Bugun...


HAŞİM ŞAHİN: On üçüncü yüzyılı bilmek neden önemli?
Cengiz Han’ın Müslüman Harezmşah topraklarını hedef alması İslam dünyasında ciddi bir siyasi çöküşü başlattığı gibi, Türk ve İran sahasındaki önemli kültür merkezlerinde yetişmiş pek çok âlim ve mutasavvıfın farklı coğrafyalara göç etmesiyle bilgi ve hikmet transferine de neden olmuştu. Bu süreç Anadolu, Mısır ve Hindistan sahasında ilmi ve kültürel zemini güçlendirmiş, uzun vadede Memlûk, Osmanlı ve Babürlü devletlerinin fikri zeminini oluşturmuştu.

facebook-paylas
Tarih: 09-12-2021 01:12
HAŞİM ŞAHİN: On üçüncü yüzyılı bilmek neden önemli?

Prof. Dr. Haşim Şahin / Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi

Son ayına girdiğimiz 2021 senesinin gerek UNESCO gerekse Cumhurbaşkanlığımız tarafından sırasıyla Yunus Emre, Ahi Evran ve Hacı Bektaş-ı Veli yılı ilan edilmesi bu büyük değerlerimizin bir kez daha hatırlanmasına, muhtelif resmi veya sivil kuruluşlar, dernekler ve üniversiteler tarafından çok sayıda etkinlik düzenlenmesine vesile oldu. Söz konusu bu üç büyük veli; yaşam tarzları, fikirleri ve yetiştirdikleri talebeler vasıtasıyla gerek yaşadıkları dönemde gerekse sonraki yüzyıllarda derin izler bıraktılar. Peki bu kıymetli şahsiyetleri bu kadar öne çıkaran hususlar neydi? Yaşadıkları yüzyılda genelde İslam dünyasının, özelde ise Anadolu’nun siyasi ve kültürel iklimi nasıldı?

ANADOLU İRFANININ TOHUMLARI ATILDI

Ahi Evren, Hacı Bektâş-ı Veli ve Yunus Emre’nin yaşadığı 13. yüzyıl İslam dünyasının birlik ve beraberlikten uzaklaştığı; savaşlar, siyasi mücadeleler ve parçalanmaların toplumda güvensizlik meydana getirdiği, Türkiye Selçuklu Devleti’nin yıkılış sürecine, Anadolu’nun ise fiilen Moğol istilası altına girdiği bir dönem olma özeliğine sahiptir. Bu yüzyıl Anadolu’nun muhtelif bölgelerinde vaktiyle Selçuklu hizmetinde bulunan Türkmen emirlerinin bağımsızlıklarını ilan ederek yeni bir medeniyet kıvılcımını ateşledikleri bir süreci de temsil etmekteydi. Ancak bu yüzyılı belki de en anlamlı kılan husus, siyasi gerilemenin ve kaosun aksine kültürel anlamda tam manasıyla altın çağın yaşandığı bir asır hususiyetini de taşımasıydı.

Türkiye Selçuklu Devleti’nin kudretli sultanları I. Gıyâseddin Keyhüsrev, I. İzzeddin Keykâvus ve I. Alâeddin Keykubad devirlerinde Selçuklu ülkesine gelen pek çok âlim ve mutasavvıf devlet adamlarının da kendilerine göstermiş oldukları hürmet ve desteğin bir neticesi olarak medeniyetlerin beşiği sayılan yarımadanın çehresini değiştirmişti. Bu noktada bilhassa “sultanların hocası” olarak ün kazanmış Şeyh Mecdüddin İshak’ın rolü büyüktü. Onun gayretleri ile İslam tasavvufunun en büyük isimlerinden olan İbnü’l-Arabi başta olmak üzere Evhâdüddin Kirmânî, Ahi Evran gibi önemli isimler Selçuklu ülkesine geldi. Aynı dönemde Anadolu’ya gelen Kübrevi şeyhi ve aynı zamanda meşhur Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin babası olan Sultânü’l-Ulemâ Behâeddin Veled de önemli bir isim olup, Moğollar karşısında Orta Asya’daki sufi direnişin sembolü haline gelmiş bir tarikatın saygı gören bir mensubuydu. Adı geçen bu isimler, İslam kültür havzalarının önde gelen temsilcileri olup, bu muhtelif kültür havzalarını Anadolu’da bir vücut haline getirmişler, belki de günümüzde “Anadolu İrfanı” olarak adlandırılan medeniyet tasavvurunun da tohumlarını atmışlardı.

SİYASİ ÇÖKÜŞ SONRASI HİKMETİN YAYILMASI

1219 yılından itibaren Cengiz Han’ın Müslüman Harezmşah topraklarını hedef alması İslam dünyasında ciddi bir siyasi çöküşü başlattığı gibi, bir kısmı yukarıdakiler olmak üzere Buhara, Semerkand, Kaşgar, Otrar, Tirmiz, Kirman gibi Türk ve İran sahasındaki önemli kültür merkezlerinde yetişmiş pek çok âlim ve mutasavvıfın farklı coğrafyalara göç etmesi ile hatırı sayılır bir bilgi ve hikmet transferine de neden olmuştu. Bu süreç Anadolu, Mısır ve Hindistan sahasında ilmi ve kültürel zemini güçlendirmiş, uzun vadede Memlûk, Osmanlı ve Babürlü devletlerinin fikri zeminini bu dönemde göç eden âlimler ve sufiler oluşturmuştu.

Türkiye Selçuklu topraklarına “Fütüvvet teşkilatı” bu yüzyılda Selçuklular adına Şeyh Mecdüddin İshak’ın ve Abbasi Halifeliği adına ise Şeyh Şehabeddin Sühreverdi’nin gayretleriyle girdi. Kardeşlik, yiğitlik ve cömertliğin en güçlü temsilcisi, yolda kalmışların, kimsesizlerin ve çaresizlerin sığınağı olan ve aynı zamanda güçlü bir esnaf örgütlenmesini de temsil eden fütüvvet teşkilatı Anadolu’da Ahi teşkilatı adıyla Ahi Evran tarafından Kırşehir merkezli olarak kuruldu. Ahiler gerek Moğol istilası karşısında verdikleri mücadele gerekse sonraki dönemde halkın birlik ve beraberlik içerisinde olabilmesi için gösterdikleri gayret ile öne çıktılar. Bu dönemde Ahi unvanını taşıyan çok sayıda ismin varlığı, Fas’lı seyyah İbn Battuta’nın ahilerden sitayişle bahsetmesi ve gittiği her şehirde bir ahi zaviyesinde konaklaması bu teşkilatın icra ettiği fonksiyonu ve yayılma alanlarını ortaya koyması bakımından oldukça önemlidir.

 

TÜRK DİLİ VE KÜLTÜRÜNÜN TEMSİLCİLERİ

Sultan I. Alâeddin Keykubad’ın ani ölümüyle başlayan süreç Selçuklu topraklarında ciddi bir otorite boşluğu doğurdu. Onun yerine geçen oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in eğlenceye düşkün olması, emirlerden Sadeddin Köpek’in yaptığı zulümler, vergi memurlarının halkı sömürmesi gibi yanlışlar; iktidar ile halk arasındaki güveni ortadan kaldırdığı gibi 1240 yılında Baba İlyas önderliğinde bir halk ayaklanmasının çıkmasına da neden oldu. İsyan kanlı bir şekilde bastırılmış olsa da Hacı Bektaş Veli ve kardeşi Menteş başta olmak üzere bu isyanı destekleyen çok sayıda âlim ve sufinin de bulunması artık siyaseten farklı bir sürece girildiğinin de işaretiydi. İsyanın gerçekleştiği yıl Yunus Emre dünyaya gelmiş, Hacı Bektaş Veli ise Sulucakarahöyük’e yerleşmişti. Bu iki isim, isyandan yaklaşık üç yıl sonra Kösedağ Savaşı’nda alınan yenilginin akabinde hızla Anadolu’yu istila eden Moğol hakimiyeti döneminde Türkmen zümreleri arasında adeta bir kurtarıcı vazifesi görecekler, ortaya koydukları fikirleriyle toplumu aydınlatacaklardı. Moğol idaresi karşısında daha uzlaşmacı bir tavrı benimseyen Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî de yine bu dönemde yaşamış bilhassa Farsça konuşan üst kültür çevrelerindeçok daha güçlü bir tesire sahip olmuştu.

Ahi Evran, Hacı Bektaş-ı Veli ve Yunus Emre daha ziyade Türkçe konuşan topluluklar içerisinde etkili olmuşlar, Türk kültürünün ve dilinin o dönemde yeniden öne çıkmasına katkı sağlamışlardı. Bunlardan bilhassa Yunus Emre kaleme aldığı Divan ve Risâletü’n-Nushiyye adlı eserleriyle dönemin insanına, kişinin kendini bilmesinin önemini, Allah sevgisini ve dünyanın geçiciliğini, birlik ve beraberlik ruhunu anlatmaya çalışmıştı.

O aynı zamanda Türkçe’nin bu yüzyıldaki en önemli temsilcileri arasında kabul edilmişti.




Kaynak: Yeni Şafak



YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
FOTO GALERİ
YUKARI