Bugun...
İHLAS BİLİNCİ, BİLMEK VE OLMAK


Mustafa Yürekli
 
 

facebook-paylas
Tarih: 11-07-2016 21:39

Modernleşmeyle Müslümanlar arasında da dil ile varlık, düşünceyle eylem, bilgi ile varoluş arasındaki köprü yıkıldı. İlim ile bilginin farklılaşması ve birbirinden uzaklaşmaları bu durumun en açık görüntüsü..

Modern dünyada maalesef bilgi insanın olgunlaşmasında olumlu bir işlev üstlenmiyor. Bilginin, sosyal hayatta, kişilik, ahlak ve kimlik gelişimine bir katkı sağlamadığı düşüncesi, dünyada yaygın bir izlenim. Müslümanlar bu sorunu, ilim ile bilgi arasında bir bağ kuramayarak yaşıyor. İnsanlar, toplumda, ilim sahibi, bilgili sayılan kişilerde artık söz konusu yetkinlikleri göremiyor. 

Allahu Teala’nın sıfatlarından biri de el İlim (c.c.) olduğundan ilimsiz insan için kemal mümkün değil. İslam, ilim sahibi olmakla yükümlü tutuyor inananları. Medeniyetin, dindarlığın ve şahsiyetin inşasında ilmin payı büyük.

1.İhlas Bilinci ve Bilmek

Varlık dünyasını, hayatı ve bu varlık bütünü içinde kendi konumunu anlamlandırmadan, Allah’ı hakkıyla tanımadan kişi “ihlas bilinci”ne ulaşamaz. Çünkü ihlas bilinci, varlık bütünü içinde kişinin Allah’ı rab ve kendini kul olarak tanıması, haddini bilmesi durumudur.  

Kur’an-ı Kerim’e göre kullukta ihlas esastır: “Oysa onlara, ancak dini Allah’a özgü kılarak, …O’na kulluk etmeleri,  emredilmişti.” (98/Beyyine:5).  İhlas, Allah’ın hoşnutluğu dışında hiçbir şeyi kulluğa bulaştırmadan yapmak demektir.

İhlasla kulluk, kişinin bütün yapıp ettiklerinin karşılığını sadece Allah’tan bekleme anlayışıyla gerçekleştirilebilir: İhlas, Allah’ın hoşnutluğunu en büyük ödül/değer olarak tanıma (9/Tevbe:72) ve hakiki menfaatin ne olduğunu idrâk etme ufkudur.  Bu ufka sahip olmak, insanı  bütün prangalardan kurtarır, özgürleştirir.

İhlas denen bilinç halinin dereceleri vardır; o derecelerde yükselme sürekli bir çabayı, hep yolda olmayı gerektirmektedir.  Bu bilinci kazanmak ve sürekli geliştirmek, elbette bilgisiz, ilimsiz, derinlemesine tefekkürsüz mümkün değildir; kişi ihlas bilincini ancak bilgiyle, ilimle beslenerek, öğrenerek edinebilmektedir.

Dolayısıyla bilmek, ilimle ilgilenmek İslâm’da kulluk kavramının içinde telakki edilmektedir. İlim çalışması, kulluk gereği bir görev sayıldığından bilmek ihlas bilinciyle yapılmalıdır. Müslüman, ilmin peşinden koşarken de sadece Allah’ın hoşnutluğunu düşünmek durumundadır: “Her kim bir ilmi Allah’tan başkası için tahsil ederse veya o ilimle Allah’tan başkasını murad ederse, cehennemdeki yerine hazırlansın.” (Tirmizî, İlim, 2579) “Her kim, sayesinde âlim geçinmek, sefihlerle tartışmak ve insanları kendine çekmek için ilim talep ederse Allah onu cehenneme sokar.” (Tirmizî, İlim, 2578)  “İlmi,  âlimlerle boy ölçüşüp böbürlenmek, sefihlerle münazara etmek ve meclisleri neşelendirmek (veya: mevki-makam elde etmek) için öğrenmeyiniz.  Kim bunu yaparsa,  onun hakkı cehennemdir, cehennem.” (İbn Mace, Mukaddime, 250) “ Her kim, bir ilmi Allah’tan başkası için öğrenirse veya o ilimle Allah’tan başkasını murad ederse, cehennemdeki yerine hazırlansın.” (Tirmizî, İlim, 2579): “Kim kendisiyle sadece Allah’ın rızasını istemesi gereken bir ilmi salt onunla dünya malı elde etmek için öğrenirse kıyamet günü cennetin kokusunu hissedemez.”(Ebu Davud, İlim, 3179; İbn Mace, Mukaddime, 248.) 

Resulullah (s.a.), “Kıyamet günü aleyhine hüküm verilecek ilk insanlar …” (diye başladığı hadisinde) üç kişiyi zikretmiş. Orada şu ifade de var: “ İlim öğrenmiş ve öğretmiş,  Kur’an okumuş adam. Bu adam getirilir ve (Allah) ona nimetlerini tanıtır o da onları tanır. (Allah), ‘O nimetlerle ilgili ne yaptın?’ der. O da, “Senin rızan için ilim öğrendim ve öğrettim, Senin rızan için Kur’an okudum.’ der.  Allah şöyle der: “Yalan söylüyorsun! Bilakis sen “âlim” desinler diye ilim tahsil ettin, “karî/okuyucu”  desinler diye Kur’an okudun ve öyle de dendi.” Sonra emredilir ve yüzükoyun sürüklenerek cehenneme atılır.” (Müslim, Kitabu’l-İmare, 43).

Bilgi elde etmenin amacı, servet, şöhret, makam, statü gibi dünyalıklara sahip olmak değil de salt Allah’ın rızasını kazanmak olunca, elbette bu noktada şunu sormak gerekiyor:  Bilginin kendisi de amaç değil vasıta olduğuna göre, bilgiyle ilgilenme ne anlama gelmektedir? Bilgi elde etmekle niçin Allah’ın rızası kazanılabiliyor? Bilgi ve bilginin işlevi nedir?  Bilgi ile ne oluyor ki insan, Allah’ın razı olduğu kişi oluveriyor?  Bu sorulara bilginin mahiyeti ve niteliği üzerinden cevap aramaya çalışalım:

2.Bilginin Mahiyeti ve Niteliği

Genelde öznenin nesneyle kurduğu bir tür ilişki olarak tanımlanan bilgi,  bilme eylemiyle oluşmaktadır. Bilen ve bilinen arasında bir ilişki kurma ile meydana gelen bilgiyi, bilen belirli oranlarda kavrar. Böylece bilgi, nesnenin zihinde önceden mevcut olmayan bir kavranışı olarak oluşturulmasıdır. (Krş. Poyraz, 2011: 65-66). 

Klasik İslâmî literatüre göre “bilgi, herhangi bir olgu veya olayın (şey) suretinin veya anlamının nefiste oluşmasıdır”, başka ifadeyle, “bilgi, “şey”in anlamına nefsin ulaşmasıdır” (Attas 1998: 33).  Bu, bireyin o şeyle tanışması ve onu kendi anlam dünyasına katması demektir.

Sözü edilen anlama ve kavrama düzeyi, bireyden bireye farklılaşacağına göre,  öğrenilen bilginin niteliği de ona göre farklılaşacaktır. Bu farklılık, eksikliğe işaret etmektedir. Bu eksiklik de hep olacağına göre, bilgi edinme işi dur durak bilmeyen bir yolculuk olarak görülmelidir.

3.İrfan ve Ölü Bilgi

Başkaları tarafından oluşturulmuş hazır bilgi kalıplarının aynen ve hatta anlaşılmaksızın, olduğu gibi belleğe kaydedilmesi de bilmedir; dolayısıyla o kaydedilenler de bilgi sayılmaktadır.  

Oysa bu tür bilgiler, ilahi irade odaklı anlaml(and)ı(rılmış)  olmadığından, yani özümlenmediğinden gerçekte bilgi değil, sözde bilgilerdir.  Bu tür bilgiler, sorulunca ezberden tekrarlanan bilgilerdir ve öğretimdeki bilişsel hedeflerin hiyerarşik sıralamasında en alt düzeyde yer almaktadırlar (Bk. Sönmez, 2012: 62) Bu tür bilgiler, sorulduğunda tekrar edilmesi dışında aymazlık içindeki kişi tarafından kullanılamayacağı için onun kişisel gelişimine, yetkinleşmesine, varoluşsal koşullarına ve olgunlaşmasına pek yararı olmaz. Özümlenmemiş, kullanılamayan, hafızada bekleyen bilgi elbette ölü bilgidir.

Ölü bilgiler, ezberlenmiş hazır bilgiler, ancak sürekli tekrarla korunabilirler;  kısmen unutulduğunda veya öğrenildikleri biçim ve muhtevadan  farklı bir durumda tanınmaz hale gelirler, kullanılamazlar. Oysa vahiyle anlamlandırılmış / özümlenmiş bilgi, gerçek bilgidir ve her durumda rahat hatırlanır, yeniden ifade edilebilir, yorumlanabilir, yeni durumlara uygulanabilir. Özümlenmiş bilgiye de irfan denir.

Pozitivist, ezberci anlayışta, bilgilerin mumyalanarak korunması çabası varken, irfani bilgilenmede, özümleme çabalarında, anlamlı öğrenmelerde bilgi, üzerinde öğrenenin tasarrufta bulunacağı, kullanacağı malzemedir. Bilgiyi canlı ya da ölü hale getiren, varlıklar dünyasının merkezinde ilahi iradenin gözetilip gözetilmeyişiyle ilgilidir. Materyalistlerin ve pozitivistlerin yaklaşımıyla varlıklar dünyasını Allah’ın ilmi, iradesi ve kudreti dışında tasavvur ederek bilmek bilgiyi cansız hale getirir.

Ezberdeki ölü bilgi, adeta öğreneni nesneleştirirken, irfan dediğimiz vahiyle temellendirilmiş, anlamlandırılmış / özümlenmiş bilgi, sorunlarının çözümünde kişinin kullandığı, kendisiyle bir takım değerleri elde edeceği  önemli bir imkandır; irfan, özne olan kişinin kullandığı nesne konumunda kutsal bir bilgidir ve besleyicidir.

Bilginin öğrenen açısından sözkonusu durumu bilgi felsefesinde de üzerinde durulmuş bir konudur: “Gerçek bilgi, kişinin çevreyle etkileşim sürecinde kendi iç imkânlarını kullanarak keşfettiği ve ürettiği bilgidir. Bireyin kendine özgü ürünüdür, başkalarından aktarılabilecek bir şey değildir.” (Gaarder, 1994: 77). Gerçek bilgi, kişinin tarafından zihinsel süreçlerden geçirilerek işlenip kendine özgü ürün haline getirilmiş anlamlı bilgilerdir. Arının çiçek polenlerini işlemlerden geçirip kendi özel ürünü olan bala dönüştürdüğü gibi, özümlemeyi, anlamlı öğrenmeyi gerçekleştiren kişi de işittiği veya okuduğu, gördüğü her bilgiyi/veriyi, hakikatle ilişkilendirir, ham madde olarak alıp mevcut bilgileriyle karşılaştırır, mevcut bilgilerini kullanarak bunları anlamlandırmaya çalışır, bir takım zihinsel işlemlerden geçirir. Bu işlemler esnasında hem yeni ham bilgilerde hem de eski bilgilerinde değişiklikler yapma ihtiyacı duyabilir. Derken, çeşitli zihinsel işlemlerden geçirdiği yeni ham bilgileri, kendine ait rafine bilgiye dönüştürür.  Bilgi, hakikate dair bir işarettir.

Bu süreçte zihnin/bilincin yüzleştiği fikirler, yaklaşımlar, tezler, inançlar, Allah’ın nurunda bu bilincin aslî unsuru haline gelir. Bu süreç bir bakıma bilincin hakikate açılma, bilince düzey kazandırma, bilenin varlığını koruma ve geliştirme mücadelesidir.

4.Olgunluk ve Bilmek

İnsan için, hazır bilgi kalıplarıyla buluşmak kolay; ama onu anlamak, anlamlandırmak ve kendini etkileyecek düzeyde içselleştirilmesini sağlamak, özümlemek, bilginin hakikate dönük göndermelerini yakalamak çok zordur. Bu nitelikte gerçek bilgiye sahip olmak için kişinin, hem bilgi kaynaklarıyla hem de bizzat bilgi ile diyalojik bir ilişki içinde olması gerekir.

İrfan, yani vahiyle temellendirilmiş anlamlı bilgiler, ilgili bilgilerle ve gerçekliklerle, aynı zamanda kişinin hayatıyla bütünleştirilerek onun öz varlık unsuru haline gelmiş, kendi malı olmuş; kullanılabilir, uygulanabilir niteliğe kavuşturulmuş bilgidir.  İşte onun için kişinin varlık dünyasında yerini alan bu mantıksal iç tutarlılığa sahip bilgiler, bireyin varlığını geliştirme, tutum ve davranışlarını yönlendirme gücüne sahiptir (Bk. Aydın, 2011: 173-174).

İrfan sahibi olarak ya da anlamlı bilgiyi öğrenerek kişi, doğuştan sahip olduğu fıtratı (insanî potansiyelini)  geliştirebilir, bu gelişmişliği oranında Varlık’ı ve kendi hayatını anlamlandırıp ona göre yaşayabilir.

Bir rivayette şöyle denilmektedir: “Bilgi iki türdür: Biri kalptedir ve işte bu bilgi yararlıdır. Bir bilgi de dildedir. İşte bu bilgi ise, Allah’ın Âdemoğluna karşı hüccetidir.” (Munavî, Feyzu’l-Kadir, 5717)

Gerçek bilgi, kişinin kullanabildiği, kendisinden yararlanabildiği hakikate ait bilgidir. Bilgiyi değerli kılan şey de, onun hakikate uyum sağlama çabasındaki insana sağladığı faydadır. Dolayısıyla, bilginin kendisi bir değer (hakikate dair bir işaret) olduğu gibi onun sayesinde başka değerler de elde edilmektedir.

5.Bilmek ve İnanmak..

Hakikaten bilmek, aynı zamanda olmaktır. Zira bu nitelikte bilmek, özümlemektir, anlamaktır, anlayan bir varlık olmaktır. 

Anlamlı bilgi, bireyin içinde bilişsel hal olur,  ruh hali olur ve birey o hale, o içyapıya göre eylemde bulunan, yapıp eden, tutum takınan varlık olur. 

Bilgi, insani varoluşun bir boyutu, bir vasfı/sıfatı olarak, onun varoluşunu "bilerek" sürdürmesine imkân sağlar. Varoluşu bilerek sürdürme bir “beceri” haline geldiğinde (marifetullah), “bilmek” ile “olmak” özdeşleşmektedir. Bilgi, bireyin zihni yapısına gerçekten katıldığı ve aynı zamanda itici güç olduğu oranda onun tutum ve davranışlarını, hayatını yönlendirmenin, onu yenilemenin etkin öğesi haline gelir (Bk. Eroğlu, 2006: 11.). 

Eflatun şöyle diyor: “Hasta, doktorun kendisine tavsiye ettiği yiyecekleri yeyip yememekte özgürdür; ancak kişi, bir sözü ya da fikri anladığında, artık anladığı şey o kişinin ruhuna nüfuz etmiş ve ruhunun bir parçasını oluşturmuştur. Bu yüzden kişi anladığı şey karşısında artık özgür değildir.” (Tatar, 2009: 12.)

Dinle irtibatlandırılan bilgiler inanmayla birlikte bireyi derinden etkileme özelliğine kavuşur. Bu bilgi, inançla pekişerek değer haline gelir. İmana yaslanan değerler, bireylerin hayatında çok güçlü etkiye sahiptir; onların tutum ve davranışlarını geliştirmelerinde etkin yönlendirici ve belirleyici olurlar.

6.Bilgi Gücü ve Ahlak

Gerçekten de bilgi insanı güçlü kılar; bilgisizlik ise, insanın fıtrî potansiyelinin gelişmesini önleyerek onu güçsüzleştirir.  İslâm,  bilgiyi öne çıkarırken, bilginin kazandırdığı gücün ahlakla bütünleşmesini de zorunlu görür. Çünkü güç, iyiye de kötüye kullanılabilir.

İslamî gelenek, kişinin güçlü hale gelmesi için bilginin altını çizmekle birlikte “bilgi erdemdir” anlayışıyla hakikat arayışına yönelen ve gücü erdemle bütünleştirerek gücü hayrın hizmetine veren bir tasavvuru öngörmektedir.

Bu gelenek içinde oluşan bilgi anlayışına göre doğru bilginin en temel görevi dönüştürücü olmasıdır. Erdemli bir hayata götürmeyen bilgiyi kusurlu kabul eden kadim İslâmî gelenek için her fikrî mücahede/çaba aynı zamanda manevi bir yolculuktur.  

İslam’da bilgi imana takaddüm eder; önce bilgi, sonra iman. İman bilgiye dayanacağı gibi, üretilen her amel de bilgiye dayanmak durumundadır (17/İsrâ: 36)  Esasen İslâm’da değerli bilgi, ancak kendisine amelin (eylemin) eşlik ettiği bilgidir; kendisini bilginin yönlendirmediği hiç bir amel değerli değildir.  

7.Bilgi, Yaşamak ve Taşımak

Öğretimin ve bilgilendirmenin amacı, salih insanı yetiştirmektir. (Attas, 1998: 43-45). Salih insan, imanının gereği olarak salih eylemde bulunan kişidir. Demek ki, İslâm, bilgilenmeyi bir  “var olma”, bir “kendi varlığını inşa etme”,  bir “varoluş düzeyini yükseltme”  çabası olarak görmektedir. Nitekim, ilmiyle amel edemeyen bilgi sahipleri şiddetle yerilmektedir (Bk. İbn Cemaa, 2012: 36 vd). O kadar ki, imiyle amel etmeyenler, Kur’an’da “kitap yüklü eşek”  misaliyle anlatılmıştır (62/Cuma: 5).

İşte İslâm, Müslüman bireyin ilimle/bilgiyle, eğreti bir ilişki içinde değil de, tamamen varoluşsal bir ilişki içinde olmasını ön görmektedir. Salt Allah’ın rızası için bilgiyle ilgilenen Müslüman, onunla beslenerek yetkinleşmek, varoluş düzeyini yükseltmek, varoluş kalitesini geliştirmek amacını gütmek durumundadır.

Böylece ilimle, gerçek bilgiyle beslenen kişi, insanî yeteneklerini geliştirerek varlığı, hayatı ve bu bütünlük içinde kendi varlığını, konumunu ve hayatını doğru anlamlandırabilme imkânını elde etmektedir. Söz gelimi, servet, şöhret, makam, unvan gibi şeylerin kendisine değer katan şeyler olmadığını, asıl değerin ve menfaatin neler olduğunu açık seçik biçimde kavrayabilmektedir.

İhlasın mahiyeti ve özellikleri konusunda anlamlı bilgiler üretip onları özümseyen kişide, ihlaslı olma durumu oluşuverir. Bu halis kulluk bilincini oluşturarak kendini her konuda olabildiğince doğru yönetme, hayatını bizzat denetleme kalitesini kazanan kişi, Allah’ın hoşnut kaldığı bir hayatın ihlaslı mimarı olarak O’nun razı olduğu kul olma imkânı elde eder. İlimle/bilgiyle varoluşsal ilişki kuramayanlar, anlamlı öğrenmeler gerçekleştirememekte, onunla hasis hesaplar üzerinden eğreti ilişki kurmaktadırlar.

Not için, diploma için, koltuk için titr, unvan, şöhret vb. için bilgiyle ilgilenenler, gerçek bilgiyi elde etmeye çalışmıyor, ondan beslenmiyor; sadece sözü edilen dünyalıkları elde etmek için onlara sahip görünmeye çalışıyorlar. Bu tutum, onların anlamlı bilgiler edinmelerini önlüyor; hazır bilgi kalıplarını ezberleyerek onlara sahipmiş gibi görünmeye çalışıyorlar. Görünme sevdasına kapıldıkları için artık onların “olma” derdi ve imkânı ortadan kalkıyor. Haliyle, hamallığını yaptıkları ezber (ölü) bilgiler, zahirde hedeflerine ulaşma imkânı sağlasa da gerçekte onlara varoluşsal yarar sağlamıyor, onların tutum ve davranışlarını belirleyen, yönlendiren konumda olamıyor.

Hazır bilgi kalıplarını ezberlemenin gerçek bilgi edinme olmadığını, bu malumatların bireye yetkinlik kazandırmadığını, artık hepimizin iyi anlaması gerekmektedir. İhlas gibi, ileri bir değeri ilimsiz, bilgisiz idrak edip kazanmanın mümkün olmayacağı da apaçık ortadadır. Bilgiye saygı, onu içtenlikle ve sürekli elde etme ve bütün yapıp etmeleri bilinçle yapma iradesi ve çabası olarak kendini gösterir.

 

 

KAYNAK

ATTAS Seyyid Muhammed Nakîb, Mefhum’t-Ta’lim Fî’ l-İslâm İtarun Tasavvuriyyun li Felsefetin İslâmiyyetin li’t-Ta’lim, Arapçaya çev. Hasen Abdurrazik, Kuala Lumpur, 1998.

AYDIN Muhammet Şevki, Açık Toplumda Din Eğitimi/Yeni Paradigma İhtiyacı, Nobel Yayınları, 2011.

EROĞLU Ebubekir, Yenileme Bilinci, 2. Bs. Sufi kitap, İstanbul, 2006.

GAARER Josten, Sofie’nin Dünyası, Çev. Sabir Yücesoy, İstanbul, 1994.

İBN CEMÂA Bedruddin, İslami Gelenekte Eğitim Ahlakı, Çev. M. Şevki Aydın, 3.bs. (Metinli 1. bs.), TDV yay. Ankara 2012.

POYRAZ Hakan, “Değerler Nasıl Oluşur?”, Kalem Eğitim ve İnsan Bilimleri Dergisi, 1(1), s. 61-71,  2011.

SÖNMEZ Veysel,  Program Geliştirmede Öğretmen El Kitabı, 17. Bs. Anı yay., Ankara, 2012.

TATAR Burhanettin, İslam Düşüncesine Giriş, Dem yay. İstanbul 2009.



Bu yazı 2818 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Hayri Bostan
28-07-2016 08:31:00

Sayın Yürekli'ye teşekkür ederiz. Uzunca yazısından benim anladığım mesaj kısaca: Eğitim-öğretim. Milli Eğitim Bakanlığının asli görevi eğitim-öğretim deriz ya. Ama sanırım Mustafa Yürekli bu ifadeyi "Öğretim-eğitim" şekline çeviriyor ki bence de haklı. Sağlıklı eğitim olmadan öğretim fayda yerine zarar da getirebilir. Bunlardan öğretim olmasa da eğitim şart demeye getiriyor. Ya da ben öyle anladım.

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR
Henüz anket oluşturulmamış.
YUKARI