Muhterem Efendim, Diyanet olarak şimdiye kadar Türkiye’de yapılmış en büyük dini hayat kamuoyu araştırmasını yaptınız. Bize bu araştırmayla ilgili bilgi verir misiniz? Mesela kaç kişiyle yapıldı, toplumun her kesimine ulaşıldı mı?
Necdet Subaşı: Evet bu ebatta ve bu evsafta bir araştırma yapılmadı. Araştırmanın hem niteliğine hem de niceliğine önem veriyoruz. Saha araştırmalarında olması gereken temel birtakım özellikler var. Olabildiğince geniş ölçekli ve yine olabildiğince anlaşılır sonuçlara ulaşmakta. Diyanet İşleri Başkanlığı oldukça geniş bir alanda hizmet sunuyor. Sadece cami hizmetleriyle sınırlı bir çalışma alanı yok. Milletimizin teveccühü kuruma büyük bir sorumluluk da yüklüyor. Diyanet İşleri Başkanlığı hizmetlerini süreklilik içinde gerçekleştirirken saha bilgilerine şiddetle ihtiyaç duyuyor. Araştırma bu ihtiyacın bir sonucu. Hayırlı olmasını temenni ediyorum. Araştırma TÜİK tarafından gerçekleştirildi. Toplam 26600 haneye ulaşıldı ve böylece ilk kez Türkiye Müslümanlarının bu çerçevede derinlikli bir envanterine ulaşılmış oldu. Kriterler, araştırma yöntemi ve uygulama adımları gibi teknik hususlarda TÜİK’in herkesçe takdir edilen güvenirliliği bizim için de belirleyici olmuştur.
Türkiye’de dini hayat araştırmasını yaparken neyi hedefliyordunuz?
Necdet Subaşı: Amacımız her şeyden önce bu coğrafyada din söz konusu edildiğinde neler olduğunu görmekti. Bu tür araştırmalar bize gerçeklik hakkında kesinlikli bilgiler vermez ama gerçeklik hakkında dikkate alınması gerekli doneler sunar. Dolayısıyla bu coğrafyada Din-i Mübin-i İslam’ın hakkıyla temsili ve hizmet alanlarında verimliliği artırmak amacıyla gündelik hayatta dinin sahici resmine, karakteristiğine ulaşmamız gerekiyordu. Araştırma bize bu imkânı vermiş durumdadır.
TÜİK araştırmalarının standart yöntemleri ile çalışma 12 bölgede gerçekleştirilmişti. Vatandaşlarımıza yöneltilen toplam 69 soruyla onların “dinî aidiyet”, “inanç”, “ibadet”, “dinî bilgi”, “gündelik hayat ve din” ve son olarak da dindarlık konularında bir izlenim ortaya konmuştur. Kuşkusuz bu veriler, sosyal bilimcilerimizin çözümleyici bakış açıları içinde bir okumaya tabi tutulacak ve ülkemizdeki dinî hayatın belli başlı göstergeleri şimdiye kadar olduğu gibi sadece şifahi gözlemlerle değil daha derinlikli tetkiklerle de araştırmacılarımızın ve hizmet alanlarında çalışan arkadaşlarımızın istifadesine sunulacaktır.
Ulaştığınız sonuçlara göre halkımız kendi dini hakkında bilgi sahibi mi?
Necdet Subaşı: Bu bakış açısına göre değişir tabii ki. Çok ciddi sonuçlar var. Üzerinde dikkatle durulması gereken noktalar var. Dinî bilginin kaynağı konusunda oransal farklılıklar olsa da asıl dikkat çeken parçalanmışlık. Bir din müfredatımız var mıdır? Bu soruyu açmayı gerektiren bir olguyla karşı karşıyayız. İnsanımız dine yüksek düzeyde saygılı, elden geldiğince ibadetlerini yerine getirmeyi önemsiyor. İhmallerinden üzülüyor, bilgisizliği telafi edilebilir bir şey olarak görse de yine de ilk fırsatta bu eksiğini gidermenin yollarını arıyor. Bu heyecanlı ilginin nasıl karşılandığı ayrı bir tartışma konusu. Kişisel görüşlerimin araştırmanın önüne geçmesini istemem ama toplumumuz her konuda olduğu gibi bu konuda da hüsnüniyet sahibi. Sağlam ve sahih bilginin bir usul çerçevesi içinde öğrenilmesi önemli.
Modernleşmeden başlayarak yaşanılmış pek çok fırtınalı geçmiş içinde toplumumuzun dini mübini İslama olan sadakati her zaman heyecan verici bir tarzda gelişmektedir. Diyanet olarak bu konudaki eksiklerimizi el ele vererek gidermek sorumluluğunu hissediyoruz.
Din Türkiye’de çok tartışılan ve üzerinde çok yorum yapılan bir konu. Araştırmanın tamamını göz önüne alarak halkımızın hayatında din ne kadar var?
Necdet Subaşı: Oldukça güçlü bir şekilde var. Tartışmasız bir değer ve yükümlülük alanı olarak var. Aslında din hep var. Ancak takdir edersiniz ki dinî bilgi kaynakları önemli ölçüde tartışma konusu haline getirilmiş. Resmi ve gayri resmi, sahih ve gayrisahih yollarla din ülkenin her zaman gündeminde olmuş. Dinle kurulan ilişkinin boyutlarını veriler üzerinden takip etmek önemli. Bu sonuçları sahada hizmet verenlerin okumasıyla, araştırmacıların ya da stratejistlerin okuması tabii ki farklı olacaktır. Bu çerçevede dini sadece inanca indirgeyenler ya da ahlaki yetkinliği dışarıda bırakarak ibadetlere vurgu yapmakla yetinenler yabancısı olduğumuz şeyler değil. Hatta dini bir tür kalp temizliği olarak sınırlandırıp bu temizliğin sınırlarını da keyfi olarak belirleyenlerden de söz edebiliriz. Her halü kârda Müslüman olmanın değer ve kıymetinin inanç, ibadet ve ahlak alanında bunlardan herhangi birini dışarıda bırakmaksızın birlikte değerlendirenlerin oranındaki hissedilir yükseklik ülkemizin geleceği açısından ümitlerimizi tazeleyen bir sonuç olmuştur.
Halkımızda dindarlığı Allah’a inanıp, kalbi temiz tutma olarak görme temayülünün varlığını gözlemlediniz mi?
Necdet Subaşı: Evet, bunların hepsine rastlamak olası. Sosyologların “Halk İslamı” şeklinde tanımladıkları bir şifahilik her daim var. Hatta yer yer kültürel Müslümanlık şeklinde tanımlanabilecek ilginç durumlar da yok değil. Burada önemli olan İslam’ı kendi özgün geleneği içinde kavramak ve o geleneksel halkaya tutunmayı başarmak. Bugün toplum ısrarla kendi dini yeterliliklerini gözden geçirme eğiliminde. Bunu istatistiki sonuçlardan rahatlıkla takip edebiliyoruz. İmam Hatiplere, Kur’an Kurslarına yönelik ilgi patlaması aslında bu yöndeki sınırlı bilgi dünyasının milletimizi tatmin etmediğini gösteriyor.
Araştırmanızın sonuçlarından şöyle bir okuma yapmak mümkün mü? Yaş grubu düştükçe, eğitim seviyesi yükseldikçe, şehirlileştikçe ve gelir düzeyi arttıkça, dindarlık azalıyor mu? Bu dindarlığın gelecekte daha çok azalacağı anlamına mı geliyor? Ya da Türkiye dindarlaşıyor mu?
Necdet Subaşı: Aslında bu eğilim 19. Yüzyıl sosyal bilimcilerinin genel beklentilerini yansıtmaktadır. İddiaya göre modernleşmeyle birlikte din miadını dolduracak ve hayat artık seküler ilgiler eşliğinde varlığını ancak sürdürebilecektir. Dedikleri gibi olmadı. Bugün dünyanın her yerinde dine yönelik etkideki artış bu varsayımların sosyolojik açıdan geçersiz olduğunu göstermektedir. Ama şurası da bir gerçek ki modern eğitim kurumlarının ürettiği bilgi dünyalarında yetişen insanlar için din çoğunlukla kritik edilebilir, eleştirilebilir bir fenomen olarak dikkat çekmektedir. Ancak verilere bakıldığında bu yargıları yüzde yüz doğrulayacak sonuçlara ulaşmak imkânsız.
Sekülerleşmenin kişilerin dini hayatında olumsuz etkileri olduğunu gözlemlediniz mi?
Necdet Subaşı: Kuşkusuz sekülerleşme modernleşmenin en önemli hedeflerinden biri. Bu anlamda kişinin dünyayla olan mesafeli ilişkisini bozan ve burada dünya lehine ahireti ihmal etmeyi önceleyen hatta yok sayan imalar barındırıyor. Varlığını Hesap Günündeki nihai karar ekseninde inşa etme çabası içinde olan bir Müslüman için sekülerleşme önemli bir tehdit olarak gözlemlenebilir. Sosyal bilimcilerin haklı olarak değişimi gözlerken sekülerleşme frekanslarından yola çıkarak birtakım bulguları değerlendirmelerinde sorun yok. Sorun dinin temel sabiteleriyle kurulan hayati ilişkinin anlamını yitireceği yeni bir yaşama konseptinin geçerlilik kazanmasıdır. Maalesef araştırmada bu yöndeki bilgiler tehlike işareti vermektedir.
Bu sonuçların gerçeklik değerlendirmesini test etme imkânı var mıdır? Bütün sorulara doğru cevaplar verilmiş midir? Mesela piyango, sportoto, iddia gibi şans oyunlarını her zaman oynayanların oranı %2,3 iken, hiçbir zaman oynamayanların oranı yüzde %82,5 tir. Bu reel mi?
Necdet Subaşı: Kişisel/şifahi gözlemlerle bu tür araştırmalar arasındaki farklılığı dikkatle değerlendirmek gerekir. Türkiye Müslümanları iyi bir dindar olma hevesini her fırsatta vurguluyor. Din ideal bir insan biçimi için yegane kaynak olarak gözleniyor. Kimi sekter sonuçları ise soğukkanlılıkla ele almak gerekiyor. Günahla suç, haramla ayıp arasındaki kopmalar ürküntü verici olabilir.
Sizce bu araştırma toplumun sosyolojik anlamda gerçek bir fotoğrafını ortaya koymuş mudur?
Necdet Subaşı: Bu hiçbir gözlem ve hiçbir araştırma için söylenemez. Ama ciddi bilgi verir, bizi sıkı verilerle buluşturur. Din her şeyden önce insanın iç dünyasında karşılık bulan kalple, yürekle, vicdanla alakalı bir durum. Biz onun yansımalarını ahlakta buluyoruz. İyi bakmak lazım, iyi okumak lazım.
Araştırmada dikkat çeken bazı sonuçlar:
Türkiye’de % 99.2 İslamiyet’i benimsiyor,
% 99 ailem İslam Dinine mensup diyor.
% 77.5 Hanefi,
%11 Şafii mezhebine mensup.
% 99.7 Allah’ın birliğine inanıyor,
% 96.5 Kur’an’da anlatılanların hepsine inanıyor,
% 97.7 Vahye inanıyor,
%96.2 Ahirete iman ve hesap, cennet, cehennem, sırat..a inanıyor.
% 42.5 Beş vakit namazı kılıyor,
% 17 hiç kılmıyor,
% 12 çoğunlukla kılıyor,
% 18.5 ara sıra kılıyor. Bunlarda % 65 kadın, % 35 erkek (kadınlar namaza daha devamlı).
% 75 Cuma namazı kılıyor,
% 57.4 devamlı Cuma kılıyor.
% 7.7 hiç Cuma kılmıyor.
% 87 Bayram namazı kılıyor,
% 26.3 devamlı Teravih Namazı kılıyor,
% 16.2 çoğunlukla kılıyor,
% 23 teravih namazı kılmıyor.
% 83.5 Oruç tutuyor,
% 90 sağlığım iyi olursa oruç tutarım,
% 6 civarında oruç tutmayan var.
% 71 Zekâtını veriyor,
% 15 Maddi durumum iyi değil.
% 6.6 Hacca gitmiş,
% 85 hacca gitmek istiyor,
% 1 hacca gitmem.
% 83 fitresini veriyor,
% 69.5 Kurban kesiyor.
% 42 Kur’an’ı Arapçasından okuyabiliyor,
% 57 Kur’an okumasını bilmiyor.
% 34 erkek, % 49 kadınlar Kur’an’ı okuyor.
% 92.5 her zaman, her gün Dua ediyor,
% 92.5 fala inanmıyor,
% 68 dindarım,
%19.4 oldukça dindarım,
Genelde % 87.5 kendisini dindar addediyor..
Altınoluk Dergisi - Ekim 2014, Sayı: 344, Sayfa: 017
YORUM YAZ