Bugun...
MEDENİYET VE EDEBİYAT


Mustafa Yürekli
 
 

facebook-paylas
Tarih: 27-12-2015 13:24

Her medeniyet, kaynağını kendi değerlerinden alan bir edebiyatın ve sanatın ortamı hazırlamasıyla varlığını ortaya koyar. Sanatın, özellikle edebiyatın, medeniyetin kuruluşuna katkısı büyüktür.

Edebiyat ve sanat, ortam oluşturma etkisiyle, toplumun ortak hayalini dört bir yandan düzenleyerek, gerekli donanımı sağlama imkanı yaratır; medeniyetin kurum ve kuruluşlarını ikame etmede, idealleri, değerleri içselleştirmede ve yaygınlaştırmada, medeniyetin işleyişini ve olgunlaşmasını gerçekleştirmede sanatın katkısı yadsınamaz. Edebiyat ve sanat, temelindeki değerleri, ifade gücünü, üslubu veya formu, o medeniyetin özünden, kültüründen derler. Elbette bu özün, bu değerin ortaya çıkarılmasında ve anlaşılmasında, edebiyatın ve sanatın doğasında varolagelen bir duyarlığın, bir atmosferin, kısaca bir özgün ruhun yankısı söz konusu olur.

Medeniyet, hayat karşısında üstlendiği fonksiyonları bakımından bir toplumun bedenidir, bu yönüyle medeniyeti, toplumun organları şeklinde düşünebiliriz. Hayatı bir değer olarak ancak insan uzuvlarının varolması durumunda somut olarak kavradığımız gibi, tarihi ya da sosyal hayatı kavramamız da ancak medeniyet adını verdiğimiz sosyal sistemin mekanizmalarıyla mümkündür.  

Aynı hakikati, aynı özü, kendilerine özgü anlatım biçimleriyle dışa vuran ve yansıtan aynalar gibidir edebiyat ve medeniyet. Edebiyat ile medeniyet arasında, bir organik (canlı) bağ, sarsılmaz bir ilişki vardır. Dolayısıyla medeniyet ile edebiyat ayrı şartları, imkanları ve değerleri olan farklı olgular (fenomenler) şeklinde düşünülemeyeceği gibi, tersine birbiri içine girmiş, birbirini tamamlayan, yenilenerek bütünlüğe yol alan olgulardır.[1] Dikkat çekmek istediğimiz husus, edebiyat ve medeniyetin, hayata anlam katan, hayatın anlam ve değerini belirlemede, deyim yerindeyse, birinci derecede fonksiyonel oluşlarıdır. İşte bir inanç sisteminin hayata aktarılıp uygulanmasında edebiyat ve medeniyet iç içe yürüyen bir işlevi yüklenirler.

Şurası da gerçektir ki, bir olgu olarak medeniyet asıldır, temeldir, özdür. Edebiyat ise, medeniyetin dokusuna yayılan kan damarlarıdır. Bu bakımdan medeniyet içinde ortaya çıkan tıkanmaların, aksamaların, inkıta ve arazların giderilmesinde doğrudan olmasa da tespitinde, hatta çözüm yollarının konuşulup tartışılmasında, yani medeniyetin yeniden hayata etkimesinde canlandırıcı bir işlevi ve görevi edebiyat üstlenebilir. Ancak bir bünyedeki kalp durumunda olan medeniyeti özümlemek, değerlerini varoluşuna temel yapmak şartıyla bu işlevini veya görevini yada sorumluluğunu yerine getirebilir, edebiyat. Buna edebiyatın medeniyetin iç yapısındaki işlevi diyebiliriz; bünye içinde olgunlaşmayı olumsuz yönde etkileyici, toplumun ihtiyaç duyduğu gelişme ve çalışmaların önünü kesici engellerin varlıklarına dikkat çekmektir, bunlara karşı hazırlıklı olunmasını sağlamaktır.

Edebiyatın sözkonusu işlevini somut olarak, toplumların sıkıntıları ve bunalımlı dönemlerinde, gerçek bir çıkış yolunun aranması halinde görmek mümkündür. Gerçekten bunalım dönemlerinin sanat edebiyatı, adeta yaklaşmakta olan felaketin, toplumun karşılaşacağı korkunç bir sarsıntının önsezisiyle toplumun bilinci, vicdanı olma görevini yüklenir. Onun beklentilerini, özlemlerini, sevgi ve nefretlerini, taşkınlık veya donukluklarını, yücelme eğilim ve istekleriyle alçalış ve yıkılışlarını edebiyat ve sanat eserleri birer ayna gibi yansıtırlar. Tanzimat sonrasındaki edebiyatımız, bu açıdan yeniden ele alınmalıdır. 


[1] Şüphesiz sanat ve edebiyat, bir olgu olarak nitelendirirken, onu başlı başına bir düşünce sistemi, bir değerler bütününün ana kaynağı şeklinde ele almıyoruz. Kaldı ki, böyle bir yaklaşım gerçekçi de sayılamaz.



Bu yazı 1537 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR
Henüz anket oluşturulmamış.
YUKARI