek gibi kötü amaçlı saldırılarla yapıcı eleştiriyi de karıştırmamak gerekir.
 Yaptığımız iş ne kadar güzel olursa olsun insanlar güzel taraflarını değil, eksikliklerini görürler. Yayına hazırladığınız bir kitabınızda bir tane bile tashih hatası olmaması için uğraşırsınız; ama insanlar sizin verdiğiniz bu uğraşı bilmezler. Onlar sadece sizin bütün gayretinize, emeğinize, uğraşınıza, titizliğinize karşın gözünüzden kaçan hataları görürler. Bu gerçeği bilen insanlar burada bir kötü niyet aramazlar. Eleştiriyi gelişmenin en güzel ve en etkili yolu olduğunu bilir ve eleştirilerden yararlanmaya bakarlar. Ancak ahmaklar hak etsin etmesin sadece övgüden hoşlanırlar. Sevgili Peygamberimiz (sav) de bizi yüzümüze karşı övenin yüzüne toprak atmamızı tavsiye etmiştir. Ama birçokları kendisini yerli yersiz, haklı haksız övenlerin yüzüne neredeyse servet saçacak kadar mutlu olurlar.
Acaba bende mi bir gariplik var. Beni övenlerden çok eleştirenlerden hoşlanırım. Belki de her insanın fıtratında bu vardır. Ama yapıcı eleştiri ile çamur atma, karalama, ufacık bir yanılgınızı fırsat bilerek sizi hırpalamaya kalkışma arasında çok ince bir çizgi vardır. O çizgiyi gözetmek için de eleştirilerde kesinlikle kırıcı olmamak gerekiyor sanırım. Kırıcı da olmamak gerek, çok kırılgan da olmamak gerek diyelim.
İşte görüldüğü gibi fahri de olsa hizmet edebileceğim bir ortam bulamıyorum. Çünkü bana “Bay Muhalefet” lakabını yakıştıran arkadaşım çok haklı. Şu farkla ki ben bunu kasten, kötü niyetle yapmıyorum. Onun için de kendimi sadece yazı yazarken özgür hissediyorum. İbadet yaparken bile özgür değiliz yeterince. Vakit namazlarında camiye gidiyoruz diye arada gidemeyince hesap sormaya kalkanlar olabiliyor. Ama camiye aylar geçse uğramayana kimse bir şey demiyor. “İnsanlar ne der” kaygısını aşıp sırf Allah için camiye gitmek, ibadet etmek, güzel işler yapmak istiyoruz; ama bütün bunlar oradaki özgürlüğümüzü bile kısıtlıyor. Yirmi sekiz şubat dönemlerinde bir yazısında Gülay Göktürk şöyle bir şey yazmıştı: ”Beyler! Hata yapmak da demokratik bir haktır. Size ne.” Ben de diyorum ki: ”Günah işlemek de insani bir özgürlüktür. Yani günah işleme özgürlüğünüz yoksa günah işlememenin ne kıymeti kalır ki?” Bana göre en büyük günahı, kendilerini günahsız Allah dostları diye topluma lanse edenler işlemektedirler. Bunlar Tanrı’yı evrenin ağası, kendilerini de ağanın kâhyası olarak görüyorlar. Prof. Dr. Mehmet Okuyan’ın dediği gibi, kim demiş bunların Allah dostu olduğunu? Neye göre saptanmış bir ayrıcalık bu? Ama bu işler böyle yürür.
Bayram günlerinde ziyaret ettiğim kabristanlıklardan birinde şatafatlı bir kabir gördüm. Aslında ilk kez görmedim. Her gittiğimde görüyorum. Çevresindeki kabirlerden çok çok ayrıcalıklı, mermerden yapılmış, şatafatlı bir kabir. O kabirde yatanın cincilikle, insanları bu yolla kandırmakla meşhur olmuş, bu yolla hayatını yaşamış, saltanat sürmüş, servet yapmış, ölünce de böyle ayrıcalıklı bir kabre konulmuştu. Bunu biliyorum. Yani din sömürücülerinin en aşağılık durumdan olanlarından biri; ama o bu rezil durumun hem bu dünyada saltanatını sürmüştü, hem de ölünce çevresindeki kabirlerden çok daha şatafatlı bir kabre konulmuştu. Sakın ha, kimdir, nerededir diye merak edip peşine düşmeyin. Anadolu baştanbaşa böyle şarlatanların türbelerini taşır bağrında. Bunlar insanları sadece hayattayken sömürmemişlerdir. Öldükten sonra da sömürmeye devam ederler. Bu sömürünün keyfini de onların varisleri sürdürürler.

Geçenlerde bir derneğin sosyal medyada paylaştığı fotoğraflara bakıyordum. Pırıl pırıl delikanlılar. Rengârenk de giyinmişlerdi. Eşofmanlar, spor ayakkabılar, uçuşan saçlarıyla çok güzel görünüyorlardı. Fotoğraflara tek tek bakarken bir de baktım bir camide namaz için toplanmışlar. O delikanlıların hepsi başlarına sarık koymuşlar, sırtlarına da aynı renkte cübbeler giymişlerdi. Tek eksikleri sakaldı, onu da sakal ve bıyıkları terleyince salacaklardı anlaşılan.
Oraya bir cimle yazdım: Çok güzel etkinlikler yapıyorsunuz. Keşke bu gençlere sarık, cübbe giydirerek onları film setlerinden ya da tiyatro sahnelerinden kaçan figüranlara benzetmeseydiniz”
AmanAllahım aman! Bir tartışma başladı, uzadıkça uzadı. Onlara şunları yazdım: Sarık ve cübbe bir ulema kıyafetidir. Bu yaşta delikanlılara bunları giydirmek sarığın da, cübbenin de saygınlığını azaltabilir. Bu özendirmeyi kim yapıyorsa ya bunun her yönünü göremeyen biridir ya da kötü niyetlidir. Yirmi sekiz şubat döneminde Ankara girişinde, İstanbul’da Eyüp Sultan’a, Ayasofya’da ortaya çıkan uzun saçlı, sarıklı, cübbeli, ellerinde kocaman çomaklarıyla Aczimdendiler’i, Müslim Gündüz’ü, Fadime Şahin’i, Ali Kalkancı’yı anlattım; ama bana hakaretlerini artırdılar ve sonunda işi tehdit etmeye kadar vardırdılar. Neymiş? Sakal Peygamberimiz(sav)’in sünnetiymiş. Sevgili Peygamberimizin sayılarla ifade edilemeyecek o kadar sünneti varken neden özellikle bu gençleri birer palyaçoya çeviren, 14 asır öncesinde Müslümanların da Müslüman olmayanların da giydiği, iklim şartlarının gerektirdiği kıyafette ısrar ediliyordu? Çünkü belli bir tarikatın kendini belli etmesi, reklam etmesinin olmazsa olmazı sarık, sakal ve cübbe üçlüsü. Kadınlarda da kara çarşaf ısrarı. Hatta biraz daha takva olanların(!) peçe takması.
Görüyorsunuz ki ben ne bir sivil toplum kuruluşunda çalışabilirim, ne Arap turizminde çalışabilirim, ne hac ve umre düzenleme şirketlerinde yüz ederim, ne camilerde vaaz edebilirim, ne cincilik-falcılık yapabilirim. Bu durumdan yakındığım sanılmasın. Aksine, bu durum bana göre benim en güzel meziyetimdir.
Hiç mi üzerimde baskı hissetmiyorum? Etmez olur muyum? Yazdıklarımın www.ulukanal.com adresinde yayımlanabilmesi için gene de çok dikkatli olmalıyım. Çünkü burası benim en rahat nefes alabildiğim, görüş ve düşüncelerimi en rahat ifade edebildiğim yer. Bunu da kaybedersem hepten havasız s kalırım.

 






YORUMLAR
3 Yorum

beyzat tokgöz
10-09-2019 20:46:00

Hayriciğim canım benim tam kendini tanımlamışsın yaklaşık 30 yıldır tanıdığım hayri bostan bu... kendine özgü başka birisi değil kendisi Allaha emanet ol kardeşim Yazılarını okuyacam

HAYRİ BOSTAN
04-07-2019 16:09:00

Deniz Feneri Derneğinin neredeyse kuruluşundan beri gönüllüsüyüm. Çok değerli dostlarım var orada. Çalışma biçimlerini beğeniyorum. İbrahim Uğurlu (Ramazan Abi) gerçek abimiz gibi sevdiğimiz bir insan. Beni Etiyopya'da görevlendirdiler. Sonraki yıl (geçen sene) da Lübnan Beyrut'a gönderdiler. Görevimizi elimizden geldiği kadarıyla kusursuz yapmaya çalıştık. Derneğin genel başkanı eski bir öğrencim olduğu için (Sayın Av. Mehmet Cengiz) artık beni her sene bir yere görevlendirirler diye umuyordum. Bu sene maalesef kurban bağış organizasyonu yapılan ülkeler azalmış ve talep de çok olduğu için bize görev çıkmadı. Hayırlısı olsun. Umarım buna sebep, yaptığımız bu seyahatlerden sonra yazdığım yazılar değildir.

Sıdıka biçer karakoyun
03-07-2019 01:01:00

Hocam bu bölümü diğerlerinden daha fazla beğendim.Birde yırtık çorabın akibetini de söyleseydiniz iyi olurdu.Kıyafetler ve cemaatler konusunda görüşlerimiz aynı.Size katılıyorum.Evet size sivil toplum kuruluşlarından bu dobralıkla ekmek çıkmaz.Siz yazmaya biz okumaya devam edelim.Saygilar

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
FOTO GALERİ
YUKARI