Bugun...


YÜKSEL KANAR: Hulusi Üstün'ün romanı Turna Fırtınası
Fırtına ve savrulma. Turna Fırtınası’nı ifade eden iki kelime budur bence. Kahramanlardan her biri farklı fırtınalarla farklı yerlere savrulmuş insanlar. Kimisi bu savrulmanın ayırdında, ancak bazen savrulma o kadar şiddetli ki, savrulan bunu farketmiyor bile.

facebook-paylas
Tarih: 09-07-2018 15:39
YÜKSEL KANAR: Hulusi Üstün'ün romanı Turna Fırtınası

HULUSİ ÜSTÜN’ÜN ROMANI: TURNA FIRTINASI
BİR TÜRKİYE SOSYOLOJİSİ

Sadece güzel bir roman okumak isteyenlerin değil, Türkiye’nin son dönem sosyolojisini de gerçek bir şekilde kavramak isteyenlerin okuyacakları bir roman Turna Fırtınası.

Her şeyden önce romanda kahramanlar, mekânlar ve konuşmalar çok sahici, hiçbir yapmacık yok. Her şeyin çok iyi gözlendiği hemen dikkati çekiyor. Her kişi, her olay bütün ayrıntılarıyla düşünülmüş ve araştırılmış. Yani romanın yazımından önce yorucu ve sabırlı bir sosyolojik ön çalışma yapıldığı çok açık. Belli ki Hulusi Üstün daha en başta tezli ve iddialı bir roman yazmak için yola çıkmış. Esere adını veren Turna Fırtınasının, simgesel olarak ifade ettiği anlamdan başlayarak romanda her şey çok iyi düşünülmüş, yerli yerine yerleştirilmiş. Bir sosyolog titizliğindeki gözlemleri yanında, gerçek bir romanda bulunması gereken merak ve gerilim gibi bütün ögelerin de yerli yerinde ve dozunda kullanıldığı görülüyor. Kitap, büyük bir sürükleyicilikle kendini bir çırpıda okutuyor. Benim için en önemli bir özellik de, romanın külfetsiz, doğal dili. Roman, hiçbir dil problemine takılmadan okunuyor.

Mekân olarak seçilen İstanbul, bütün Türkiye’nin renklerini ve seslerini taşıyan, bu özelliğiyle tamamen kendine özgü, başka hiçbir yerle benzeşmeyen kişilikte bir şehir. Her zaman için sayısız hayatları kendinde barındırmış. Turna Fırtınası bize, bu hayatların Türkiye’nin son döneminde öne çıkan belli başlılarından bir bölümünü sunuyor. Sunuyor derken bu kelimenin altını çiziyorum. Bu, gerçekten çok başarılı bir sunuş. Kurgusal olarak roman, İstanbul’un bir sahil kasabasında çocuklukları beraber geçmiş, ortak çevre ve arkadaşlara sahip, yirmi yıl önce farklı rüzgarlarla farklı yerlere savrulan Esat’la Ayla’nın yıllar sonra kasabalarında buluşmalarını ve gecenin geç vaktine kadar, geçmişi hatırlamaları şeklinde ilerliyor. Doğrusu romanın, karşılıklı konuşmalardan çok hatırlamalar şeklindeki bu ilerleyişi, barındırdığı güçlü sinema dilini de hemen öne çıkarıyor.

Bu geriye dönüşler ve hatırlayışlarla 1980’lerin bir İstanbul kasabasının giderek değişmesi içinde, o kadar çok hayatı öğreniyoruz ki: Üniversite olayları, cezaevlerinde heba olan genç hayatlar, ölüm oruçları, suikastler, başörtüsü eylemleri, İstanbul tekkeleri, dervişler, Beyoğlu’nun barları, eşcinseller, Taksim’in sokak şarkıcıları, 11 Eylül, sağcılar, solcular, İslâmcılar, milliyetçiler ve cumhuriyetçiler, geçmişin laf edilmesine bile tahammülü olmayan bir ermeni kadın, bibliofiller, kahvehane müdavimleri… hepsi de kendi gerçeği içinde, eleştirilmeden, kötülenmeden veya yüceltilmeden, neyse o olarak anlatılıyor. Bütün bunlar bir arada olmadan bütünlüklü bir Türkiye sosyolojisinden söz edilebilir mi? Ama bir roman içinde bunların hepsi nasıl verilebilir ve bir romana nasıl sığdırılabilir bu kadar çok şey? Hulusi Üstün bunu başarıyor.

Fırtına ve savrulma. Turna Fırtınası’nı ifade eden iki kelime budur bence. Kahramanlardan her biri farklı fırtınalarla farklı yerlere savrulmuş insanlar. Kimisi bu savrulmanın ayırdında, ancak bazen savrulma o kadar şiddetli ki, savrulan bunu farketmiyor bile. İşte önemli bir sosyolojik gerçeği temsil eden Fevzi, bu kahramanlardan bir tanesi: Mütevazi, mahviyet içinde, sessiz, sakin, her şeye din açısından bakan, her konuda ölçüsü din olan, hep aklın yolunu bulan, karıncayı incitmeyen merhametli Fevzi, şimdi parayı bulmuş, bir plazanın en üst katındaki uzay üssünü andırır tarzda ve zevkle döşenmiş ofisinde, İstanbul’u tepeden seyretmekte, her şeyi ayaklarının altında hissetmektedir. Öğrencilik yıllarında kaldığı Fatih’teki bir bodrum katında en güzel yemeği yağda pişmiş yumurta ve kızarmış patates iken, şimdi kalkan balığının erkeğini yemek gerektiğini öğrenmiştir. Geçmişle tek bağlantısı, muhteşem ofisindeki, bir ayet yazılı hat levhasıdır. Üstelik zavallı, evden dışarı çıkarmadığı korumasız karısına şiddet uygulamakta, başka kadınlarla gönül eğlemektedir.

Roman, Fevzi gibi fırtına önünde savrulan ve çevremizde örneklerini bolca gördüğümüz daha nice hayatları sosyolojik gerçeklikleri içinde ele alıyor. Bize kendi gerçeklerimizi anlatan başarılı bir roman. Hulusi Üstün’ü tebrik ediyorum.






YORUMLAR

HAYRİ BOSTAN
21-07-2018 19:06:00

Hulusi Üstün'ü ilk defa duydum; ama Yüksel Kanar romanı öyle anlattı ki ilk fırsatta edinip okumak istiyorum. Romanları Hece Yayınlarından çıkan Halil Coşkun'u çağrıştırdı bana. Onun Ayrık Otu, Minyatür Savaşları, Çınar Ağacının Altında Ağlayan Çocuk romanları da çok güzeldi. Bunu şunun için ekledim: Çok iyi yeni romancılarımız yetişiyor. Tek eksikleri henüz tanınmıyor olmaları. Umarım her biri hak ettikleri yeri bulurlar sanat edebiyat dünyasında.

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
FOTO GALERİ
YUKARI