Sıla ya da memleket.
İnsanın doğduğu, yetiştiği, dünyaya ilk baktığı yer.
Daha sonra güneşin doğuşunu ve batışını hep orada gördüğümüz şekilde tahayyül ederiz.
Oranın havası, toprağının kokusu hep burnumuzda tüter.
Bu yüzden sıla-i rahim emredilmiştir dinimizde; yorulan ve paslanın gönüllerin yeniden canlanması ve cilalanması için.
Hep tanığı olduğumuz bir gerçek var: Nerede olursak olalım, dünyanın en güzel yerinde bile olsak, zaman zaman kendi sılamızın hasreti kavurur içimizi.
Hep görmüşüzdür, çıplak bir dağ eteğinde, bir tane bile ağacın olmadığı, kupkuru bir yerde kurulmuş bir köy bile, orada doğmuş, büyümüş bir kimse için özlemi duyulan bir yer haline gelir.
Başka çok az şeyin hasreti onun derecesine ulaşır. Hiçbir şey bizi, kendi sılamız kadar teskin edemez.
Aslında hasretimiz kendimizedir. Kendimize ait olanadır. Elbette sılamızın bizi biz yapan havası, suyu, toprağı önemlidir; ama daha da önemlisi oranın bizim oluşmamız için taşıdığı manevi değerlerdir. Akrabalık, komşuluk, arkadaşlık, yardımlaşma ilişkileridir.
Günümüz dünyasında, özellikle şehirlerde bu değerlerin unutulduğu, insanın yalnızlaştığı, her şeyin menfaate dayandığını, dolayısıyla sılamızdaki değerler yanında ne kadar yoksullaştığı görülür.
Bunları gördükçe ve yaşadıkça, sılamızın güzelliği daha da kendine çeker bizi. İnsanlığımıza dönmeyi isteriz. Kendimize olan hasretimizi dindirme ihtiyacını daha da güçlü bir şekilde hissederiz.
Şu an ben kendi sılamdayım. Bir taraftan doğduğum, büyüdüğüm, dünyayı ilk algıladığım yer burası. Bir taraftan da kendi içime en yakın olduğum yer.
Sıla atmosferi içinde, kendi içime daha iyi bakabiliyorum. Yani sıla içinde sıladayım.
Beni nasıl içinde bulunduğum sıla kuşatıyorsa, ben de içimdeki sılayı kuşatıyorum.
Yani içiçe sılalar yaşıyorum burada.
Eminim herkes de kendi memleketinde aynı sılaları yaşıyor..
YORUM YAZ