Bugun...


SABRİ ORMAN: Eleştirel Bir Kavram ve Faaliyettir Sosyal Adalet
Adalet fikri ve ilgili kurumlar, insanlık tarihinin bilinen zamanlarından beri mevcut olagelmiştir ve bu konuda herhangi bir ihtilaf söz konusu değildir. Sosyal adalet kavramının ise mevcut haliyle hayli tartışmalı olduğuna ve onunla ilgili bir konsensüsün henüz mevcut olmadığına yukarıda değinmiş bulunuyoruz.

facebook-paylas
Tarih: 03-07-2019 00:16
SABRİ ORMAN: Eleştirel Bir Kavram ve Faaliyettir Sosyal Adalet

ELEŞTİREL   BİR  KAVRAM   VE  FAALİYETTİR,  SOSYAL  ADALET 

Toplumun  aksayan  ve  adaletsiz  yönlerinin  eşitlik,  ihtiyaç,  hak  ediş veya  hakkaniyet  gibi  ilkeler  açısından  eleştirilmesi  ve  yine  bu  ilkeler ışığında  geliştirilmeye  çalışılması  sosyal  adaletin  konusunu oluşturur. Bu yönüyle sosyal adaletin yapıcı ve geliştirici olduğu kadar,  eleştirel  bir  kavram  ve  faaliyet  olduğu söylenebilir(Miller 1999, x). Sosyal adaletin kapsamına para, metalar, emlak, işler ve makamlar, eğitim, sağlık, çocuk yardımı ve bakımı, onur ve ödüller, kişisel güvenlik, ulaşım ve dinlenme imkânları gibi nimetler ile (ceza kapsamında yer almayan) askerlik, zor, tehlikeli ve düşük işlerde çalışma, yaşlı bakımı gibi külfetler girer. Ancak bu nimetler ve külfetler listesini tam ve tekemmül etmiş gibi görmek yerine, sınırları zamana ve yere göre sürekli olarak değişen bir liste olarak düşünmek daha doğru olur. Başka bir ifadeyle, bölüşümü her sosyal adalet teorisi için temel teşkil eden bazı sosyal kaynaklardan bahsedilebilir ise de bu çekirdeğin ötesi müzakereye açıktır ve adaletle ilişkili olan/olmayan nimet ve külfetler arasındaki sınır değişken ve hareketli bir sınırdır.

Sosyal adaleti gerçekleştirmede rol alabilecek aktörleri devlet ve devlet altı kurumlar şeklinde düşünmek mümkündür. Fakat sosyal adalet çabalarının başarılı olabilmesi için, kurumların ötesinde  toplumda  bir  sosyal  adalet kültürünün  oluşması  da gerekir. Böyle bir kültürün gelişmiş olması  “adalet” ve  “özgürlük”  ikileminin aşılmasında da yapıcı bir rol oynar.

Buraya kadar sosyal adalet konusu daha çok bir topluma ve onun ana yapılarına referansla anlatılmış olmakla beraber, onu aile, kültürler, ırklar, sınırlar ve nesiller içi ve arası ilişkiler bağlamlarında ele alanlar olduğunu da belirtmek gerekir. Sonuç olarak, sosyal bilimler alanıyla ilgili kavramların çoğunda olduğu gibi, hayli yaygın bir kullanım alanına sahip olan  “sosyal adalet” kavramının da üzerinde her kesin birleştiği bir anlamı olmadığı ve böyle olunca, konuya, bu gerçeğin ima ettiği bir ihtiyat ve tolerans tavrı içinde yaklaşmak gerektiği söylenebilir.

3. METODOLOJİ   MESELESİ

Görüldüğü gibi sosyal adalet yeni bir terim ve muhtemelen 19. yüzyıldan önceki bir metinde ona rastlamak mümkün değildir. Nitekim Arapça ve Farsça olmak üzere iki dilde yazmış olan Gazâlî’nin eserlerinde de, sosyal adaletin ne Arapça karşılığı olan  “eladâlah el-ictimâiyye”, ne de Farsça karşılığı olan  “adalet-i ictimâiye” gibi bir ifadeye rastlamadık. Böyle olunca onu Gazâlî’de arıyor olmak anakronizm olmaz mı? Bu soruya önce teorik bir cevap vermeye çalışacak, daha sonra da onu uygulamadan örneklerle desteklemeye çalışacağız.  Öncelikle  bir dönemde  bir  terimin  olmaması,  ona  tekabül  eden  realitelerin  de olmadığı  anlamına  gelmez;  zira isim olmadığı halde müsemma, ya da zarf olmadığı halde mazruf olmaya aday realiteler mevcut olabilir. Başka bir ifadeyle ismi henüz konulmamış şeyler veya henüz dilsel bir zarfa veya kalıba yerleştirilmemiş gerçekler mevcut olabilir. Ayrıca, bir kültürel çevrede kullanılan bir terimin tekabül ettiği ihtiyacın, başka bir kültürel çevrede farklı terimlerle karşılanmış olması ihtimali de vardır. Denebilir ki çağdaş fenomenlerin geçmişteki macerasıyla ilgili araştırmalarda bu iki ihtimal ve onların ara durumları neredeyse her zaman söz konusudur. Tabiidir ki bütünüyle belli bir döneme özgü olan terim, kavram ve kurumların mevcudiyeti de pekâlâ ihtimal dâhilindedir.

Bu çalışmanın konusu olan ve aralarında parça-bütün ilişkisi olan adalet ve sosyal adalet kavramlarına gelince, onların ilkiyle ilgili bir problem zaten mevcut değildir. Adalet fikri ve ilgili kurumlar, insanlık tarihinin bilinen zamanlarından beri mevcut olagelmiştir ve bu konuda herhangi bir ihtilaf söz konusu değildir. Sosyal adalet kavramının ise mevcut haliyle hayli tartışmalı olduğuna ve onunla ilgili bir konsensüsün henüz mevcut olmadığına yukarıda değinmiş bulunuyoruz. Böyle olunca şimdi mevcut ama daha önce bütünüyle namevcut bir sosyal adalet fikrinden söz edebilecek durumda değiliz demektir. Sosyal adalet kavramıyla ilgili bu nispi belirsizlik, onunla ilgili iddialarda peşinen ne olumlu, ne de olumsuz yönde çok sıkı ve katı davranmaya müsait değildir. Zaten biz de onu Gazâlî düşüncesinde ararken böyle bir tavır içinde değil, diğer ihtimallere de açık bir ihtiyatlılık tavrı içinde olacağız. Nitekim onu peşinen kabul veya reddetmek yerine, bu açıdan Gazâlî’nin eserlerine bakacağız ve deyim yerindeyse onu karşılayan unsurların var olup-olmadığı sonucuna endüktif yoldan varmaya çalışacağız. Kaldı ki çağdaş sosyal adalet teorilerine katkıda bulunanlar arasında dahi bu fikri, mesela, Aristo veya St. Thomas’ya atıfla ele alanlar yok değildir.

İlginçtir ki yukarıda bazen sosyal adalet ile eş anlamlı kullanıldığını belirttiğimiz “bölüşüm adalet”i konusunda adeta zıt bir durum söz konusudur; orada ismin çok eskilere kadar geri gittiğinde ihtilaf yok, ama müsemmanın, yani aynı isimle adlandırılan hayat hallerinin yekdiğeriyle ilişkisi, birbirlerine benzeyip benzemedikleri ve benziyorlarsa derecesi konusunda hayli ihtilaf vardır. Karşılaştırarak özetlemek gerekirse sosyal adalet isminin yeni ve bölüşüm adaleti isminin eski olduğu konusunda herhangi bir ihtilaf yok iken, her ikisinin müsemmalarının tarih boyunca ve modern zamanlarda neye tekabül ettiği konusunda hayli ihtilaf vardır denebilir. Aşağıda vereceğimiz örnek, bölüşüm adaleti gibi çok temel bir konuda dahi, aynı alanın otorite sayılabilecek temsilcileri arasında bile ne kadar büyük görüş ayrılıkları olabileceğini göstermesi bakımından öğreticidir.

Theories  of  Distributive  Justice   başlıklı bir kitap yazmış olan John E. Roemer, bölüşüm adaleti teorisinin en az 2000 yıl geriye kadar geriye gittiğini ifade eder(Roemer 1996, 1). Buna karşılık yine  A Short History of Distributive Justice  adlı bir kitabın yazarı olan Samuel Fleischacker, modern anlamda bölüşüm adaletinin ancak 200 yıldan biraz fazla bir ömrü olduğunu söyler(Fleischacker 2004, 2). Hiç şüphesiz her bir yazarın bu iddialarının dayandığı ciddi gerekçeler vardır; ancak gösterilebilecek hiçbir gerekçe, üzerinde konuşulmakta olan konunun yapısı itibariyle bu kadar farklı konuşmaya müsait olduğu gerçeğinden daha önemli değildir. Aslında sosyal bilimler terminolojisinin hayli gevşek olduğu ve dolayısıyla o sahada çalışanların, iddialarında kendi alanlarının bu özelliğiyle tutarlı ve orantılı bir ihtiyat ve tevazu, daha doğrusu gerçekçilik tavrı içinde bulunmaları gerektiği, sahaya aşina olanların iyi bildiği bir hakikattir. Söylemeye gerek yoktur ki bu tür durumlar, bir çeşit agnostisizme değil, ancak bir ihtiyat ve tevazu tavrına gerekçe olabilir. Diğer taraftan, mevcut ihtilaflara ve itirazlara rağmen, diğer birçok konuda olduğu gibi sosyal adalet fikri konusunda da bilinebilen en eski zamanlara kadar giden köken arayışları fiilen devam etmektedir. Burada iki ilginç ve önemli örnek vermekle yetineceğiz.

Irani ve Silver tarafından yayına hazırlanan ve 1993 yılında  City University of New York’ta düzenlenen bir konferansa sunulmuş olan tebliğleri içeren  Social Justice in the Ancient World  adlı kitapta yer alan çalışmaların ortak konusu, kadim Çin, Hint, İran, Mezopotamya, Mısır ve Yunan medeniyetlerinde ve daha sonra Roma ve İslam medeniyetlerinde sosyal adalet fikrinin kökenleri ve gelişmesidir. Bundan üç yıl sonra yayınlanan ve Lowry ile Gordon tarafından yayına hazırlanan  Ancient and Medieval Economic Ideas and Concepts of Social Justice  başlıklı bir makale koleksiyonunda ise sosyal adalet fikrinin tarihi, kadim zamanlardan, ortaçağı da kapsayarak, modern zamanlara kadar getiriliyor. Bu iki makale koleksiyonun birincisinde 15, ikincisinde 14 ayrı çalışma yer almaktadır ki, bu sadece iki çalışma bazında toplam 30 kadar bilim insanının, sosyal adalet fikrinin tarihi üzerindeki araştırmalara katıldığını gösteriyor. İhtilaflı konularda araştırma ve tartışmayı caydırmak, hele yasaklamak yerine, teşvik etmenin hem maslahata, hem de hakikatin ortaya çıkması maksadına daha uygun olacağı açıktır. İlginçtir ki ilgili metodolojik tartışmalardan kaçınmanın bir çaresi olarak, yukarıda değinilen sosyal adalet tarihiyle ilgili iki ciltten ikincisinin editörlerinden Lowry, her hangi bir sosyal adalet tanımı vermeme cihetine gittiklerini ifade eder (Lowry 1998, 1). İlk ciltte ise bu tür metodolojik tartışmalara hiç girilmediği ve konunun ilgili çalışmalara havale edildiği görülür. Kanaatimizce sosyal tarih ve sosyal bilim tarihi, belki de genel olarak tarih ve bilim tarihi konusundaki ihtilafların önemli bir kısmı, bu tür çalışmaların İslami dönem atlanarak veya yeterince dikkate alınmadan yapılıyor olmasıdır. Başka bir ifadeyle, ilgili ihtilafların önemli bir sebebi, bu tür çalışmaların, kadim Yunan‘dan doğrudan doğruya ve onunla sınırlı kalarak Avrupa tarihinin daha sonraki dönemlerine geçiş şeklinde formüle ediliyor olmasıdır. Hâlbuki İslam medeniyet dünyası, her ikisine benzeyen tarafları da olmakla beraber, hem kadim Yunandan, hem de modern Batı dünyasından hayli farklıydı. Fiili tarihi realite İslam medeniyetinin katkılarını da içermiş olarak yaşanmışken, akademik çalışmalar bu tarihi realiteye uygun yürütülemeyince veya onu gözden kaçırınca ortaya izaha muhtaç, ama cevap bulamayan soruların ve ihtilafların çıkması kaçınılmaz gibidir. Ve bu yapılmadan gerçekçi ve yeterince verimli bir tarih çalışması yapmak da adeta imkânsız gibidir. Alanın buraya kadar yansıtmaya çalıştığımız yapısından dolayı, konumuza olabildiği kadar ihtiyatlı yaklaşmaya çalışacağımız ve mesela günümüze özgü sosyal adalet kavram ve kurumlarından tahsisi olarak herhangi birini Gazâlî’de keşfetmeye çalışmayacağımız tabiidir. Aynı sebeple yorumdan ziyade Gazâlî’nin entelektüel mirasının sağladığı malzeme üzerinden ve adeta endüktif olarak yolumuzu bulmaya çalışacağız. Gazâlî düşüncesini mümkün mertebe kendine ait tarihi ve entelektüel bağlam içinde anlamaya çalışmak dikkat edeceğimiz başka bir husus olacaktır. Nihayet, zorunlu ve istisnai durumlar dışında mukayeselere girişmeyeceğiz.

 

(11-13 Kasım 2016 tarihlerinde, Bursa’da KURAV tarafından düzenlenen Uluslar Arası Kuran ve Sosyal Adalet Sempozyumu’nda Sabri Orman Hoca, Gazali Düşüncesinde Adalet ve Sosyal Adalet Meselesi başlıklı tebliğde konuyu inceliyor.  Devamı var..)






YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
FOTO GALERİ
YUKARI