Bugun...
İSLÂM SİYASET DÜŞÜNCESİ ÜZERİNE YAZILAR – 9. Yusuf Has Hacib


Yüksel Kanar
 
 

facebook-paylas
Tarih: 06-09-2017 21:44

Kutadgu Bilig

Yusuf Has Hacib

Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig, çev. Reşit Rahmeti Arat, Türk Tarih Kurumu Yayınları. Aynı çeviri Kabalcı Yayınları tarafından da yayınlanmıştır.

Karahanlılar Hakanlığı, dokuzuncu yüzyılın ortalarından (840), on üçüncü yüzyılın başlarına kadar (1212), Orta Asya’da Tanrı dağları çevresinde ve Maveraünnehir’de, Kansu’dan Aral gölünün batı kıyılarına kadar uzanan geniş bir alanda hüküm süren ilk Müslüman-Türk devletidir. Dokuzuncu yüzyılın ortalarından itibaren Hakanlılar adıyla, bağımsız yönetim ve orduya sahip Karahanlılar, hakanları Satuk Buğra Han’ın İslâmiyeti kabul etmesi ve Abdülkerim unvanını alması ile Orta Asya’da halk topluluğu Türk olan ilk Müslüman devletini kurdular. Aynı yüzyılın sonlarında öteden beri savaş halinde oldukları Sâmânoğulları’nı kesin yenilgiye uğratarak bütün Maveraünnehir’e sahip oldular ve kısa zamanda doğu ve batı Türkistan’a hakim, büyük bir devlet kurdular. Onuncu yüzyıl ortalarından onbirinci yüzyıl sonlarına kadar Orta Asya’nın tek büyük devletiydiler. Bu sırada ileri bir Türk-İslâm medeniyeti geliştirdiler. Taze Türk gücünün büyük İslâm medeniyet mirasıyla birleşmesi, düzenli bir ordunun ve dönemleri için oldukça ileri bir devlet teşkilâtının doğmasına neden olmuştur. Kaşgar, Balasagun, Semerkand ve Buhara gibi kültür ve medeniyet merkezlerinde hummalı bir düşünce ve sanat hayatı vardı. “Hükümdarlar, âlimleri, şâirleri himâye ediyor; onlara saygı gösteriyor, saraylarında yüksek mevkîler veriyorlardı. Şehirlerinde kurulan kütüphânelerde, medreselerde devamlı bir ilim ve edebiyat çalışması görülüyordu”.[1]   

Bu dönemin ilim ve edebiyatının iki önemli siması Kutadgu Bilig yazarı Yusuf Has Hacib Balasagunlu, Divânü Lügâti’t-Türk yazarı Mahmud da Kaşgarlı idi. Karahanlılar devletinin ikiye ayrılmasından sonra, 1060–1070 yılları arasında Doğu Karahanlılar bölgesinde hükümdar olan ve Tabgaç Buğra Karahan unvanıyla tanınan Ebu Ali Hasan İbn Süleyman zamanında kültür seviyesi özellikle yüksek dereceye ulaşmıştı. İşte bu yüksek kültür düzeyinin göstergelerinden en önemlisi, onun sarayında Has Hâcib (saray nazırı) rütbesini kazanmış olan Yusuf tarafından yazılan Kutadgu Bilig’dir.[2]

 

 

Karahanlılar Devleti

 

Yusuf Has Hâcib’in hayatı hakkında çok az şey biliyoruz. “Balasagun’da, soylu bir aile içinde dünyaya gelmiş, bilimi, erdemi, zühd ve takvası ile temayüz etmiş, eserini bir buçuk yılda Balasagun’da yazıp Kaşgar’da tamamlayarak (6645. Beyit) 462 (1069–70) yılında Karahanlıların hakanı Süleyman Arslan Hakan oğlu Tavgaç Uluğ Buğra Han’a sunmuştur. Şairin kudretini takdir eden hakan kendisine  ‘görevlerin en incesi olan’ (2484. Beyit) has hâciblik mansıbını vermiştir. Eserdeki bazı beyitlerden hareketle (365–371. beyitler) müellifin doğum yılının 1019 dolaylarında olduğu tahmin edilmektedir”.[3] Yusuf Has Hacib, 1070 yılında vefat etmiştir.

 

 

 

Kutadgu Bilig

Kutadgu Bilig, mesnevi tarzında kaleme alınmış 6645 beyitlik bir siyasetnamedir. Bütün klâsik şark eserleri gibi Allah’a hamd, peygambere ve dört halifeye övgü ile başlar. Kitabın adı ve anlamıyla ilgili bilgi verildikten sonra, esere giriş niteliğinde "bilgi, dil ve iyilik" konuları üzerinde durulur. Bundan sonra başlayan asıl hikâye dört kavramı temsil eden dört şahsın karşılıklı konuşmaları üzerine kurulmuştur. Hükümdar Kün Togdı "adalet", vezir Ay Toldı “baht”, vezirin oğlu Ögdülmiş "akıl", vezirin kardeşi Odgurmiş “akıbet” kavramlarını temsil etmektedirler.

“Eserdeki bu dört ana karakterin her birinin belirli bir sosyal rolü vardır ve her biri belirli bir değeri temsil eder. Küntogdi hükümdardır ve hukuku temsil eder; Aytoldi vezirdir ve saadeti temsil eder; Ögdülmiş de vezirdir ve aklı temsil eder; Odgurmiş ise asetiktir ve akibeti temsil eder. Eserin öyküsü şöyle özetlenebilir. Aytoldi devlet hizmetine girmeyi çok istemektedir. Bir yakını aracılığıyla o dönemin has hacibi ile tanışır ve hacip kendisini hükümdarın huzuruna çıkarır. Hükümdar, Aytoldi’dan hoşlanır ve kendisini vezir yapar. Bir süre sonra Aytoldi ölür ve geriye tek oğlu Ögdülmiş’i bırakır. Hükümdar Ögdülmiş’in yetişmesini ve eğitimini üstlenir. Akıllı ve bilgili olan Ögdülmiş, hükümdarın gözüne girerek bir süre sonra vezir olur. Ögdülmiş’i çok seven ve onu kaybetmekten korkan hükümdar, ona yardım edebilecek ve gerekirse onun yerini alacak akıllı ve bilgili bir kişi daha arar. Bu amaçla Ögdülmiş arkadaşı Odgurmış’ı hükümdara tavsiye eder. Hükümdar bu kişiyi kendi hizmetine almak istese de, başarılı olamaz. Odgurmış, insanlardan uzak bir yerde ibadetine devam etmek ister. Daha sonra, Ögdülmiş de devlet hizmetinden çekilip kendini tamamen ibadete vermek ister; ancak, Odgurmış buna karşı çıkar ve herkesin yerinde kalmasını ve topluma en iyi hizmeti bu şekilde verebileceklerini söyler. Bir süre sonra, Odgurmış ölür ve geride müridi Kumaru’yu bırakır. Vezirleri ve Odgurmış’ın öğütleri sayesinde hükümdar, iyi kanunlar yaparak memleketi düzene koyar ve ülke refaha kavuşarak halk mutlu bir yaşam sürer”.[4]

Türk devlet geleneği için tipik olan, aynı zamanda yazıldığı dönemdeki İslâm dünyasının genel anlayışını da yansıtan, yöneticinin Allah tarafından seçilmiş olduğu düşüncesiyle Kutadgu Bilig’de de karşılaşıyoruz. Yusuf: “Bu beyler hakimiyetlerini Tanrı’dan alırlar”(b. 9547) diyerek her şeyden önce beyliğin Allah’ın bir bağışı ve lütfu olduğunu teslim ediyor, sonra da Bey’in, ihtiyacı olan özelliklerle donatıldığını söylüyor:

Tanrı kime bu beylik işini verirse, ona işi ile mütenasip akıl ve gönül de verir. Tanrı kimi bey olarak yaratmak isterse, ona önce münasip tavır ve hareket ile akıl ve kol kanat verir. (b. 1933–1934).

Daha önce ele aldığımız Mâverdî ve Nizamülmülk’ün görüşlerinin de bu doğrultuda olduklarını biliyoruz. Buna göre hakimiyetin meşruluğu dine dayanmakta, böylece gücünü sağlam bir temelden almakta, yöneticiye de aynı derecede doğru orantılı sorumluluklar yüklemektedir. “Aynı Tanrı’ya inanan toplumlarda, Tanrı’nın hakimiyetin güvencesi olması (yapılması) siyasî otoritenin konumunu oldukça güçlendirmektedir. Zira, otoriteye karşı olabilecek bir başkaldırının, siyasî sonuçları olduğu kadar, dinî sonuçları da vardır ve böylesi bir durumda bunların da göze alınması gerekir. Hakimiyetin Tanrı’dan alınmış olduğuna dair inanç, Kutadgu Bilig’de hiçbir yorumu gerektirmez bir açıklıkla izlenir”[5]:

Düşün, Tanrı fazlı ile sana ne kadar iyilik etmiştir. Buna dikkat et. Kalabalık halk üzerine seni hâkim kıldı; dilek ve arzularını verdi ve fermanlarını yürüttü. Senin gibi olan Tanrı kullarını sana muhtaç etti. (b. 5191–5193). Bu beylik mesnedine sen isteyerek gelmedin; onu Tanrı kendi fazlı ile sana ihsân etti. Lütuf ederek sana bu beyliği verdi. Ey bilgisi geniş olan insan buna şükür et. (b. 5469–5470).

İşte bu şükrün yerine getirilmesinin tek yolu halka iyi davranmaktır. Allah hükümdara iyilik olarak verdiği bu özelliği, Makyavelist bir anlayış içinde bir baskı aracı olarak kullanması için değil, İslâm dünyasındaki temel anlayış doğrultusunda, sorumluluğu altında bulunanları koruyan ve gözeten bir çoban olması için vermiştir:

Ey hükümdar, gayret et, kendin iyi ol; beyi iyi olursa, halk da iyi olur. Halk koyun gibidir; bey onun çobanıdır; çoban koyunlara karşı merhametli olmalıdır. Kapıda birçok aç kurt toplanmıştır; ey hükümdar koyunları iyice muhafaza altına al. (b. 1411–1413).

Bey’in halka karşı hiçbir sorumluluk taşımaması bir yana, tam tersine halkı her açıdan korumak ve hoşnut etmek gibi önemli bir sorumluluğu vardır. Örneği, Bey’e şu tavsiyelerde bulunulur:

Şehir ve kasaba içinde hırsızı ortadan kaldır, yolcu ve kervan emniyet içinde sefer etsin. Memleket içinde halka zulüm edenleri yok et, dış eyâletlerde de bir tane yol kesen şaki bırakma. Kötüyü, ceza vererek, doğru yola getir; kötüye kötü muamele lâyıktır, sen de öyle yap. İyinin serbest dolaşabilmesi için, kötünün ya zincirde veya zindanda olması lâzımdır, ey metin yürek. (b. 5546–5549).

Şu halde iyi ile kötünün ayrılması, iyinin önü açılırken kötünün kötülüklerine en şiddetli bir şekilde engel olunması gerekir. Böylece huzurlu bir toplum oluşturma idealini ortaya koyan Yusuf Has Hacib, herkesin rahatça çalışabilmesi için Bey’in halkını çok iyi tanıması ve onlara buna göre davranması gerektiğini söylüyor:

… memleketin ahâlisi birkaç türlüdür; herkesin rahatça çalışabilmesi için, bunlara ayrı ayrı muâmelelerde bulunmalıdır. Onlardan biri âlimlerdir; bunlar insanı devlet ve saadete kavuştururlar. Onlara izzet ve ikramda bulun, ne derlerse yap; şeriat yolunu tut, hükümlerine itiraz etme ve önlerinde hürmetle eğil. Ey hakîm hükümdar, onların hukukunu muhâfaza ve yiyecek, içeceklerini temin et. Muhtaç duruma düşmesinler. Gönül huzuru ile öğretsinler, bilgisizler de onlardan bilgi öğrensinler.

Bunlardan sonra muhtesipler gelir; (…) bunlar kuvvetli olmalıdırlar. Fâsık, serseri ve başıboş dolaşanları inzibat altında bulundursunlar; mescidleri cemaat ile dolu tutsunlar.

Bundan sonraki zümre senin hizmetinde bulunanlardır; mâni olmazsan, sana karşı gelebilecek olanlar bunlardır. Bunlar yük altına girmezler; hizmetleri nisbetinde bunların yükünü sen kendin yüklenmelisin.

Bunlardan sonra avam kısmı gelir; bunlara kanunu tatbik et ve iyi bak. Bunlar da üç zümredir, bunları birbirinden ayrı tut; onları zorlama; zorlarsan, bu memleket için felâket olur. Bunlardan biri zenginlerdir, ey kudretli insan, halk arasında kuvvetli olan bunlardır. Bunlardan sonra orta halli insanlar gelir; orta halliler zenginlerin yaptıklarını yapamazlar. Bunlardan sonra fakirler gelir; her şeyden önce bunlar korunmalıdır. Zenginlerin yükü orta hallilere yüklenmemelidir; yoksa bu orta halliler bozulur ve büsbütün sarsılır. Orta halli kimselerin yükünü fakirlere yüklememeli; yoksa fakir açlıktan kırılır ve mahvolur. Fakiri korursan, o orta halli olur; orta halli biraz kendisini toplarsa zengin olur. Fakirler orta halli olursa, orta halliler zenginleşir; orta halliler zenginleşirse, memleket zengin olur. Memleket düzene girer ve halk huzura kavuşur; o zaman sen de çok hayır dua alırsın. (b. 5550–5568).

Şu halde Bey’in görevi ağırdır ve halkı memnun etmek, durumunu daha üst düzeye çıkarmaktır. Ayrıca toplumun bu şeklide zümrelere ayrılması, açıkça görüldüğü gibi, katı bir değişmez kast sistemini ifade etmemektedir. Her toplumsal düzeydeki insanın daha üst düzeylere gelmesinin önü açıktır. Bunun için de halkın Bey üzerinde, verilmesi ve korunması gereken başlıca üç hakkı vardır:

1- “Gümüş temiz kalsın, onun ayârını koru” (b. 5575). Bu hak, paranın değerinin korunması, enflasyonun ve dolayısıyla hayat pahalılığının ortadan kaldırılması, kısacası ekonomik refahın sağlanmasıdır.

2- “Halkı âdil kanunlarla idare et; birinin diğerine tahakküme kalkışmasına meydan verme, onları koru” (b. 5576). Bu hak, insanların haklarının korunmasını, devletin her şeyden önce bir hukuk devleti haline getirilmesi gerektiğini ifade eder. Zaten Yusuf Has Hacib, kanun üzerinde ısrarla durmaktadır; hakla da insanların adaletle muamele olunmaları, haklarının gasbedilmemesi, tahakküm altına alınmamaları ve kendilerini korumasız hissetmemelerinin sağlanması vurgulanır.

3- “Bütün yolları emin tut; yol kesici ve haydutların hepsini ortadan kaldır” (b. 5577). Bu hak da dorudan güvenlikle ilgilidir. Devlet, halkının her bakımdan emniyetini sağlamak ve güven içinde yaşatmakla mükelleftir. Bey, devletin başı olarak halkına bu üç temel hakkı sağlamak zorundadır. Allah’ın kendisine verdiği Beylik nimetinin karşılığını ancak böylece öder. İşte ancak bu haklar verildikten sonra, Bey’in de halkta şu üç hakkı oluşur:

Biri halk senin emirlerine hürmet etmeli ve bu emir ne olursa olsun, onu derhal yerine getirmelidir. İkincisi hazine hakkını gözetmeli ve bunu vaktinde ödemelidirler. (…) Üçüncüsü senin dostuna dost ve düşmanına düşman olmalıdır (b. 5580–5582).

Halk, kendisine sunulan yukarıdaki haklara karşılık, aynı zamanda bu hakların devamını sağlayan devlete itaat, vergi ve bağlılıkla yükümlüdür.

Ancak Bey’in seçilmişliği, belki onun beyliğinin yeni bir soyu başlatmasını da içeriyor olabilir, ama beyliği devam eden soyun seçilmişliği şartına bağlı olması daha muhtemeldir:  

Beylik için insanın ilk önce asil soydan gelmesi gerekir; bey cesur, kahraman, kuvvetli ve pek yürekli olmalıdır. Babası bey ise, oğul bey doğar; o da babası gibi, bey olur. (b. 1949–1950)

Allah, beylik ve hakimiyet verdiği kimselere, bunları elde tutmak için gerekli olan başka şeyler de verir: “Ey devletli hükümdar, Tanrı sana saadet (kut) verdi; adını bin kere zikrederek, ona şükür lâzımdır”(b. 109); “Tanrı kime bu iyi tabiatı ve bu iyi tabiatla birlikte iyi gidişi kısmet ederse, bu dünya her türlü nimeti ile birlikte onun olur; isterse kendisi kullansın, isterse başkasına dağıtsın” (b. 1978–1979). Bey’e verilen saadet (kut), “kendisini de, başkalarını da yaşatan, ömrünü mutluluk içinde geçirten ve ahirette de baş köşeye oturtan” (b. 1976) şeydir.

Yusuf Has Hacib, Bey’in önemli özelliklere sahip olması gerektiğini söyler. Şu halde beylik için, soy veya bey ailesinden olmak tek ve yeterli sebep değildir. Ancak bu aranan ve istenen sebep olabilir. “Beyliğe lâyık bir beyin nasıl olması gerektiğini söyler” başlığı altında, bir beyin taşıması gereken özellikler geniş bir şekilde anlatılır: Her şeyden önce bilgili ve akıllı olması gereken Bey, halka bu yüzden baş olmuşlar ve memleket ile halkın işini akılla görmüşlerdir.[6] Zaten bilgi kelimesi ile bey kelimesi arasında da yakın bir ilgi vardır:

Bey adı bilig kelimesi ile ilgilidir; bilig’in lâm’ı giderse, beg adı kalır. (b. 1953).

Şüphesiz insanoğlu bütünüyle seçkin bir yaratılışa sahiptir, ancak yaratılmışlar içinde seçkinliğin şartı, bilgi ile temayüz etmektir. Bunun yanında bir de soyu iyi ise, yani iyi olarak doğmuşsa, o zaman baş köşeye oturur.[7]

İnsan her işe başlarken bilgi ile başlar ve akıl ile sona erdirir. Bey halkı bilgi ile elinde tutar; bilgisi olmazsa, aklı işe yaramaz. Beyler işlerinde yanılırlarsa, ey devletli hükümdar, onların beyliği hastalanmış demektir; tedavi etmelidir. Beylik hastalığının ilacı akıl ve bilgidir; ey yumuşak huylu, onu akıl ile tedavi et. Bey bilgili, akıllı ve zeki olmalıdır; beyliğin hastalığına ancak bunlar ile bir çare bulunabilir. Bilgili, akıllı ve hakîm hükümdarın her iki dünyada da makamı yüksek olur. Her iki dünyayı bulan insan çok mes’ûd olur ve bütün saadetlerin başında bulunur. (b. 1967–1973).

Beylik aynı zamanda mukaddes bir unvandır; dolayısıyla onu taşımak sıradan insanların işi değildir:

Bu beylik mukaddestir, temizlik ister; halkın da temiz ve uyanık olması lâzımdır. (b. 1960).

Bu kutsal beylik makamını dolduracak seçkin kişinin, büyük işleri ancak bu meziyetlerle karşılamak mümkün olduğu için, sabır ve sükûnet sahibi[8], cesur ve kahraman[9], “sözü, özü doğru ve tabiatı güzide”[10];

Bilgili, akıllı, halka muamelesi iyi, cömert, gözü tok ve gönlü zengin olmalıdır. Her türlü iyiliğe el uzatmalı; hayâ sahibi, yumuşak huylu ve asil tabiatlı olmalıdır. Böyle bir bey halka lâyık, büyük bir bey olur ve bu beyden de iyi bir hânedan yetişir. (b. 1964–1966).

Bey’in akıllı olmasının önemi çok büyüktür. Çünkü bir “işe bilerek başlamak ve başarı ile tamamlamak için” (b. 1989) en gerekli olan şey akıldır. İşlerin görülmesinde akıllı insanların seçilmesi ve aklını kullanmayanların uzak tutulmaları gerekir.  Bunun yanında, bir işi gönülden yapmak da akla bağlı bir özelliktir:

İşi akıllı insanlar başarırlar; akılsız kimseleri işten uzak tutmalıdır. Gönül olmazsa, insan gözünün faydası yoktur; akıl olmazsa, insan gönlünden lâyıkı ile istifade edemez. Hangi insanda akıl ve anlayış varsa, ona insan de, onu ne kadar öğersen öğ. Akıl, anlayış ve bilgi tam olarak kimde bulunursa, kötü ise, onu iyi, küçük ise, büyük bil. İnsan için akıl ne iyi şeydir; akıllı insanlara müşavir nazarı ile bakmalı. (b. 1991–1995).

Devlet hizmetine alınacaklar akıl, anlayış ve bilgi sahibi olmalı, bu işlerin başına getirilecekler esaslı bir şekilde denenmeli ve “ancak kulun işin ehli olduğu görüldükten sonra, bey ona izzet ve ihsan kapısını açmalıdır” (b. 1756). Hizmet için insan seçimi hem önemli, hem de çok yönlüdür. Anlayışı oranında paye verilecek kişinin, daha önce tavrı, hal ve hareketleri iyice denenmelidir.[11]

Eğer bir bey işi ehliyetsiz bir kimseye verirse, ehliyetsizliği başkası değil, kendisi göstermiş olur. Tanrı bir kimseyi mes’ûd etmek ve yükseltmek isterse, ona ehliyetli ve dürüst hizmetkârlar verir. Eğer yükselttiğini tekrar düşürmek isterse, ona gün göstermeyen hizmetkârlar verir. O bilgisiz idare dizginini eline alır ve bu odun onu takip eder; böylece bütün işi bozulur ve toz-dumana katılır”. (b. 1760–1763).

Ancak akıllı insanlara danışılabileceğini söyleyen Yusuf Has Hacib, istişarenin önemini ısrarla vurgular ve tavsiye eder.

Her işi bilerek ve danışarak yapmalıdır; danışmayan herkes işinde zarar görmüş ve sonunda pişman olup inlemiştir. Dinle, Tanrıdan insanlara haber getiren nebi ne der: her yapılacak işe meşveret ile çare bulunur. (…) Her türlü iş danışma yolu ile halledilir. İnsan işinde ancak danışmak suretiyle muvaffak olur. Danışmayan kimse sonunda pişman olur. (…) İnsan kendisi kendi işini iyice bilemez; onu başkasına danışarak yapmak faydalı olur. Danışırsa insanın bilgisi genişler; eğer bu danışmaya bilgi de katılırsa, o iş, tereddütsüz, elde edilir. (…) Ne gibi bir iş yapmak istersen onu başkalarına danış; danışmayan kimseye karışma, ondan uzak dur. Herhangi bir işe girişmek istersen, önce istişare et; dilek ve arzularını istişare ile yerine getir” (b. 5650–5660).

Dini iyi bilen, inanmış takva sahibi biri olarak Yusuf Has Hâcib, Bey’in takva sahibi olması üzerinde de ısrarla durur:

Bey takva sahibi ve temiz olmalıdır; aslı temiz olan daima temizlik ister. Takva sahibi, hataya düşmemek için, daima titiz davranır; böyle titiz hareket eden beyler doğru iş görürler. Eğer bey takva sahibi ve temiz kalpli olmazsa, hiçbir vakit temiz ve isabetli hareket edemez. (b. 1985–1987).

Dürüstlük ve sözünde durmak da bir Bey için en önemli erdemlerdendir:

Beyin dili dürüst ve kalbi doğru olmalı ki, halka faydalı olsun ve güneşi doğsun. Eğer beylerin gönlünde hiyânet bulunursa, halka faydaları dokunmaz; onlardan vazgeç. Beyin gönlü, dili ve tabiatı düzgün olmazsa, saâdet o memlekette dolaşmaz, kaçar. Sözünde durmayan beye umut bağlama, ömrün boşuna geçer ve pişman olursun. (b. 2010–2013).

Bir Bey’de olması gereken olumlu nitelikler yanında, bulunmaması gereken olumsuz nitelikler de vardır. Bunların başında “kötü tabiat” gelir:

Tanrı kime kötü bir tabîat vermiş ise, bu felek oku ona eziyet çektirir. Hangi bey kötü bir tabîata sahip olursa, her işi ters gider; sevinç yüzü görmez, daima keder içinde yaşar. (b. 1983–1984).

Kötü özelliklerden bir tanesi de aceleciliktir:

Acelecilik herkes için fenadır ve derunî bir korku neticesidir; eğer bu beyde olursa, onun yüzü kül renkli olur. Acelecilik, zevzeklik ve hiddetli mizac - bunlar bilgisizlik alametleridir. Acele yapılan işler acı olur; acele yemek-içmek yüzünden hastalık gelir. Her işte sükûneti tercih et; yalnız ibadette acele et, çabuk davran. (b. 1996–1999).

Acelecilik bir başka yerde, cimrilik, öfke inatçılık ve yalancılıkla birlikte, olumsuz nitelik olarak bir kez daha ele alınır:

İyi nam ve şöhretle adının yayılmasını isterse, bey bir de şu beş şeyi kendinden uzak tutmalıdır. Biri acelecilik, ikincisi cimrilik ve üçüncüsü hiddettir; bunlara karşı mukavemet et, mağlup olma. Bir bey için fena olan şeylerin dördüncüsü inatçılıktır; yakışmayan bu şeylerin beşincisi, şüphesiz yalancılıktır. Adının kötüye çıkmaması ve sözünün itibarını kaybetmemesi için, beyler bunlardan kendilerini uzak tutmalıdır. Bunların en kötüsü inatçılıktır; inatçı kimse, hiç şüphesiz, çok sıkıntı çeker. (b. 2060–2064)

Yalancılık, bir Bey için en kötü niteliklerden biridir ve insani bir özellik olarak kabul edilemez:

Ey devletli hükümdar, en kötüsü beylerin adının yalancıya çıkmasıdır. Beyin sözü doğru olmalı, tavır ve hareketi itimat telkin etmelidir ki, halk ona inansın ve huzur içinde yaşasın. Yalancı insanlar vefasız olur; vefasız kimseler halkın hayrına uygun olmayan işler yaparlar. (…) Sözü yalan olan kimsenin tavır ve hareketleri cefadır; cefa kimde ise o kimse hayvandır. Yalancı adamdan vefa bekleme; bu uzun yıllardan beri tecrübe edilmiş bir sözdür. (b. 2038–2042).

Bey’in tok gözlü, hayâ sahibi ve yumuşak tabiatlı olması, sözünde ve hareketinde açık ve vazıh davranması gerektiğini[12] söyleyen Yusuf Has Hâcib, aç gözlülüğü çaresiz bir hastalığa benzetir; hayâ ise insanın en büyük süsüdür:

Gözü aç adam hiçbir şey ile doymaz; gözü aç olana bütün dünya nimeti kâfi gelmez. Aç gözlülük, ilâcı ve devası bulunmayan bir hastalıktır; onu, bütün dünya kâhinleri bir araya gelse, yine tedavi edemezler. Bütün açlar yer ve içerlerse, nihayet doyarlar; aç gözlü adamın açlığı ancak ölümle nihayete erer. Aç gözlü adamı mal doyurmaz; bütün dünyaya sahip olsa bile, o yine daima aç gözlü ve fakirdir. Bey hayâ sahibi ve insanların seçkini olmalı; hayâ sahibinin tavır ve hareketi eksilmeyen bir bütündür. Hayâ sahibi kimse yumuşak tabiatlı olur; kendisine yakışmayan hiçbir işe el sürmez. Tanrı kime hayâ ve iz’ân vermişse, ona devlet ile birlikte bütün şerefleri vermiş demektir. Bütün uygunsuz işlere mâni olan hayâdır; bütün iyi işlere ulaştıran da hayâdır. Bu hayâ ne kadar iyi şeydir ve insan için ne büyük bir zînettir; hayâ insanı her iyi işe sevkeden bir vasıtadır. (b. 2001–2009).

Beyin aynı zamanda öfkeden, kaba söz ve davranışlardan uzak, sakin ve yumuşak huylu olması gerekir:

İşinde hiddetli olma, öfkene hâkim ol; beyler hiddetli olurlarsa, mülk ve saltanat haleldar olur. İnsanlara kaba söz söyleme; kaba söz alev-alev yanan bir ateştir. Sakin, halim selim ve yumuşak huylu ol ve böylelikle bütün iyiliklere elini uzat. (b. 1414–1416)

Yusuf Has Hacib, eserinin birçok yerinde Bey tarafından yapılmasını veya yapılmamasını tavsiye ettiği şeyleri, maddeler halinde sıralar:

Eğer her iki dünya beyliğini istiyorsan, (…) sen şu beş şeye yaklaşma: Harama karışma, zulüm etme, insan kanı dökme, düşmanlık besleme ve kin gütme. Şarap içme, fesattan uzak dur, ondan kaç; bunlar daima mülke ve saltanata halel veren şeylerdir. Eğer devamlı ve ebedî beylik istiyorsan, adaletten ayrılma ve halk üzerinden zulmü kaldır. (b. 1432–1435)

Ey hükümdar, bu saltanatın uzun sürmesini istersen, şu birkaç işi yap, şu birkaç şeyi de bırak: Adaletle iş gör, buna gayret et; hiçbir zaman zulüm etme; Tanrı’ya kulluk et ve onun kapısına yüz sür. İkincisi -gâfil olma, dikkatli ol, uyanık dur; sana başkasının yüzünden, ansızın, bir suç isnat edilmesin. Heves ve öfke anında hiçbir iş yapma; her iki halde de dişini sık, sabret. Bu birkaç şeye dikkat edersen, memleket gözetilmiş olur; saltanat uzun sürer ve sana sulh ve sükûn temin eder. (b. 1450–1454)

 

İhtiyat ve kanun

Yusuf Has Hacib’in üzerinde fazlaca durduğu konulardan ikisi de ihtiyat ve zulmün karşıtı olarak kanun’dur. Bunları, memleketi dağılmaktan koruyan ve bir arada tutan bağ olarak değerlendirir:

 Bey çok ihtiyatlı ve çok da uyanık olmalı; beyler ihmalkâr olurlarsa, bunun cezasını başkaları çeker. Bir memleketin bağı ve kilidi iki şeyden ibarettir; biri -ihtiyatlılık, biri -kanun; bunlar esastır. Hangi bey ihtiyatlı ise, o memleketini muhafaza eder; düşmana boyun eğdirir ve onu sımsıkı bağlar. Hangi bey memlekete doğru kanun koydu ise, o memleketini tanzim etmiş ve gününü aydınlatmıştır. Beyliğin başı işte bu iki şeydir; bu ikisi tam olursa, bey beylik yapar. (b. 2014–2018).

Ey ülke beyi, memleketin korunmasını istersen, memleketin her tarafında ihtiyat tedbirleri al. İhtiyatlılık beylerin ülkesini genişletir; ihmalkârlık ise, beyliğin temelini göz göre göre sarsar. Bu ihtiyat ile sen düşmanın boynunu vur, halka hüküm et, rahat ve huzur içinde yaşa. (b. 2020–2022).

Bu sözlerin hemen ardından, ihtiyatın zıddı olan ihmalkârlığı, zulümle birlikte beyliği bozan ve onu eğri yola sokup doğru yoldan şaşırtan, memleketi harap eden olumsuz bir özellik olarak gösterir:

Düşmanın boynunu kırmak istersen, gözünü, kulağını tetikte bulundurmalısın. Beyler düşmanı ihtiyat ile vurmuşlar ve ihmalkârlık ile beyliğin bağlarını çözmüşlerdir. Beyler ihmalkâr olurlarsa, işlerini başaramazlar; bey iyice bilmelidir ki, ihmalkârlık ederse, beyliği devam edemez. İhtiyatlı insan daima hazırlıklı bulunur ve ihmalkâra pusu kurar. Bey ihtiyatlı olursa, memleketine el dokundurmaz; eğer dokunursa, o bu tecâvüzü akıl, fikir ve bilgisi ile karşılar. (b. 2025- 2029).

Ey hükümdar, sen bugün halkın başında bulunuyorsun; halkı gözet, aklın başında ve uyanık ol. Hükümdarın omuzlarına ağır yük yüklenmiştir; ey iyi huylu insan, ihmalkâr olma, tedbirli davran. (b. 1436–1437)

Daha sonraki nesillerin uyacağı, ona göre hareket edeceği iyi kanunlar yapmak ve kötü teâmül (kötü çığır) ve uygulamalardan kaçınmak da devlet adamlığının özelliklerindendir:

Kötü teâmül kurma, iyi kanun koy; ömrün iyi geçer ve saadet sana yar olur. (b. 1456). Ey kanun yapan, iyi kanun koy; kötü kanun yapan kimse, daha hayatta iken ölmüş demektir. Ey hakîm devlet adamı, kötü teâmül koyma; kötü kanunlarla dünyaya hüküm edilmez. Bir kimse kendi zamanında kötü teâmül vaz’ederse, kendinden sonra kötü bir nâm bırakmış demektir. Bir kimse iyi kanun vaz’edip bıraktı mı, adının ayakta durmasını sağlamış demektir. (1458–1461).

Yukarıda da değindiğimiz gibi Yusuf Has Hacib, kanun’u zulm’ün karşıtı bir kavram olarak kullanmaktadır. Bir yanda halkı gözeten kanunlar, diğer yanda da zulüm, yani kanunsuzluk vardır. Bütün diğer siyasetnamelerde de devlet başkanının şiddetle kaçınması gereken çirkin bir davranış olarak belirtilen zulmün yıkıcılığı ve buna karşılık kanunun yapıcı özelliği şu şekilde ifade edilir:  

Zalim adam uzun müddet beyliğe sahip olamaz; zalimin zulmüne halk uzun müddet dayanamaz. Bilgili bunu nasıl ifade eder, dinle; zalim memleketine uzun müddet hüküm edemez. Zulüm yanar ateştir, yaklaşanı yakar; kanun -sudur; akarsa, nimet yetişir. Ey hakîm, memlekette uzun müddet hüküm sürmek istersen, kanunu doğru yürütmeli ve halkı korumalısın. Kanun ile ülke genişler ve dünya düzene girer; zulüm ile ülke eksilir ve dünya bozulur. Zalim zulmü ile birçok sarayları harap etmiş ve sonunda kendisi açlıktan ölmüştür. Beyler gönüllerini temiz tutar ve kanunu tatbik ederlerse, beylik bozulmaz ve uzun müddet ayakta durur. (b. 2030–2036).

Elbette bir ülkeyi yöneten Bey’in cesur olması, her bakımdan cesaret sahibi olması ve korkak olmaması gerekir:

Bey cesur, kahraman ve atılgan olmalı; bey cesareti ile düşmana karşı koyar. Korkak askerin cesaret alması için, kumandanın kahraman ve cesur olması lâzımdır. Cesur insan korkakların başına geçer ve herkes ondan cesaret alır. Bu söze şâhit olarak, şu beyti oku; bu sözü gönlüne al ve aklına koy: Arslan köpeklere baş olursa, köpeklerin her biri kendi karşısındakine arslan kesilir. Eğer arslanlara köpek baş olursa, o arslanların hepsi köpek gibi olur. (1043–1048).

Cömertlik ile alçakgönüllülük de aynı kategoride ve Bey’de mutlaka bulunması gereken özelliklerdendir:

Beye cömertlik ve alçak gönüllülük lâzımdır; alçak gönüllülük ile birlikte tabiatı da sakin olmalıdır. Beyler cömert olursa adları dünyaya yayılır; bunların nâm ve şöhretleri ile dünya korunur. Etrafına üşüşerek asker toplanır ve ordu olur; asker ve ordu ile insan dileğine kavuşur. (b. 2049–2051).

Adalet çemberi Yusuf Has Hacib’te de diğer siyasetname yazarları gibi aynı mantık silsilesi içinde yer alır:

Cesur, gözü pek olan insan için mal eksik olmaz; ak doğan için de yem eksik olmaz. Kılıç, balta, ok, yay ile kuvvet ve cesaret varken, yiğit adam mal için endişe etmemelidir. Dünya hâkimi hakîm bey niçin hazine toplar; asker nerede ise, oradan hazır hazine alır. Memleket tutmak için, çok asker ve ordu lâzımdır; askeri beslemek için de çok mal ve servete ihtiyaç vardır. Bu malı elde etmek için, halkın zengin olması gerektir; halkın zengin olması için de, doğru kanunlar konulmalıdır. Bunlardan biri ihmal edilirse, dördü de kalır; dördü birden ihmal edilirse, beylik çözülmeye yüz tutar. (b. 2054–2059).

Hükümdarın halka karşı iyi davranması gerektiği konusuna sık sık geri dönen Yusuf Has Hacib, ülkenin elde tutulması için bunun şart olduğuna bir kez daha dikkat çekiyor:

Ey hükümdar, birçok memleketleri elde etmek istersen, yapabilirsen, şu üç işi yap: Sağ elin ile kılıç sallar ve vururken, sol elin ile mal dağıt. Ağzından çıkan sözler şekerden daha tatlı olsun; böylece bey-kul, büyük-küçük, hepsi sana boyun eğer.

Halk tarafından sevilmesi ve itibar görmesi için, ey hükümdar, beyin şu üç şeye sahip olması lâzımdır: O, güler yüzlü, tatlı sözlü, yumuşak huylu olmalı ve bütün hareketlerinde de bunlara uygun davranmalıdır. Bey gönlünü alçak tutmalı, eli açık olmalı, merhameti de bunlarla mütenasip bulunmalıdır. (b. 2068–2073).

Yusuf Has Hacib, Bey’de bulunması gerekken manevi özellikleri yanında, onun fizik bakımdan da bazı özelliklere sahip olması gerektiğini belirtir:

Bey güzel yüzlü, saçı sakalı düzgün, yakışıklı ve orta boylu olmalı; aynı zamanda nam ve şöhret sahibi bulunmalıdır. Yüzünü gören herkes, bakınca, onu sevmeli; memleketi ve halkı ona bakıp güvenle yaşamalıdır. Düşmana karşı cesur ve mert olmalı; güzelliği, bakan gözü sevgi ile parlatmalıdır. Bilgi nazarında boyunun çok uzun olması makbul değildir; onun çok bodur olması da güzel düşmez. Onun için bey orta boylu olmalıdır; orta boylu olması daha iyidir. Çok yaşamış ve başından çok şeyler geçirmiş, tecrübeli insan ne der, dinle: Kısa boylu bodur kimseler hırçın tabiatlı olurlar; hırçın nereye giderse, orada kavga başlar. Boy orta ve her şey bununla mütenasip olmalı; ey bilgili insan, her işte itidalden ayrılma. Bey içki içmemeli ve fesatlık yapmamalıdır; bu iki karakter yüzünden, sonunda ikbal elden gider. Dünya beyleri şarabın tadına alışırlarsa, memleketin ve halkın bundan çekeceği zahmet çok acı olur. Dünyaya sahip olan vaktini kumara verirse, memleketini bozar ve kendisi de muhtaç duruma düşer. (b. 2083–2093).

 

 

 

 


[1] N. S. Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, c. 1, s. 218.

[2] Bkz. Age., s. 219-220

[3] TDVİA, c. 26, s. 478.

[4] Nejat Doğan, “Kutadgu Bilig’in Devlet Felsefesi I”, s. 128–129.

[5] Gökhan Yılmaz, “Kutadgu Bilig’de Devlet Fikri”, s. 76.

[6] Bkz. Kutadgu Bilig, b. 1951–1952.

[7] Bkz. age., b. 1958-1959.

[8] Age., (b. 1988).

[9] Age., b. 1961.

[10] Age., b. 1963.

[11] Age., b. 4080.

[12] Age., b. 2000.



Bu yazı 4428 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR
Henüz anket oluşturulmamış.
YUKARI