Bugun...


MUSTAFA YÜREKLİ: Alkıştan Tekbir’e sıla - Cem Karaca
Bazılarının hayatında tekbirin yerini alkış aldı. Çağdaş putperestlerin ölüme seküler yaklaşımı, ölümün gür sesini bastırmak için alkışı icat etti. Alkış, bu topraklarda tekbire alternatif olacaktı.

facebook-paylas
Tarih: 28-10-2017 22:34
MUSTAFA YÜREKLİ: Alkıştan Tekbir’e sıla - Cem Karaca

Bu toprakların sesi nedir? Kimileri, şarkı türküyü bu toprakların sesi sanıyor.

Bu topraklarda birliği sağlayan, ortak ruhu ortaya çıkaran, toplumsal ve bireysel kimliğin biçimsel izdüşümü ses nedir?

O ses ezandır! Ezanlar, ortak sesimizdir; hiç bozmadığımız, kıyamete dek sürecek koromuzdur.. Tekbirlerle yeri göğü inleten ezanlar, bu toprakların sesidir.

Tekbir, bu toprakların çağlara, tüm insanlığa ve bütün nesillere çağrısıdır.

İnsanlara büyüklük taslayanlara, insanı kul edinmek isteyen kaba güçlere bir “Haddini bil!” çağrısıdır tekbir.

Kula kulluk edenlere de “Kendine gel!” çağrısı..

Bu toprakları "vatan" kılan da işte bir tevhid çağrısı olan bu ezanlardır. Acılar bu çağrıyla dindirilir.. Sevinçler bu çağrıyla çoğaltılır.

“Allahu ekber!” kimileri için sevinç narasıdır, kimileri için de imdat sayhası.

Her “Allahu ekber!” duyulduğu yere, kulak kabartılır.. Yürek kabartılır.

Tekbir, Allah'la insan arasındaki diyalogun anahtarıdır.

Doğanlar, tekbirle karşılanır..

Vatan, tekbirlerle savunulur.

Ölenler, tekbirle uğurlanır.

“Allahu ekber!”, “La ilahe illallah” ve “El mahdü lillah” aynı anlama gelir; Allah’ı tazim ve tesbihi ifade eder.

Bu topraklardaki ilk devletimiz olan Anadolu Selçuklu Devleti’nin resmi ideolojisi ezanlarla ifade edilen “ila-i kelimetullah” idi.. Osmanlı da aynı resmi ideolojiyle kuruldu, Cumhuriyet de.. Mehmet Akif Ersoy, “Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli / Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli” demez mi İstiklal Marşı’nda?

Ne var ki devlet zamanla kuruluş ayarlarından uzaklaştı. Tanzimat’tan itibaren aşama aşama Batı’nın etkisi altına girdi.. Cumhuriyet de 1925’ten sonra yapılan devrimlerle devletin kuruluş ayarlarını bozdu.. 1921 Anayasası’nda ikinci madde “Devletin dini İslamdır” denilmekteydi. Laiklik ilkesi Anayasaya 1937 yılında girdi.

Toplum, ikiye ayrıldı. Bazılarının hayatında tekbirin yerini alkış aldı. Çağdaş putperestlerin ölüme seküler yaklaşımı, ölümün gür sesini bastırmak için alkışı icat etti. Alkış, bu topraklarda tekbire alternatif olacaktı. Modernleşme, bu toprakların insanlarının ölümüne şöyle yansıyacaktı: Alkışlı seküler cenaze töreni tekbirli cenaze namazının yerini alacaktı. 

Ne var ki ölüm yine hükmünü icra etti. Yine ölümün sesi herkesten gür çıktı. Ve yine ölüm konuşunca herkes sustu. Çünkü ölümün konuşması, "En Büyük Olanın" en kesin ve keskin dille konuşmasıydı.

Sözün bittiği yerdi burası. Hiçbir ideolojinin dili dönmüyordu, hayatın maddi sınırlarının ötesine dair konularda. Ölüm gerçeği, tüm efelenmelerine rağmen Batılı ideolojilerin cilasını sıyırıp atıyordu. İman hakikati, fıtri ve varoluşsal bir ihtiyaç olarak insanın karşısına son deminde de olsa birden çıkıyordu.

 

Cem Karaca, hak ile batıl, hakikat ile yalan arasındaki farkı çok önceden kavramıştı. Onun için alkışa karşı tekbiri tercih etti ömrünün son deminde. Bu bir sılaydı, manevi gurbetten sılaya, Batı uygarlığından İslam medeniyetine dönüştü.

Cem Karaca ile oturup uzun uzun konuşma fırsatı bulmuştum birkaç kez. Belgesellerime katkıda bulunmuştu. “Özalın Son Günleri” belgeselinde yer verdiğimiz bir sözü çok dikkat çekçiydi: “Batıyla maddi (ekonomik, teknolojik ve askeri) mesafe o kadar açılmıştı ki.. Özal, treni geliştirmeden ve rayları değiştirmeden, hız yaptı. Dolayısıyla tren raydan çıktı ve vagonlar iki yana savruldu..”

Cem Karaca’yla ilk röportajımı çok uzundu; on sayfa uzun demedim, yazı işleri müdürlüğünü yaptığım Meydan dergisinde (Mart 1989) yayınladım: "Almanya'da yaşayan bir sanatçı olarak kimliğime yönelik tepkiler bana sürekli 'Kimim? Neyim? Nereden Geliyorum?' sorusunu sordurdu. .. Oysa ki ben Türkiye'deyken de yabancı bir unsur gibiydim. Bir de baktım orada da yabancı bir unsur gibiyim. ..Ben iki ayrı dine mensup bir ailenin çocuğuyum. Annem Hıristiyandır, babam Müslümandır. .. İngilizce 'God' derken hissettiklerimle Allah derken hissettiklerimin farklı olduğunu saptadım. Bu beni çok düşündürdü. .. Babamın cenazesinde bulunmam lazım. Türkiye'ye gelemem. Beni belki zindan, belki işkence bekliyor. Bir anam var. Kimsem yok. Bu durumda ben herhangi bir ideolojiye sığınamam. Orada kapitalizm, faşizm, komünizm, sosyal demokrasi.. Bana güç verecek bir beşeri ideoloji yok. Orada doğrudan doğruya "Allah'ım bana güç ver!' demek var. .."

Cem Karaca, Türkiye’deyken sosyalistti, Batıcıydı. Batı’dayken de Batı’dan çok Batıcı olduğunu fark etti.. Sömürge aydını haline getirilmişti insanımız. Bu durumu, entelektüel gurbeti yaşayanlar bilir.

Cem Karaca’nın rücu edebileceği bir yer vardı: Çocukluğunda babasıyla yaşadığı İslami dini hayat! Müslümanlığın çocukluk rüyası elinden tutacaktı, Yahya Kemal’in deyimiyle.. Sözü ve bestesi kendisine ait olan “Allah yar” ilahisi de bu baba ocağına, ata topraklarına dönüşün belgesi, sıla hatırası oldu.

Alkıştan tekbire yöneliş, Batı uygarlığından İslam medeniyetine sıla gittikçe daha güçlü olacaktır.

Bu topraklarda esen Batıcı ilhad rüzgarları kesildiğinde, ailenin yitik çocukları baba ocağını aramaya çıkacaklardır.

Siz ey yitmediğini düşünenler! Buna hazır mısınız?

 

Haber 7

http://www.haber7.com/yazarlar/mustafa-yurekli/2459258-alkistan-tekbire-sila-cem-karaca

 

 






YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
FOTO GALERİ
YUKARI