Bugun...


SABRİ ORMAN: Gazali'ye Göre İlahi Adalet
Gazâlî Allah’ın tanım gereği âdil olduğunu, ama onun adaletinin insanlarınkine benzemediğini belirtir.

facebook-paylas
Tarih: 17-07-2019 17:29
SABRİ ORMAN: Gazali'ye Göre İlahi Adalet

Gazâlî Allah’ın tanım gereği âdil olduğunu, ama onun adaletinin insanlarınkine benzemediğini belirtir. Onun bu husustaki akıl yürütmesi aşağıdaki şekilde özetlenebilir: Bir insan için, başkasının mülkünde tasarrufta bulunmaktan dolayı zulüm tasavvur edilebilir; ancak Allah için, onun mülkü dışında bir mülk olmadığı için böyle bir şey tasavvur edilemez. Onun kendisi dışındaki her şey, insanlar ve cinler, melekler ve şeytanlar, yer ve gökler, hayvan, bitki ve cansızlar, idrak edilenler ve his edilenler yok iken onun tarafından yaratılan, sonradan olma (hâdis) şeylerdir. Kendisi var ve ondan başka hiçbir şey yok iken, ihtiyacı olduğundan değil, kudretini göstermek istediğinden dolayı onları yarattı. Bundan dolayı hiç kimsenin ve hiçbir şeyin ona karşı ileri sürebileceği bir hakkı yoktur ve yine bundan dolayı onun hakkında zulüm tasavvur edilemez(İhyâ, I, 91,112-113).

Düşünürümüz Allah’ın güzel isimleri (esmâu‘l-husnâ) arasında el-adl, yani âdil ve el-muksit, yani mazlumun hakkını zalimden alıp iade eden anlamındaki isimlerini de sayar. Ve bir önceki başlık altında işaret ettiğimiz adalet tanımına uygun olarak Allah’ın adaletinin, evrende ve insanda her şeyin kendine en uygun yerde olması anlamına geldiğini belirtir. Ona göre hem bir bütün olarak evrende, hem de insanda hikmete ve adalete dayalı bir düzen vardır. Nitekim evren ve insandan verdiği örneklerle bu düzeni anlatmaya çalıştıktan sonra (Maksad, 98-99) durumu şöyle özetler: Kısacası, bilesin ki, bir şey bir yerde yaratılmışsa oraya/orası uygun olduğu içindir. Oranın sağında ya da solunda, aşağısı ya da yukarısında olsa eksik, elverişsiz, çirkin, orantısız veya nahoş görüntülü olurdu. Mesela burun yüzün ortasında yaratılmıştır; eğer alında ya da yanakta yaratılmış olsaydı faydalarına bir çeşit halel gelirdi(Maksad, 99).

Gazâlî’nin ilâhî adalet veya makrokozmik adalet anlayışını onun aşağıdaki sözlerinden daha veciz ve beliğ anlatmak mümkün değildir: Allah‘ın kulları arasında taksim ettiği [bölüştürdüğü] rızık ve ömür, sevinç ve hüzün, acizlik ve kudret, iman ve küfür, itaat ve isyan gibi her şey, bütünüyle, içinde hiç zulüm olmayan mutlak adalet ve içinde hiç haksızlık olmayan katıksız hak[kaniyet]tir. Bu taksim gerektiği gibi, gerektiği şekilde ve gerektiği kadar olan hak ve vacip tertip üzeredir. Ondan daha iyisi, daha tamı ve daha mükemmeli asla imkân dâhilinde değildir. Eğer (mümkün) olsaydı ve gücü yetmesine rağmen esirgese ve lütfetmeseydi, bu cömertliğe aykırı bir cimrilik ve adalete aykırı bir zulüm olurdu. Eğer gücü yetmeseydi, bu da ulûhiyete uymayan acizlik olurdu(İhyâ, IV, 258). Bu sözlerin veciz ve beliğ oldukları kadar sarsıcı ve tartışmaya açık olduğuna şüphe yoktur. Nitekim diğer bazı görüşlerinin yanı sıra, onların daha Gazâlî’nin hayatında tartışmalara yol açtığı ve onun buna cevap vermeye çalıştığı görülür(İmlâ. 35-36). Daha ilginci bu tartışmanın onun vefatından sonra da asırlarca devam etmiş ve zamanımıza kadar gelmiş olmasıdır. Bu açıdan onu Gazâlî’nin felsefe eleştirisi çevresinde gelişen ve aynı şekilde zamanımıza kadar devam eden ünlü felsefe tartışmasına benzetebiliriz. Kanaatimizce Gazâlî’nin yukarıdaki sözlerinin anlamını daha iyi anlayabilmek için, ilk elde onlardan önceki ve sonraki 15’er satırı, daha sonra da bu satırların içinde yer aldığı İhyâ‘nın IV. Cildinin “Kitâbu’t-Tevhîd ve’t-Tevekkul”  başlıklı beşinci kitabının tamamını okumak gerekir. Fakat bunun meseleyi halletmeye yeterli olmayacağı ilgili tartışmaların zamanımıza kadar devam edegelmiş olmasından bellidir.

Bunun sebebi yukarıdaki pasajın, Leibnitz’den sonra Batı’da  “Teodise” olarak ünlenen tartışmanın, tezleri ve paradokslarıyla bütün ana unsurlarını içeriyor olmasıdır. Teodise bir iyimserlik teorisidir; fakat karşısında son derece netameli  “kötülük problemi”ni de kapsayan kocaman bir kötümserlik cephesi yer alır ve bu iki cephe arasındaki tartışma hala bütün sıcaklığıyla devam etmektedir.

Son tahlilde Gazâlî’ye hak verip vermemek ayrı meseledir; fakat yukarıdaki pasajın kendi başına ve literal olarak alınması halinde, yazarının hiç kastetmediği yerlere gidebileceğini belirtmek hakşinaslık olur. Bu paragraf itikadî ve Kelamî olarak cebriyeciliğe varabilir; fakat onun bu ―mezhepte olmadığı biliniyor. Yine bu paragraf siyasi, sosyal ve iktisadi bakımdan tam bir statüko meşruiyetine referans teşkil edebilir; ancak yazarın böyle bir genel tavrının olmadığı biliniyor. Ne kadar çarpıcı olursa olsun, bir pasajdan hele bir cümleden hareketle nasıl vahim sonuçlara varılabileceğinin çarpıcı bir örneği olan bu pasajla ilgili olarak burada çok fazla detaya giremeyiz. Bu sebeple genel bir çerçeve çizmekle yetinecek ve gerisini, yazarın kendi eserlerine ilaveten, daha önce konuyla ilgili olarak yaptığımız iki çalışmaya havale edeceğiz.

Düşünürümüz yukarıdaki pasajın içinde yer aldığı “tevhi”t meselesine, “tevekkül” meselesini temellendirmek maksadıyla girer. Onun özellikle İhyâ’nın dördüncü cildinin ilk kitaplarındaki konulara yaklaşırken benimsediği bir yaklaşım tarzına göre insan davranışlarının üç boyutu vardır: İlim, hal ve amel. İlim, insan fiillerinin bilgi temelini ya da epistemolojik boyutunu oluşturur. Bir davranışın bilgisinden onunla ilgili deruni bir hale, bir iç haline varılır ki bunun da aynı davranışın psikolojik boyutunu oluşturduğu söylenebilir. Psikolojik olarak kıvamına gelen bir deruni hal ise, irade ve kudret yoluyla amele dönüşür. Gazâlî tevekkül meselesinin de böyle üç boyutu olduğunu ve tevhidin, tevekkülün ilim boyutu olduğunu düşünür. Başka bir ifadeyle tevhit meselesine tevekkül meselesinin bir boyutu olması sebebiyle girer ve yukarıdaki paragraf ile hemen öncesi ve sonrasındaki çok sayıda başka tartışma bu çerçevede gündeme gelir. Ona göre tevhit bir ilim, tevekkül ise bir haldir. Burada önemli olan husus Gazâl’nin, ilim ve halden amele geçişin düz bir süreç olmadığının ve böyle görüldüğü takdirde son derece yanlış sonuçlara varılabileceğinin farkında olması ve bu hususta uyarılarda bulunmuş olmasıdır. Nitekim tevekkülün hal boyutu ile amel boyutunu karıştıranların davranışları konusunda şöyle dediği görülür: Tevekkülün, bedenle çalışmayı ve akıl yoluyla tedbir almayı terk etmek ve yere bir paçavra gibi serilmek ya da kasap tezgâhı üzerindeki et külçesi gibi yığılmak olduğu zannedilir. Bu, bilmezlerin (cuhhâl, yani cahillerin) zannıdır. Çünkü bu tür davranışlar dinde haramdır ve diğer taraftan da din, tevekkül edenleri övmüştür. Durum böyle olunca, dinin sakıncalı gördüğü bir yolla, onun övdüğü bir makama nasıl ulaşılabilir? Böyle olunca tevekkülün bilgi, ya da epistemolojik boyutu olan tevhit konusunda da benzer bir yaklaşım içinde olacağı tabiidir. Nitekim bu yaklaşıma göre ilim boyutunun güzergâhı, doğrudan doğruya amel boyutuna geçiş şeklinde değil, hal boyutu üzerinden geçerek amel alanına varma şeklindedir. Hal boyutu ile amel boyutunun ilişkileri konusunda yukarıdaki gibi bir düzeltme yapan Gazâlî’nin, ilim boyutunun, sırasıyla hal ve amel boyutlarıyla ilişkileri konusunda da benzer bir düzeltme yapabileceği açıktır ve zaten yukarıdaki düzeltme aslında hal boyutu üzerinden ilim boyutu için de yapılmış demektir.

Diğer taraftan, onun adaletin diğer yönlerine dair düşünceleriyle ilgili olarak bu çalışmanın daha sonraki kısımlarında yer alacak olan bilgiler de yukarıdaki alıntının diğer örneklerini oluşturur niteliktedir. Fakat yine de onun yukarıdaki pasajda yaptığı bir atfa ayrıca ve şimdiden dikkat çekmek yerinde olur: Bir bütün olarak dine yaptığı atıf. Dolayısıyla onun ifadelerinden yapılabilecek çıkarımlar arasında İslamiyet‘in açık naslarıyla çelişenlerin Gazâlî’nin muradı olamayacağı söylenebilir. Başka bir ifadeyle, düşünürümüzün bizzat kendisi, amel konusunda, davranışların ilk iki boyutuyla ilgili düşüncelerinin, İslamiyet’in açık naslarıyla denetlenmesini talep ediyor. Burada dikkat çekilmesi gereken bir nokta daha olduğu kanaatindeyiz. Açıktır ki tevhit konusunda ifade edilenler, insanların değil, Allah‘ın fiilleri veya amelleriyle ilgilidir. Dolayısıyla, onlardan doğrudan çıkar gibi görünen sonuçlar da insan amelleri için değil, Allah’ın fiil ve amelleri için geçerli olacak demektir. İnsan fiil ve amelleri için geçerli olacak kurallar ise dini ahkâm alanına aittir ve düşünürümüz de bu hususta açık ve nettir.

Tevhit konusuyla ilgili olarak buraya kadar söylenenlere ve yapılan atıflara ilaveten söylenebilecek şey, Gazâlî’nin burada yapmak istediği şeyin, insanların dikkatini “müsebbibü’l-esbâb”‖a, yani sebeplerin sebebine yöneltmek olduğu, ama sebepleri devreden çıkarmak maksadı taşımadığıdır(İhyâ, IV, 258). Ancak, kabul etmek gerekir ki bütün bu mülahazalar, yine de söz konusu pasajdaki ifadelerin tartışmaya açık bir taraflarının olmadığını göstermek için yeterli değildir. Zaten yapılan açıklamaların amacı da bu değildir. Amaç onların olabildiği kadar doğru anlaşılmasına ve adil bir şekilde değerlendirilmesine yardımcı olmaktır.

Gazâlî’nin İslami Teodise tartışmasına kaynaklık eden pasajıyla ilgili dikkate değer bir noktaya işaret ederek bu bahse son verebiliriz. İlginçtir ki bu tartışma, günümüze kadar asırlarca bu pasajda yer alan “Ondan daha iyisi, daha tamı ve daha mükemmeli asla imkân dâhilinde değildir” cümlesinin, mevcut âleme veya evrene referansla telaffuz edildiği varsayımına göre yürütülmüştür. Daha ilginci bizzat Gazâlî’nin de daha sonra İmlâ isimli eserinde konuya ilişkin eleştirilere cevap verirken atfı “bu âlemin sureti (sûretu hâze‘l-âlem)” dediği bir şeye yapmış olmasıdır(İmlâ, 35). Hâlbuki pasajın asıl yeri olan İhyâ’da atıf ne âleme, ne de âlemin suretine olup, “Allah’ın kulları arasında yaptığı taksim”‖edir (İhyâ, IV, 258). Ayrıca, belirtmek gerekir ki İmlâ’nın elimizde mevcut olan metninin oluşumu hakkında tereddütler vardır ve bu sebeple onu literal olarak Gazâlî’ye izafe etme konusunda ihtiyatlı olmak gerekir. Ancak burada ihtiyata mahal var ise de, konuyla ilgili daha sonraki tartışmaların âleme referansla yürütüldüğüne şüphe yoktur. Bu tespitin, tartışmanın niteliğini değiştirici bir etkisi olup olmayacağı peşinen söylenemez; ama daha yakından bakılmaya değer olduğu pekâlâ söylenebilir.

 

(Devam edecek)

 

(11-13 Kasım 2016 tarihlerinde, Bursa’da KURAV tarafından düzenlenen Uluslar Arası Kuran ve Sosyal Adalet Sempozyumu’nda Sabri Orman Hoca, Gazali Düşüncesinde Adalet ve Sosyal Adalet Meselesi başlıklı tebliğde konuyu inceliyor. )






YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
FOTO GALERİ
YUKARI