Bugun...


GÜRKAN BİRİNCİ: ABD'nin Üs Politikası ve Amerikan Rüyası

facebook-paylas
Tarih: 07-05-2017 11:09
GÜRKAN BİRİNCİ: ABD'nin Üs Politikası ve Amerikan Rüyası

    Amerikan askeri personelinin 156 ülkede konuşlandığı tahmin ediliyor. Amerikan ordusunun 63 ülkede üsleri var. 11 Eylül 2001'den bu yana yedi ülkede sıfırdan askeri üsler inşa edildi. Bu tesisler arasında 845.441 adet farklı bina ve ekipman bulunuyor.
    Üslerin konuşlanma alanları: Kuzey Amerika, Latin Amerika, Batı Avrupa, Orta Doğu, Orta Asya, Endonezya, Filipinler, Japonya.
    ABD'de 6000 askeri üs var. 1 milyon 400 bin askeri personel. 1 milyon 168 bin 195'i ABD ve denizaşırı topraklarda. Yabancı ülkelerde 325.000 Amerikan askeri personeli var... Dağılım: Afrika'da 800, Asya'da 97.000, Güney Kore'de 49 bin 258, Japonya'da 40 bin 45, Hint Okyanusu'ndaki Diego Garcia Üssü'nde 491, Filipinlerde 100, Singapur'da 196, Tayland'da 113, Avustralya'da 200, Gemilerde 16.601 askeri personel. Avrupa'da 116.000 Amerikan askeri personeli var. Bunların 75.603'ü Almanya'da konuşlanmış durumda. Orta Asya'da yaklaşık 1000 kadar askeri personel var. Kırgızistan'daki Ganci hava üssünde, 38'i, Gürcistan'daki Kritanşsi'de yerleşik durumda. Görevleri Gürcü askerleri eğitmek. 3432 Katar'da, 1496'sı Bahreyn'de bulunuyor. Guantanamo'da 700, Honduras'ta 413, Kanada'da 147 askeri personel var. 
    Bunlar, ABD açısından önemli görülen bölgelerde konvansiyonel askerî gücün gösterilmesi; gerekirse nükleer savaş için hazır olunmasının sağlanması herhangi bir saldırıya karşı ABD’nin karşılık vereceğinin garanti edilmesi ve son olarak Amerikan gücünün temsil edilmesi içindir.
    ABD hayati gördüğü yerlere müdahale etmekten, buradaki devletleri anlaşmalara zorlamaktan ve devletlerin iç işlerine karışarak, darbelerin arka planında yer almaktan çekinmemiştir. Askerî üsler pek çok kere bu müdahalelerde hem istihbarat sağlayıcısı, hem de harekât noktası olarak kullanılmışlardır
    ABD’nin asker sayısına ve teşkilatlanmasına baktığımızda bu, ulusal güvenliğini sağlamak için fazlasıyla büyük, buna karşın gerçek bir rakiple karşı karşıya kaldığında bunu üstesinden gelmek içinse yetersizdir. Soğuk Savaş dönemindeki güçlü askerî konumuna ve müttefik desteğine rağmen ABD ne Kore’de, ne de Vietnam’da savaş meydanından zaferle ayrılmıştır. Hatta 1961 Domuzlar Körfezi, 1979’da İran rehineler krizinde olduğu gibi başarısız operasyonlarda bulunmuştur. Buna rağmen, ABD’nin askerî gücü yüklendiği siyasi ve ekonomik görevlerde büyük ölçüde başarı elde etmiştir. 1980’li yılların ortalarında Savunma Bakanlığı için araştırmalar yapan RAND kuruluşundan bir analist, kendisiyle yapılan söyleşide askerî açıdan çok büyük sayıda silah bulundurmanın gereksiz olduğunu itiraf etmektedir. Ancak yine aynı kişiye göre gerek içeride, gerekse dışarıda belli bir imaj yaratmak için bu askerî yapılanma gereklidir.
    Demokrasi ve özgürlük söylemine dayanan değerler, açık pazar anlayışı ve Amerikan kültürünün bir araya gelmesi ile güçlü bir ideolojik taban inşa edilmiş ve bunun bir parçası olarak tasarlanan askerî üsler kolaylıkla müttefik devletlerde kendilerine sağlam yerler bulmuşlardır. Özellikle, ABD’nin, Avrupa ve Kuzeydoğu Asya’daki endüstrileşmiş devletler ile yaptığı ticaret, yatırımla kurulan bağlar ve geniş ölçekli işbirliğini savaş sonrası dünyada denizaşırı üslerin uzun süre var olabilmesi sağlamıştı.
    Dünyada bölgesel güç boşluklarının ortaya çıktığı ilk dönemde ABD, buralardaki istikrarsızlıklar üzerine yoğunlaştı. Küresel bir tehdidin yerini, bölgesel krizlerin küresel istikrarı etkilemesi almıştı. ABD kendisi ekonomik ve stratejik çıkarları için ihtiyaç duyduğu istikrarı, bu istikrardan sorumlu olduğu yargısı ile güçlendirdi. Amerika’nın kendi kendine ilan ettiği bu sorumluluk “uluslararası istikrar” ile eş anlamlı hale getirildi
    Soğuk Savaş sona erdiğinde ABD, II. Dünya Savaşı sonunda sahip olduğu “kurtarıcı” imajına sahip olmadığı gibi, ekonomik güce de sahip değildi. Geçen bu süre içinde ABD, sistem üzerinde kontrolü sürdürmesine rağmen, Avrupa ülkeleri ve Japonya başta olmak üzere dünyanın pek çok ülkesi ekonomik olarak toparlanmıştı. ABD’nin diğer ülkelere bağımlılığı artarken, Amerikan halkının yaşam standardını koruyabilmek ve dünya üzerinde egemenliği devam ettirebilmek için artık ekonomi politikaları yetersiz kalmaya başlamıştı. Bu, ABD’yi bütün politikalarında askerî gücünü daha çok kullanmaya yöneltti.Kaybedilen ekonomik etkiyi, askerî güçle dengelemeye yönelen Amerikan yönetimi için, Kapitalizmin küresel işleyişi için hayati öneme sahip temel kaynakların doğrudan kontrolü öncelikli hale geldi. Bu ABD'nin İslam ülkeleri üzerinde hegemonik çabalarını anlamamızı sağlıyor.Bu kaynaklarının akışını elinde tutmak, ABD’nin hem diğer devletlere karşı bağımlılık kıskacını zayıflatacak, hem de küresel ekonomiye hâkimiyetini artıracaktı.  ABD petrol ihtiyacının sadece %5’ini Ortadoğu bölgesinden karşılamasına karşın, Avrupa ülkeleri ve Japonya’nın en büyük alıcılar arasında yer alması nedeniyle bölge petrolünün güvenliğinin Amerika’nın elinde olması, Avrupa’nın ve Doğu Asya’nın gelişmiş ekonomilerinin de idare edilmesi anlamına geliyordu.
    Enerji kaynaklarına hâkimiyet ABD’nin askeri stratejilerinde her zaman belirileyici olmuştur. Bununla birlikte, ABD’nin üs politikası doğalgaz ve petrol kaynaklarını kontrolü gibi dar bir amacın içine sıkıştırılamaz. ABD bu kaynaklara ilgisi açıktır. Ancak bu, her biri yüzen bir üs olan uçak gemileri bölgedeki Amerikan çıkarlarının korunması için fazlasıyla yeterliyken ve bu filolar Basra Körfezi’ni zaten tam anlamıyla bir Amerikan gölüne çevirmişken, Irak Savaşı’na kalkışmayı açıklamamaktadır.Irak Savaşı yeni dönemde, ABD’nin sistem kurgusunu tüm dünyaya gösteren bir örnektir. Geride bırakılan üsler, sadece enerji rotasının denetimini sağlamayacak, Irak’ın Amerikan çıkarlarına uygun şekilde dönüşümünün gerçekleşmesinde bölgesel rekabeti dengeleyecek önemli bir rol oynayacaklardır.
    ABD savunma stratejisinde, üsler için biçilen rol, caydırıcılığı sağlamak, kilit bölgelerde bulunan askerlerin eğitim almasını temin etmek, krizlere hızlı ve etkin şekilde müdahale edebilmek ve ihtiyaç duyulduğu an kuvvetleri yeniden organize edebilecek şekilde mevcut kapasiteyi korumaktı
     1990’lar boyunca Amerika’nın ticari açığı çığ gibi büyürken bu ekonomik kriz, 1999–2001 yılları arasında Amerika’nın yeniden silahlanma sürecinin tetikleyicisi olmuştur. Askerî bütçede %15’lik artış, 11 Eylül saldırıları öncesinde alınan kararların sonucudur. Ekonomik bağımlılığın artması ile kuvvet kullanımındaki yükseliş arasında neden sonuç ilişkisini görmek gerek.
    Amerikan yönetimleri tarafından “demokrasi” ve dünyaya “istikrar” getirme arzusu değişmez şekilde izledikleri politikalara gerekçe olarak kullanılmış ve müttefik topraklarında Amerikan kuvvetleri ise “koruyuculuk” gerekçesine dayandırılmıştır. 
    İngiliz İmparatorluğu’na karşı mücadele ile kurulan Amerikan Devleti “imparatorluk” kavramına karşı da belirli bir hassasiyet geliştirmiştir. Gerçekten de Birleşik Devletler, klasik anlamda bir imparatorluk değildir; ancak her şeyden önce kavrama yepyeni bir boyut kazandırmıştır. Klasik emperyal imparatorlukların savaşlar ile sınırlarını genişletme, sömürgeler elde etme anlayışı yerine hâkimiyet, ekonomik sistemin yaygınlaştırılması, açık pazar prensipleri, değerler, kültürel öğeler ve kurulan askerî üsler ile genişletilmektedir
     Yeni “İmparatorluk,” egemen devletlerin sınırlarını aşarak içlerine nüfuz etmekte, egemen devletlerin içinde hem kamusal hem özel alanda yer alan itaatkâr elitler aracılığı ile o devletin eylemlerini kontrol etmektir.

KAYNAK
Amerika ve Üs'ler, NEJDET KÜLÜNK, http://www.magaradamum.com/
ABD'nin Üs Politikası ve Türkiye: Kuruluşundan Bugüne İncirlik Üssü, Selin Muzaffer Bölme, Ankara-2010

 

 






YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
FOTO GALERİ
YUKARI