Bugun...


HAYRİ BOSTAN: Okullar Açılırken
Lise birinci sınıfta geldiğim bu okulu bitirdikten ve yıllarca dolaştıktan sonra öğretmen olarak tekrar buraya dönmüştüm. Asla unutamayacağımız nice maceralı, yoksul, sefil hatıralarımız var burada. Hala görüştüğümüz ağabeylerimiz, ölen öğretmenlerimiz, hala hayatta olanları var.

facebook-paylas
Tarih: 18-09-2018 22:58
HAYRİ BOSTAN: Okullar Açılırken

Eskiden, okulların açıldığı gün ne kadar sevinçli olurdum! İçim içime sığmazdı. Okullar tatile girerken de aksine, içim burkulur, bir hüzün çökerdi üzerime.

Dün okulların açıldığı bir gündü. Emekli bir öğretmen olmama karşın kahvaltı etmeyi beklemeden çıktım evden. Okulumuzun hemen yanı başındaki Arzum Pastanesi hayalimde canlanıyor. Yokuşu yürüyerek inerken “acaba su böreği mi, kıymalı börek mi istesem. Yanında çay mı, yoksa süt mü iyi gider. Yoksa Bedri’nin mekânına mı gitsem” diye kararsızlık hissediyorum. Okul kantinine gitsem, orada da şimdi kaşarlı tost vardır. Bir de poğaça, simit. Ama Bedri’yi görmek, arkadaşlarla karşılaşmak, kahvaltıdan sonra keyifle içilecek bir çay eşliğinde tören vaktini orada beklemek daha mı eğlenceli olur? Ayaklarım beni Arzum Pastanesi’ne çekiyor. Selamet orada mıdır acaba? İzmit İmam Hatip Lisesinin eski mezunlarından, uğrak yeri pastaneleri sayesinde herkesi tanıyan, herkesin buluşma noktası bir mekânın sahiplerinden Selamet Uzun.

Selamet yok. Kasada ağabeyi gözüme ilişiyor; ama Selamet olsaydı başka olurdu.

Böreğimi yiyip sütümü içerken caddeden gelip geçen insan yüzlerini, ağır ağır akan sabah trafiğini seyrediyorum.
Saat sekiz buçuk sularında okul bahçesine gidiyorum. Kalabalıklar arasından süzülerek Bahtiyar Camiini ayakta tutan duvarın dibindeki küçük kameriyede kendime yer arıyorum. Öğrencilerin hepsi bana yabancı. Ne ben onları tanıyorum, ne de onlar beni. Aralarında muhabbet ediyorlar.

Bundan tam kırk yıldan fazla bir zaman önce bu bahçeye adım attığımız zamanları, ondan sonraki hatıraları geçirdim gözlerimin önünden. Ne insanlar geldi geçti buradan. Ama bu bina hala aynı biçimde karşımda dikiliyor. O zamanlar bu binanın yarısı henüz yoktu. En üstteki, saçakların üstüne kondurulan kaçak kat da yoktu.
Tören gecikecek dediler. Öğrenciler içeriye akın ettiler. Ben de kantine gitmek üzere kalktım.

Bizim zamanımızda kantin şu merdivenin altındaki küçücük boşluktaydı. Bedri’nin babası Hilmi Abi işletiyordu. O zamanlar daha gençti; ama bizler henüz lise çağında delikanlılar olduğumuz için onu hep çok kart, yetişkin, babacan bir abi olarak görürdük, öyle bildik, öyle tanıdık. Zamanla Hilmi abinin adı “Hilmi Baba”ya dönüştü. “Hilmi Baba” diye bir yazı yazmıştım okul dergisine. Çerçeveletip duvara asmışlardı. Şimdi ne Hilmi Baba kaldı ne de Bedri.

Lise birinci sınıfta geldiğim bu okulu bitirdikten ve yıllarca dolaştıktan sonra öğretmen olarak tekrar buraya dönmüştüm. Asla unutamayacağımız nice maceralı, yoksul, sefil hatıralarımız var burada. Hala görüştüğümüz ağabeylerimiz, ölen öğretmenlerimiz, hala hayatta olanları var. Biz de az zamanın adamı değiliz artık. Altmış yaşını deviriyoruz.

Saygı duruşu, İstiklal Marşı, konuşmalar, şiirler ve ardından mehter şovu başlayınca ayakta durmaktan yorulmuş olarak oradan ayrıldım.

Lise birinci sınıfta bu okulda Faruk Taştekin hocamızın idare ettiği mehter takımında görev üslenmiştim. Ne tevafuk ki akşama doğru Yavuz Özışık okulumuzun ellinci yılı dolayısıyla yapımına başladığı belgeselin, Faruk Taştekin hocamızla ilgili kısa bir bölümünü gönderdi. O yıllarda “canavar Faruk” dediğimiz hocamız yorgun argın merdivenleri tırmanıyordu videoda. Çok duygulandım. Allah hayırlı uzun ömürler versin.

 
VEFA VE SADAKAT

Bizler oldukça vefakâr, sadakatli bir kuşaktık. Belki o yılların yoksulluğu ve imkânsızlıkları bizleri daha çok bağlıyordu birbirimize.

Vefalı vefa, cefalı cefa görecek diye bir kural yoktur hayatta. Eğer öyle olsaydı bizler vefakârlığın da, cefakârlığın da dibini yaşamış insanlar olarak bugün çok daha farklı bir durumda olurduk. Bu, okul açılış törenlerinde emekli olmuş öğretmenler de bir şekilde olsalar çok iyi olur diye düşünmeden edemiyorum. Öğretmenliğe başladığım yıllarda Taksim’de AKM’de katıldığım ilk öğretmenler günü kutlama programında, elinde emektar çantasıyla konuşan o emekli öğretmeni hiç unutamadım. Uzun konuşurlar diye endişe ediliyorsa onlara bir sınır konulabilir. Yeniler eskileri beğenmiyor olabilirler. Eskiler de yenileri beğenmiyorlardır kesinlikle. Ama unutmamak gerekir ki bugün hayatımızın kaçınılmaz gereksinimleri olarak kullandığımız, telefondan otomobile, konuttan ev araç gereçlerine her şeyin ilk durumları kesinlikle iptidai idi. Ama bugünkü gelişmişliği bizler onlara borçluyuz. Onları unutursak bugün sahip olduklarımızın değerini asla bilemeyeceğimiz gibi, bir gelişme de kaydedemeyiz. On altı yıllık öğrencilik, otuz beş yıllık da öğretmenlik hayatım boyunca şahsen tanık olduğum nice değişiklikler, gelişmeler oldu. Bu, hayatın kaçınılmaz güzel bir yanıdır. Her şeyi sıfırdan biz icat edemeyiz. Her şeyi deneyerek öğrenemeyiz. Onun için de eskilerin tecrübelerinden, sinemanın ve kitabiyatın imkânlarından olabildiğince yararlanmak gerekiyor.


ÖĞRETMENLİK VE SİNEMA

Çeşitli meslek gruplarında, görev alanlarıyla ilgili filimler izletildiğini, onlara izletilmek üzere özellikle filimler yapıldığını biliyoruz. Savaş filmleri, polisiye filmler böyledir mesela.
Ben de öğretmenlik hayatımda mesleğimizle ilgili filmleri takip etmeye, izlemeye ve izletmeye çok önem vermişimdir.

Bu sene Milli Eğitim Bakanlığı öğretmenlere kırk beş kitap ve elli tane de film tavsiyesinde bulunmuş. Listeye göz attığımda elbette kitaplardan birçoğunu okuduğumu, filmlerden de birçoğunu izlediğimi gördüm. Sanırım yeni Milli Eğitim Bakanının bu girişimi en çok beni mutlu etti. Çünkü zaman zaman öğrencilerime film izlettiğim için eleştiri aldığım oluyordu. Listede yer alan filmlerden birçoğunu birçok sınıfta defalarca izlettiğimi biliyorum. Ancak listede izlemediklerim de vardı. Onun için, artık emekli bir öğretmen olmama karşın izlememiş olduklarımı da izlemeye koyuldum. Çok güzel seçilmiş bu filmler içerisinde “keşke bunları listeye almasalardı” dediklerim de oldu. Öğrencilere izleteceğim filmleri önceden dikkatle izler, pedagojik açıdan sakıncalı en ufak sahnesi olan filmleri elemeye dikkat ederdim. Buna karşın çok masum ve sıradan bir sahne için çemkiren öğrencilere rastladım. Bu listede “AmericanTeacher”, “Öğretmen / Teaching Mrs. Tingle” gibi birkaç filmin sehven karıştığını düşünüyorum. Türk sinemasının efsaneleşmiş birçok filmi varken özellikle “Hababam Sınıfı” filminin bütün versiyonlarıyla listede yer almasını da yadırgadım doğrusu. Bu yadırgamam o filmlere karşı olumsuz bir kanaatimden çok, özellikle öğretmenlerin izlemesinde yarar görülen listede yer almalarıydı. Hababam Sınıfı filmleri çok sevilmesine karşın bence Türk Milli Eğitiminin hep tartışılan olumsuzluklarına daha çok olumsuzluk katmış olduğunu düşünüyorum. “İki Dil Bir Bavul” çok isabetli bir seçim olmuştur genç öğretmenler için. “Bana Güven / Lean on Me”, “İmparatorlar Kulübü”, “Koro / Les Choristes”, “Küçük Ağacın Eğitimi / The Education of Little Tree”, “Malcolm X”, “Olmak ve Sahip Olmak / Être et Avoir / To Be and To Have”, “Ölü Ozanlar Derneği / Dead Poets Society”, “Özgürlük Yazarları, Patch Adams”, “Yerdeki Yıldızlar / Taare Zameen” defalarca izlediğim ve öğrencilerime de izlettiğim birbirinden güzel filmlerdir.

Merak ediyorum. Sinemasever ve öğrencilerine film izleten öğretmenlerin eleştirildiği bir devirden sonra bu filmleri kaç öğretmen merak edip izleyecek ve öğrencilerine izletecek. Milli Eğitim Bakanlığı çok güzel kararlar alıyor, çok güzel dersleri zorunlu ya da seçmeli koyuyor okullara. Çok güzel müfredatlar hazırlanıyor, ders kitapları yazılıyor, ücretsiz olarak öğrencilerin sıralarına konuluyor. Ama uygulamada bütün bu iyi niyetli adımlar birileri tarafından adeta “gereksiz” görülerek işler genellikle ve adeta “kitabına uyduruluyor.” Bir yanlışı şikâyet etmek bizim kültürümüzde “ispiyon” olarak görülüyor ve hoş karşılanmıyor. Yeterli denetim olamıyor. Denetimi yapacak kimselerin gözleri bir şekilde boyanarak eksiklikler ve kusurlar gizleniyor. Kol kırılıyor ve yen içinde kalıyor. Ergen çağındaki öğrencilerin ve onlardan çok farklı düşünmeyen velilerin en büyük derdi, hak etsin etmesin, sınıf geçmek olduğundan bu olumsuzluklar çığ gibi büyüyerek devam ediyor. Her şey bir yana okullarımızda daha adam gibi oturup kalkmasını, atığını çöp kutularına atmayı, en ufak çevre duyarlığını, kurallara uyma bilincini veremiyoruz ve hep birlikte şikâyet ediyoruz. Onun için özellikle yabancı menşeli eğitim-öğretim ve öğretmen konulu filmlerin izlenmesinde ve izletilmesinde çok yarar görüyorum. Öğretmenler şu yılsonu ve sene başı seminer dönemlerinde birkaç film izleseler, izledikleri filimler üzerinde tartışsalar, sadece bu sağlansa yeterli olur kanaatimce. Ama bu bile yapılamıyor. Başta öğretmenlerimiz olmak üzere bizde vatandaş en başta haklarını ve görevlerini yeterince bilemediği için sürekli bir, yersiz ve uygunsuz güç kullanma, bu güç kullananlara karşı bir yalakalık öne çıkıyor. Sıkıntı yaşamaması, gerektiğinde idare edilmesi, yanlışlarının görmezden gelinesi için idarecilere şirin gözükmek kişilik zafiyetini ve ilkesizliği getiriyor. Her şey bir yana, insanların insanlık onurları zedelenmek bir yana, hiç gelişmiyor bile. Düşüncesini söyleyene, bir yanlışlığa ses çıkarana dünya dar ediliyor. Bu da hepimizin şikâyet ettiği o “itaat kültürü ”nü meydana getiriyor. Tarikatlarda, cemaatlerde, siyasi partilerde, sivil toplum örgütlerinde, bürokrasinin her kademsinde ve kesiminde bu durumu görebiliriz. Elbette ki görmek istersek görebiliriz. Kamuda resmi aracıyla çocuğunu özel bir kursa gönderen bir daire müdürü, buna en ufak bir tepki gösteren birsine çemkiriyor, rahatsız olduklarını dile getirebiliyorlar. Çünkü yaptıkları yanlarına kâr kalıyor. Çünkü onları denetleyecek olanların da benzer kusurları var. Onun için ülkemizde topyekûn bir temizliğe ihtiyaç vardır. Bir arınmaya gereksinim vardır. Umarım bu ekonomik krizlerin asıl nedeninin bu israf, savurganlık ve istismarcılığın olduğu anlaşılır da yaşadıklarımızın suçlularının genellikle dışarılarda aranması etkili olmaz.

Çevreci, duyarlı öğrenciler ancak ve ancak çevreci ve duyarlı öğretmenler tarafından yetiştirilebilir.

 Gerek öğretmenlere önerilen bu filmlerde gerekse benzerlerinde gördüğümüz bir durum vardır: O filmlerin başkahramanları ideal öğretmenler filmlerin sonunda ödüllendirilmek yerine cezalandırılıyorlar veya hapse gidiyorlar, ya da görevlerinden alınıyorlar… Bu da bize bir mesaj veriyor sanırım. Bir takım sahte, çakma, asılsız, köksüz, hormonlu, kurma başarılarla ödüllendirilenler ve hak etmedikleri ödüllerle mutlu olabilen şahsiyetsizler asla mevzubahis olmamalıdır. Onlar varsın sahte başarı hikâyeleriyle mutlu olsunlar. Ömrü hep geyik muhabbetleriyle geçmiş, hayatında ciddi bir kitap okumamış, sinemaya gitmemiş, hak etmediği şeyleri sahiplenecek kadar onursuzlar toplumda çoğaldıkça eğitim-öğretimin kalitesi de elbette düşecektir.

 Türk Milli Eğitiminin istenen düzeye gelebilmesi için gerçek eğitimcilerin daha fazla etkin olmaları, sahte kahramanların da ayıklanmasıyla mümkün olacaktır. Bu durum sadece eğitimde değil, siyasette, dini alanlarda, sivil toplum örgütlerinde, esnaf ve sanatkâr derneklerinde ve kuruluşlarında, her yerde geçerli bir durumdur. Çünkü toplumun yapısı birleşik kaplar gibidir. Birinin iyi ötekinin kötü olması mümkün değildir. Gelişme olacaksa hep birlikte olacaktır. İzmihlal olacaksa da, o da el birliğiyle olacaktır ve olmaktadır.

Yıllardır savunduğum bir şeyi özellikle “Lean on Me” filminde de görüyoruz. Dersi öğreten öğretmenle başarıyı ölçen merci farklı olmalı ki gerçek başarı ortaya çıksın.

Şaşılacak durum şudur ki, nasıl oluyor da göz göre göre, herkes birbirinin yüzüne baka baka bu kadar yanlış şeyler yapılabiliyor. Hadi yapılıyor diyelim. Neden şikâyet ediyor, neden yakınıyoruz?
Ömrünün yarım asrını Avrupa ülkelerinde geçirenler de aynı değil midir? Oralardaki gelişmişliği, insana, çevreye, kurallara verilen önemi ballandıra ballandıra anlatırlar; ama sıra kendilerine geldiğinde çok rahat ve daha fazla bir şekilde buralardaki olumsuzluklara uyum sağlarlar.
Sevgili Peygamberimiz (SAV): “من رأى منكم منكرا فليغيره بيده. فان لم يستطع فبلسانه. فان لم يستطع فبقلبه. و هذا اضعف الايمان
Sizden birisi bir kötülük gördüğünde onu eliyle düzeltsin. Eğer buna gücü yetmezse diliyle. Eğer buna da gücü yetmezse kalbiyle buğuz etsin. Bu da imanın en zayıfıdır” buyuruyor. Eğitim-öğretim etkinliklerimizde öğrencilerimize sadece bu ilkeyi öğretebilsek yeter de artar bile.

HAYRİ BOSTAN
18.09.2018






YORUMLAR
8 Yorum

HAYRİ BOSTAN
22-09-2018 16:12:00

1993'te birlikte Burdur'da askerlik yaptığımız değerli meslektaşım Musa Aydın facebook üzerinde şu yorumu yaptı:rnSevgili silah arkadaşım, selamun aleyküm. Umduğumdan daha uzun yazını sonuna kadar okudum. Zaman zaman dinlendim. Bütün fikirlerine, tespitlerine aynen katılıyorum. Aslında söylemek istediklerini son paragraflarda özetlemişsin. Emeklilik meselesi canımı sıktı. Acabalarımı artırdın. Emekliler önemsizleşiyor mu? Herhalde beklentileri azaltmak gerekiyor. Tespit ettiğin yanlışlara bir o kadar daha ekleyebilirim. Ama bu ülkeyi yalnız başına kurtaramayacağımı anladım güzel kardeşim. Artık 3600 ek göstergeyi bekliyorum... Sıkma canını. Allah’a emanet ol kardeşim

M özgül
21-09-2018 11:36:00

Güzel tespitler vsr. Katılıyorum.

HAYRİ BOSTAN
20-09-2018 17:24:00

Değerli dost Av. Yüksel Çelik'ten bir yorum. Katılırız ya da katılmayız; ama ciddi bir yorum bence:rn Sayın hocam, Çok yorucu ve uzun bir yazı olmuş. Pastane hatıraları ve okul açılışı karışmış. rnEski emekli öğretmenleri törene çağırma ve konuşturma fikrinize ise zinhar katılamadım. Bence okul açılışında tören de olmamalı. rnOkul açıldı herkes okula... okul ilk açıldığında yapılan tören okul yıkılana kadar yeter de artar. rnbu törenler için yapılan boşa hazırlık, tören konuşmaları ve zaman kaybı ile neyi kutluyoruz, ne töreni.rnFabrikada işbaşı yapılırken tören mi yapılıyor.! Değerler her zaman değerli olmalı, rnEmekli öğretmen eski okuluna gittiğinde müdür karşılamalı, ona saygı hürmet etmeli ve hazır öğretmen ve öğrencilere takdim ile onore etmeli. Yetmez mi? rnGüzel türkiyemizdeki ezbere dayalı Okul eğitimi artık miadını doldurmuştur. Defter, kitap ve yardımcı kaynaklar açık ( süre kısıtlı) imtihan yapılmadığı müddetçe okullarda verildiği iddia olunan eğitim benim için yok hükmündedir.

HAYRİ BOSTAN
19-09-2018 09:44:00

Hayri hocam; Maşallah! O kadar guzel anlatmissin ki beni de bir anda hayallere daldırdın! Bu birikiminizi inşallah gençlerimize ve de özellikle de ogrencilerimize aktarabilme imkâni sağlarlar size! Kalemi, beyni saglam, gönlü zengin Hayri hocam, sizi Allah için seviyorum. Selam ve muhabbetlerimle. Prof. Dr. Sedat MURAT

Fatih Arabacı
19-09-2018 00:52:00

Geniş ćerçeveli bir yazı olmuş Hayri hocam Teşekkür ederim. Yeni yazılarınızı bekliyoruz inşallah

Mustafa AKTURAN
19-09-2018 00:34:00

Hayri hocam, güzel hususlara temas etmişsiniz.Gençlerin ayakları yere basan,ne yaptığının farkında olan, vefakâr olan , bencil olmayan, sorumluluk alabilen kişiler olmaları ülkemizin yarınları için çok önemli."Kalbiyle buğz edenlerden " olmayan bir nesil ve toplum olmamak ümidiyle....

mustafa yağız
19-09-2018 00:06:00

Seminer dönemi başta olmak üzere süreci yakından izlemeniz ve değerlendirmelerde bulunmanız bizi hareketlendiren birazda kendi muhasebemizi yaptığımızda mahcubiyet duygusunu hissettiren bir yazı olmuş. değerli hocam. İnşallah daha güzel organizasyonlarin bizlere nasip olması dualarimla....

Sıdıka bicer karakoyun
18-09-2018 23:35:00

Hislerinizi anlar gibiyim.Sankim sevgiliyle gezilen bağ bahçelerden yıllar sonra tek başına geçerken özlem hasret hüzün duygularini yaşayanların hislerini tercume eder gibi yoğun duygularınızı yansıtmışsınız okul hatıratınızda...Tespitlerinize katılıyorum.Oldum olası eğitim sistemimizden memnun değilim.Duzeltmeye çalışanlar iyice karıştırdı.Insallah yeni bakanımız bir şeyler yapar.Keske bu tarz yazılarınızı MEB.e gönderseniz...Saygılar hocam

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
FOTO GALERİ
YUKARI