Bugun...
İSLÂM SİYASET DÜŞÜNCESİ ÜZERİNE YAZILAR – 2.Doğunun Hükümdarı


Yüksel Kanar
 
 

facebook-paylas
Tarih: 20-04-2017 13:06

Doğum yeri ve yılı hakkında kesin bilgi olmayan Abdülhamid el-Kâtib’in, Fırat kenarındaki Enbâr kasabasında doğduğu tahmin ediliyor. Risâlelerinde verdiği bilgilere dayanarak İran veya Ârâmî asıllı olduğu hakkında görüşler ileri sürülmüştür. Çocukluğunda ailesi Rakka’ya, sonra da Şam’a göçmüş ve oraya yerleşmiştir. Şam’da yetişen Abdülhamid, kâtiplik sanatıyla ilgili ilk bilgi ve tecrübesini, kız kardeşinin kocası ve Emevi Halifesi Hişâm b. Abdülmelik’in kâtibi olan Ebü’l-AlâSâlim b. Abdullah’ın yanında kazandı. Birçok yeri gezdi ve ders verdi. Kûfe’de iken Yezid b. Abdülmelik’e mektuplar yazdı; daha sonra Azerbaycan valiliği yıllarında Mervân b. Muhammed b. Mervân ile irtibat kurarak onun inşâ hizmetinde bulundu. Mervân’ın halife olması üzerine de (126/744) onunla beraber Şam’a giderek sarayın inşâ reisliğine kadar yükseldi ve ömrünün sonuna kadar Mervân’a sadakatle hizmet etti. Vefat yeri konusunda kaynaklar farklı bilgiler vermektedir. 26 Zilhicce 132 (5 Ağustos 750) tarihinde Halife Mervân’la birlikte Bûsîr’de (Mısır) veya daha sonra kaçtığı el-Cezîre’de yakın dostu ve talebesi İbnü’l-Mukaffa’nın evinde bulunarak öldürüldüğü rivayet edilir.

Hicrî ikinci asrın en meşhur risâle (resmî yazışma, mektup) yazarı, klasik risâle tarzının esas ve kurallarının düzenleyicisi olan Abdülhamid, her kültür düzeyine hitap eden siyasi ve hususi mahiyetteki risâlelerinden dolayı Arap risâle üslûbunun kurucusu olarak bilinir. “Bu konuda yeni bir usul ortaya koymaktan ziyade, Cahiliye devrinden beri var olan klasik risâle tarzını yeni kurallarla değiştirerek kendine has bir üslûp geliştirmiştir. Meselâ ilk defa risâleyi uzunca olarak kaleme alıp muhteva ve şeklini genişletmiştir. Ayrıca bölümlere ayırarak her bölüme tahmîdât ile başlamış ve bu usul kendinden sonraki İslâm münşîleri tarafından da takip edilmiştir. Her bölümde müstakil bir fikir veya konuyu anlatmış, bir bölüm içinde konudan konuya geçmemiştir. Belâgat sanatını kolaylaştırarak risâlelerinde kullanmış, böylece resmî yazışmaları bir sanat haline getirmiştir.”[1]Oğlu İsmâil, yakın arkadaşı ve talebesi İbnü’l-Mukaffa ve Mehdî’nin veziri Ya‘kub b. Dâvûd, Abdülhamîd’in yetiştirdiği meşhur ve mahir münşîlerdendir.

 Arapça’nın yanı sıra İslâmi ilimler konusunda da iyi yetişmiş olan Abdülhamid, Arapçadan başka Farsça ve Ermenice de biliyordu. Risâlelerinde bu dillerdeki deyimlere ve özdeyişlere yer vermiştir. Ayrıca, eski İran (Sâsânî) ve Yunanların kullandığı savaş taktikleri ve askeri harekâtla ilgili verdiği bilgiler, onun Sâsânî ve Eski Yunan kültürlerine de âşina olduğunu göstermektedir. Yazarın aşağıda ele alacağımız siyasetnâme özelliğindeki eserinden başka bir risâlesi de, kâtiplere hitaben yazdığı, onların sorumluluklarını ve görevlerinin önemini belirterek inşâ kaidelerini anlattığı risâledir. Sade bir dil ve akıcı bir üslûpla kaleme alınan bu risâle, kâtiplere hatalardan sakınmalarını ve ihtiyaç duyulan hususlarda kendisine müracaat etmelerini tavsiye eder.[2]

 

Doğunun Hükümdarı

Abdülhamid el-Kâtib’in en önemli risalesi, Mervân b. Muhammed b. Mervân’ın ağzından oğlu veliaht Abdullah’a yazdığı risâledir. Bu risâle, oğluna yaptığı şahsî tavsiyeleri yanında savaş tekniğiyle ilgili, askerlerin tertip, muharebe düzen ve düsturları hakkında açıklamalar da içermektedir. Tâbirlere, söz âhengine, Arap şiirinin ve belâgatinin canlı teşbihlerine dayanan bir dille kaleme aldığı ve yer yer açıklayıcı cümleler ilâve ettiği bu risâledeki bilgiler, onun Eski Yunan kültüründen faydalandığını göstermektedir.[3]

Abdülhamid el-Kâtib, Halife Mervan’ın dilinden oğlu Abdullah’a şöyle sesleniyor: “Hükümdar baban, yerine getireceğin görevlerin inceliklerini, bunların genel özelliklerini anlatan, olaylar karşısında takınacağın tavır ve davranışlar hakkında yol gösteren ve strateji belirleyen bir öğüt belgesini sana vermek istemiştir.”[4] Öğütlerin yazılış nedeni de şu cümlelerle açıklanıyor: “Fitne denizinin karanlıklarında, cehalet bataklıklarında, ölümüm kahredici çukurlarında debelenip duran, ne boyunduruk tanıyan, ne sözden anlayan Allahsız kitapsız göçebelerle baş edebilesin diye! Yeryüzünde fitne çıkararak İslâm’ın kutsallığına saldıran, bu da yetmezmiş gibi Allah’a karşı nankörlük yaparak, bilgisizce vatandaşların kanlarını helal sayan çapulcuları dizginleyesin diye.”[5]

Hanedan üyeleri arasından onun seçilmesinin Allah’ın ve hükümdarın bir tercihi olduğunun bilinmesi ve bunun öneminin takdir edilmesi gerekir. Hükümdarın, oğlu hakkında güzel temennilerde bulunarak “öyleyse veliahdlığı hayırlı olsun” deyip geçebileceğini, ancak öyle yapmayıp kendisine öğüt vermeyi tercih ettiğini belirtiyor. Ancak bununla da yetinilmemeli, “erdem bakımından önde olan ve bilgide derinleşen bilginlerin tavsiye ve öğütlerine de başvurulmalıdır.”[6]

Hükümdar babanın, Allah’ın, oğlunu her türlü kötülükten uzak tutmasını, dini ve ahlâki her konuda insanın başına gelebilecek bütün afetlerden onu korumasını istediğini belirtir: “Allah sana öyle izzet hazineleri versin ki, bunlar hiç eksilmesin, bu sayede yüce onurlara yüksel, cömertlik denizinde yüz, kültür ve bilginin parıltılı şahikalarında gezin.”[7]

İnsanı bilgeliğe götüren bazı yollar vardır. Bu yolları, ancak risk alan, azimle hedeflerine ulaşmak isteyenler, zorlukları aşmada kendine güvenenler ve yolun sonundaki izzet ve onurun farkında olanlar aşabilir. Bilgelik el çabukluğu ile kazanılmaz. Ona sıradan biri ulaşamaz. Bilgeliği elde etmek için çok çaba harcaman, didinip durman da gerekmez. Burada söylenenleri yaparsan, bilgelik öğütlerini yakalamış olursun. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:

Hükümdarın dindar ve takva sahibi olması gerekir. Allah’tan korkmalı, sabırlı olmalı, verilen nimetlere şükretmelidir. Vurdumduymazlık ve cehaletten uzak durmalıdır. Hükümdar din duygusunu para, asker ve donanımla desteklemesini bilmelidir.[8]

Hükümdar, gücü kuvveti yerindeyken, Allah’a olan şükrünün bir ifadesi olarak her sabah Kur’an’dan bir cüz okumalıdır. Böylece gözünü onun sonsuz güzelliklerinde gezdirmiş, ağzını kelimeleriyle süslemiş, ayetlerini düşünmek suretiyle Kur’an’ı aklına yerleştirmiş olur. Kur’an kalbe şifa, her şeyi açıklayıcı bir rehber, şeytanın vesveselerine karşı bir siper ve hakikat yolunu aydınlatan bir ışıktır.[9]

Hükümdar, nefsine meydan okumalıdır. Çünkü nefsin arzuları güzelliklere kilit, kötülüklere anahtar ve akla düşmandır. Şeytanın aldatması ve tuzağıdır.[10] Nefisle savaş çeşitli yollarla olur: Hükümdar sır tutar, askerine karşı pintilik etmez, nefsine adaletle boyun eğdirir, kibirden kaçınır, vaktini boşa harcamaz, diline kötü söz dolamaz, soylu kişileri kazanmaya bakar, cimrilik etmez. Cezayı gerçekten hak edene verir; cezalandırırken aşırıya gitmez, affederken de hukuku ihlal etmez; gerçekten affedilecekleri affeder. Sevincinde ölçülüdür, yapmayı düşündüğü işlerde zaman belirler. Tehlike karşısında korkaklık göstermez.[11]

Hükümdarın bürokratları arkadaş ve sırdaş özelliğine sahip olmalı. İyi bir bürokrat, devlet işlerinde deneyim sahibi, görmüş geçirmiş olan, politikadan anlayan, lafı dinlenen, düşüncesine önem verilen kişi olmalıdır. Özellikle hanedan üyelerinden olması daha da güzel olur. Hükümdar, bürokratları üzerinde saygı uyandırmalı, onlara karşı tatlı sert olmalı, adalet ölçüleri ile davranmalı.[12]

Hükümdar sır tutmalı, bürokratları aleyhine söz söylenmesine izin vermemeli, jurnal edilmesinden sakınmalıdır. Bazı insanlar, öğüt verdiklerini iddia ederek hükümdara yaklaşır, içine bazı şüphe ve kuruntular düşürürler. Bu tür jurnalciler hükümdara yaklaştırılmamalıdırlar. Bu tür jurnal davaları, hükümdarın emniyet teşkilâtından güvendiği bir kimseye havale edilmelidir. Suçlamalar o makamca dinlenmeli ve sonuca bağlanmalı, hükümdar bundan sonra bilgilendirilmelidir. Hükümdarın yanında bir kusur dile getiriliyorsa usulünce olmalı, sahibini incitmemelidir. Hükümdar şakadan, komik hikâye anlatmaktan, mizah ve şaklabanlıktan sakınmalıdır. Bunu işi gücü olmayanlar yapar.[13]

En yakınlardan bile olsa, doğrudan hükümdardan bir istekte bulunmasına izin verilmemelidir. İstekler önce görevli kâtibe sunulmalı, kâtip de bunları doğru şekilde hükümdara arz etmeli. Eğer kâtip bir kimsenin doğrudan huzura çıkması gerektiğine karar verirse, o zaman hükümdarla yüz yüze görüştürür.[14] Huzuruna çıkacak heyet ve elçiler konusunda da hükümdara önceden bilgi verilmeli. Huzura alınacak kişinin kimliği, konuşacağı konunun niteliği ve istekleri konusunda hükümdar bilgilendirilmeli.[15]

Hükümdar komutan veya bürokratlarından birine iltifat edip diğerlerine uzak durmamalıdır. Herkese eşit davranmalı, ağırbaşlılık ve anlayışla yaklaşmalıdır. Asla onlardan birinin yüzüne doğrudan bakmamalıdır.

İyi bir yönetici, bürokrat ya da danışmanlarından birinin sağduyusuna güvenip kesin bağlılığını, kararlarındaki isabeti bilse bile, sonsuz güvenini, vazgeçilmezliğini hissettirmemelidir. O zaman hükümdarın kararlarına ortak olduğuna ve kendi olmadan hükümdarın karar veremeyeceğine inanabilir.[16]

Hükümdar uzun konuşmamalı, bir konuda tezcanlı davranmamalı, soğukkanlılığını korumalıdır. Mantıklı davranmalı, ağır ve anlaşılır şekilde konuşmalı, havayı sakinleştirmelidir. Laf kalabalığı yapmamalı, “dinleyin”, “beni anlamaya çalışın”, “görmüyor musun be adam” gibi kendisini akılsız duruma düşürecek, akıl sahiplerinin yüzlerini kızartacak yakışıksız ve uygunsuz sözlerden kaçınmalıdır.[17]

Hükümdar bir savaşa girerken bir güven duygusuna, kendisini endişelerden koruyan bir sığınma yerine ihtiyacı olduğunu bilmelidir. Bu şeyin başı, Allah korkusudur. Allah’a itaat etmeli, O’nun emrine uymalı ve gazabından sakınmalıdır. Hükümdar Allah’ın kanunlarını çiğnemez, Allah’tan yardım diler. Elde ettiği zaferden dolayı gurura kapılmaz, güç ve kudretin ancak Allah’ın elinde olduğunu bilir.[18]

Hükümdar adamlarını ve askerlerini, geçtikleri yerlerde Müslüman ve gayrimüslim kim olursa olsun bahçelerini talan etmekten uzak tutmalıdır. Askerlerine güzel ahlâkı, helal lokma yemeyi, ağırbaşlılığı, akıl dinginliğini aşılamalıdır.

Askerlerin can kaybı olmadan, sağ salim geri döndükleri iyi planlanmış bir savaş, zaferlerin en iyisidir. “Bir savaşın ardından, savaşan iki ordudan hangisinin zafer kazandığını anlamak için bakılacak olan sadece şudur: Hangisinin kaybı az, hangi ordu sevk ve komuta konusunda başarılı, hangisi dosta düşmana karşı göz doldurmuş, bu savaş kimin halkına ve vatandaşlarına yarar sağlamış, hangi ordu daha fazla azim göstermiş ve hangisi kurtuluş yularına asılıp Allah katında sevaba erişmiş?”[19] Düşmana aman vermeli ve teslim olanın canı bağışlanmalıdır. Onlara karşı şefkatli davranmalı, nezaket ile çağrıda bulunmalı, başlarına gelen felâketten dolayı onlara acımalıdır.

Düşmana önce elçiler göndererek sorunu savaşa vardırmadan çözme yolunu aramalıdır. Savaşta her türlü kolaylığın sağlanacağı, savaş dışında kalanlara dokunulmayacağı gibi güvenceler vermelidir.

Düşmanın durumunu öğrenmek için istihbarata önem vermelidir. Casuslar göndererek durumlarını, konaklama yerlerini, hedeflerini, onları barışa götürecek yolları öğrenmelidir. Her zaman savaşa hazırlıklı olmalı, her an uyanık bulunmalı, gaflete düşmemelidir. Düşman asla küçümsenmemelidir. “Bir komutan ancak teyakkuz ruhunu yerleştirip istikrarı sağladıktan, her şeyi eksiksiz düşündükten ve tüm hazırlığını yaptıktan sonra düşmanını küçük görebilir.”[20] İyi bir yönetici, casuslarının kendisine getirdiği istihbaratı dikkatle değerlendirmeli, doğruyu yanlıştan iyi bir şekilde ayırmalıdır. Casusları kendine bağlamanın yolu paradan geçer; öyleyse onlara karşı kesenin ağzını açmalıdır. Elbette bu casuslar en güvenilir, en sağlam adamlar arasından seçilmelidir. düşmanın hilelerinden ancak bu şekilde kurtulunur. “Bir hükümdar tedbir ve öngörüsü sayesinde bu hileleri bozar, tertiplerini başlarına geçirir, akıllarına geleni başlarına getirir.”[21]

Düşmanın yorgun, kararsız ve hazırlıksız olduğu bilinse bile, onlara karşı alınan sıkı önlemlerden zarar gelmeyeceğini belirten Abdülhamid el-Kâtib, bu önlemlerin askerin düşmana karşı cüretini ve cesaretini daha da artıracağını söylüyor. “Pohpohlayanların tumturaklı sözlerine kapılmak, düşmanın durumuyla ilgili olarak uydurdukları avuntulara aldanmak ve böylece düşmanı küçümsemek, hükümdarın yönetiminde zaaf oluşturur. Bu durumda nereden çıktığı belli olmayan isyanlar patlak verir, hükümdar artık asayişi sağlayamaz olur.”[22]

Emniyet teşkilâtının ve ordunun başına, tavsiyelerine her zaman değer verilen ve sözünden asla caymayacak, bağlılığını ispatlamış, kararlı, namuslu, yetenekli, güvenilir, vicdanlı, kanunlara uyan, ahlâklı, adamlarına baba şefkati gösteren yetenekli kimseler getirilmelidir. Hükümdar onlara, çalışma şevklerini artıracak şekilde davranmalıdır.[23]

Kitabında savaşla ilgili bölümü oldukça uzun tutan Abdülhamid el-Kâtib, bundan sonraki sayfalarda savaş planı, ordunun sevk ve idaresi, sevkiyat ve teçhizat, mevzilerde çukur ve siper kazma, gece baskınlarına karşı ne yapılacağı, düşmanı takip etme, süvariler ve silahları gibi konuları ele almaktadır.

 

 

 

[1] Şakir Ergin, “Abdülhamid el-Kâtib”, TDVİA, c. 1, s. 225.

[2] Bkz. agm., s. 225.

[3] Bkz. agm., s. 225.

[4] Abdülhamid el-Kâtib, Doğunun Hükümdarı, s. 49.

[5] Bkz. age., s. 49.

[6] Age., s. 50.

[7] Age., s. 50.

[8] Bkz. age., s. 53.

[9] Bkz. age. s. 54.

[10] Bkz. age. s. 55-56.

[11] Bkz. age., s. 56.

[12] Bkz. age., s. 57.

[13] Bkz. age., s. 58-59.

[14] Bkz. age., s. 62.

[15] Bkz. age., s. 62.

[16] Bkz. age., s. 65.

[17] Bkz. age., s. 66.

[18] Bkz. age., s. 70.

[19] Age., s. 74.

[20] Age., s. 75.

[21] Age., s. 77,

[22] Age., s. 76.

[23] Age., s. 80



Bu yazı 5717 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR
Henüz anket oluşturulmamış.
YUKARI