Bugun...


PROF.DR.DURMUŞ GÜNAY: Üniversite Üzerine-II / Üniversite Tarihimiz Ve Bologna Süreci Üzerine
Yunan felsefi ve bilimsel mirası, Latin Batı’ya, ustaları ve eğiticileri olan İslam bilginleri vasıtası ile aktarılmıştır. Yunan felsefi ve bilimsel yapıtlarının çevirisi doğrudan Yunancadan değil Arapçadan yapılmıştır. Farabi’nin (870-950). İbn-i Sina’nın (980-1037), İbn-i Rüşd’ün (1126-1198) yardımı olmadan Latin Batı, Yunan felsefesini ve bilimini anlayamazdı (Koyre, 2004).

facebook-paylas
Tarih: 11-07-2022 17:29
PROF.DR.DURMUŞ GÜNAY: Üniversite Üzerine-II / Üniversite Tarihimiz Ve Bologna Süreci Üzerine

Burada üniversitenin tarihimizdeki gelişiminin kilometre taşlarına çok kısaca değineceğiz. İlk medreseler; Selçuklularda Nişabur’da (1040), Karahanlılar döneminde Semerkant’ta (1065), Selçuklularda Bağdat’ta Nizamiye medreseleri (1067), Osmanlılarda İznik (1330), Fatih (1471), Süleymaniye (1559) medreseleridir (Ataünal,1993). Osmanlı modernleşme döneminin başında, Mühendishane-i Bahri-i Hümayun (1773), Mühendishane-i Berri-i Hümayun (1793) açılmıştır. Tanzimat döneminde 1863’te I. Darülfünun, 1870’de II. Darülfünun,1874’te III. Darülfünun, 1900’de IV. Darülfünun ve 1908’de V. Darülfünun açılmıştır. V. Darülfünunun adı 1912’de İstanbul Darülfünunu olarak değiştirilmiştir.

1933 Üniversite Reformu ile İstanbul Darülfünun’u ilga edilmiş, İstanbul Üniversitesi kurulmuştur. Bu reform ile üniversite, yapısı ve akademik unvanlar da dahil olmak üzere  olduğu gibi Batı’dan transfer edilmiştir. 1946’da ikinci üniversite reformu, 1960’ta ve 1973’de de üniversitede düzenlemeleri yapılmıştır. 1981’de 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanunu (YÖK) ile üniversitede en önemli reform yapılmıştır. Bu yasa ile Yükseköğretim Kurulu (YÖK) kurulmuş, yükseköğretim merkezi bir sisteme kavuşmuştur. 

Kuruluşundan itibaren YÖK’e, özellikle ideolojik kaygılarla, ağır eleştiriler yöneltilmektedir. Bu eleştirilerin sükûnetle yapılan sahiciye dayalı, bütüncül, tutarlı eleştiriler olduğu söylenemez. YÖK, üniversitelerde olan her türlü olumsuzlukların yüklendiği, adeta bir paratoner, olmuş ve eleştirilere maruz kalmıştır. Durmaksızın eleştiri, sahte bir üstünlük duygusu verse de yaratıcı yeteneği öldürür. Çoğunlukla problemler dile getirilmiş, üniversitenin sorunlarına yaratıcı çözümler ortaya konulamamıştır.

Siyasi partiler, programlarında YÖK’ü kaldıracaklarını vadetmişler, ancak iktidara geldiklerinde böyle bir girişimde dahi bulunmamışlardır. Burada amacımız, YÖK’ü savunmak değildir. Durumu dile getirmektir. Yükseköğretimin sorunları, YÖK’ü eleştirmekle çözülemez. Yaratıcı çözümler ortaya koymakla, kolektif aklı devreye sokmakla çözümler geliştirebiliriz. Üniversite bizimdir, sorunlar da bizimdir ve çözümler de bizim tarafımızdan ve bizim için olmalıdır. Kurumların bütün ülkeler için ortak benzer yanları vardır, ama o topluma ve kültüre özgü yanları da vardır. Bilgelikle her şeyi yerli yerine koyarak çözümler ortaya konulmalıdır.

1981’den beri 2547 Sayılı Kanun’da çok sayıda değişiklik yapılmasına ve eleştirilere konu olmasına rağmen, 1933’ten beri en uzun yaşayan ve omurgası, ruhu ayakta duran bir reformdur.

Bir de şöyle bir söylem vardır: Sanki bütün ülkeleri incelemişler gibi, Dünyanın (gelişmiş) hiçbir ülkesinde YÖK gibi bir kurum yok derler. Bu yaklaşım iki bakımdan yanlıştır. Birincisi, her ülkenin kendi toplumsal, kültürel yapısına ve tarihine bağlı olarak YÖK’ün fonksiyonunu yapan üst kurumlar vardır. İkincisi, biz doğru bir şey yapamayız, başkalarına bakalım, çünkü doğruluğun ölçüsü ve ölçütü onlardır ön yargısı. Amerika’yı yeniden mi keşfedeceğiz derler. Oysa Amerika’nın keşfini başkalarından öğrenmek yerine kendimiz yeniden keşfetmek deneyimini yaşamak zorundayız.

Kimyadan, hidrojen (H2) ile oksijenin (O2) birleşmesiyle redoks denkleminden su (HO) elde edildiğini biliyoruz. Ama laboratuvarda oksijen gazı ile hidrojen gazını kendimiz deney yaparak birleştirerek suyun elde edilişini görürsek, bu Platon’a göre epistemik bilgi, Gazali’ye göre Hakke’l Yakîn bilgi olur. Burada teoriden uygulamaya geçiş arasında, yaşanarak öğrenilen, örtük bilgi (tacit knowledge/zımni bilgi) söz konusudur. Bu bilgi tarzı, bisikletin nasıl sürüldüğünü söz ile söylemekle, bisikleti sürmek arasındaki farka tekabül eder. Örtük bilgi, söz  ve yazı ile dile getirilemez, kişiye özgüdür, yani özneldir ve daha kalıcı bir bilgidir. Günümüzde üniversite, örtük bilginin üzerini örtmüş ve unutmuştur, kültürü unuttuğu gibi. Üniversitede öğrenci, yüz yüze ilişkilerle hocalardan örtük olarak geçen bilgiler kazanırlar. Bütün zanaat becerileri ve düşünme becerileri örtük bilgidir. Usta ile çırak arasında, hoca ile öğrenci arasında, örtük bilgi geçişi söz konusudur.

Tanzimat dönemi içinde (1863-1908 arasında) 5 defa Darülfünun (I.,II., III:, IV., V. Darülfunun) kurulup ve bir süre sonra kapanmış olması; Cumhuriyet döneminde de 5 defa reform veya düzenleme (1933, 1946, 1960, 1973, 1981/  33, 46, 81 reform; 60,73 düzenleme olarak nitelendirilmektedir) yapılmış olması neye işaret eder? (a) Problem doğru teşhis edilememiş olabilir?  (b) Çözüm doğru olmayabilir? (c) Uygulama doğru yapılmamış olabilir?

Bize göre Tanzimat ile başlayan Batıya yöneliş, kendinden vazgeçiş ve nihayet bütünüyle batılı olmak tutumu dolayısıyla çözümsüzlüğe giden bir vadiye girilmiş olmasıdır. Bu yüzden problemin bütün detayları ile ortaya konulması ve çözümü için üzerinde çok çalışılması gerekmektedir. Medeniyetimizi kavramış olan akademisyenlerin, aydınların, düşünürlerin, filozofların çözüm araması gereken kronik hale gelmiş hayati bir konudur. Eğitim sistemi ve üniversite sistemi, toplumun tarihi-sosyolojik durumuna, kültürüne ruhuna kısacası medeniyetine nüfuz edilmeden tasarlanamaz. Bu çalışmanın medeniyetimizin bütün alanları için söylenebileceğine işaret etmek gerekir. Ancak burada üniversite bağlamıyla sınırlı olarak konuyu ele alıyoruz.

Bologna Üniversitesi

Avrupa yükseköğretim alanı yaratmayı öngören Bologna Süreci adı, Avrupanın ilk üniversitesi olan Bologna Üniversitesine izafeten verilmiştir. Bologna süreci; bir Avraupa Yükseköğretim sistemi kurmayı amaçlamaktadır. Avrupada ülkeleri arasında ortak yükseköğretim programları, Avrupa Kredi Transfer Sistemi (AKTS/ECTS) adı verilen referans not sistemi, yükseköğretim kurumları arasında öğrenci ve öğretim elemanı hareketliliği gibi hedefler belirleyerek ortak bir Avrupa Yükseköğretim Alanı/AYA (European Higher Education Area/EHEA) kurmaya çalışmaktadır.

Avrupa’da ortak bir yükseköğretim alanı yaratma fikri, 1998 yılında Fransa, İtalya, Almanya ve İngiltere Eğitim Bakanlarının Sorbonne’da yaptıkları toplantı sonunda yayımlanan Sorbonne Bildirisi ile ortaya çıkmıştır. Ancak, Bologna Süreci resmi olarak 1999 yılında Bologna Bildirisi’nin 29 Avrupa ülkesinin yükseköğretimden sorumlu Bakanları tarafından imzalanması ve yayımlanması ile başlamıştır. Günümüzde, Türkiye de dahil olmak üzere bu sürece 49 ülke dahil olmuştur.

Bu sürecin dayandığı temel fikir, açıkça söylenmese de, Avrupa ülkelerinin tek başlarına Amerika’nın ve Çin’in insan yetiştirme, bilim ve teknoloji üretme kapasitesiyle rekabet edebilmesinin mümkün olmadığının fark edilmesine dayanır. Avrupa Birliği, Avrupa ülkelerinin tek devlet haline gelerek varlığını sürdürebileceğini öngörmektedir. Temelleri 1950’lerde atılan bu fikir İngiltere’nin birlikten ayrılması ile şimdiden dağılma işaretleri verdiği şeklinde yorumlar yapılmaktadır.

Bologna sürecinde de benzer bir pörsüme süreci gözlenmektedir.  Sürecin başlangıcında, öğrenme kazanımları (learning outcomes) gibi parlak fikirler ortaya konulmuş olsa da bir çok kavramın tanımında sorunlar bulunmaktadır. Örneğin AKTS /ECTS (Avrupa Kredi Transfer Sistemi/ European Credit Transfer System) tanımı 25-30 saatlik bir çalışma yükü (work load) olarak tanımlanmıştır. Söz konusu 25-30 saatlik çalışma yükünün belirlendiği hangi düzeydeki öğrenci(ler)dir.  Öğrencinin kaç saat çalıştığı ne kadar güvenilir olarak belirlenebilir? Eğitim-öğretimin en önemli temel kavramı olan kredinin ölçülmesindeki bulanıklık, sistemi güvenilir olmaktan çıkarmaktadır.

Müfredattaki ders saatine dayalı geleneksel kredi tanımı daha net idi. 14 ila 16 haftalık bir dönemde haftada bir saatlik dersin kredisi, 1 kredi olarak tanımlanmıştı. Üniversitelerimizin bir çoğunda AKTS kredisi için çalışma yükünün belirlenmesi konusunda bir çalışma yapma yoluna bile gidilmemiş, mevcut krediler bir katsayı ile çarpılarak, örneğin 1.5 ile çarpılarak, her dönem için toplam 30 krediye denk getirilmiştir. Böyle bir yola gidilmesinde, Batıdan gelen için “senden gelen hoştur bana” önyargısının yanı sıra, kredi tanımdaki belirsizliğin de rolü olduğunu düşünüyorum. Ayrıca çeviri yanlışları da söz konusudur. Örneğin “work load”, iş yükü olarak çevrilmiştir. Oysa  work load, çalışma yüküdür. Job load olsaydı iş yükü olarak çevrilebilirdi. Benzer şekilde “learning outcome”, öğrenme çıktısı olarak aktarılmıştır. Oysa learning outcome, öğrenme kazanımı olmalıydı. Learning output olsaydı öğrenme çıktısı olurdu.

Burada, Bologna Sürecine dair terimlerin çevirilerinde yapılan hataları daha fazla tartışmayacağız, işaret etmekle yetineceğiz. Bologna Sürecindeki karar vericiler, sürece katılan paydaşlar, yani üniversiteler, bu sorunlara çözüm üretmeleri beklenir. Avrupa yükseköğretim Alanı inşasında amaç, imkanları optimum ölçülerde kullanarak, yüksek vasıflı insan yetiştiren, bilim ve teknoloji üreten sürdürülebilir, kaliteli, Dünya ölçüsünde bir yükseköğretim sistemi kurmak olmalıdır.

İtalya’daki Bologna Üniversitesi’nden sonra, 12. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan Avrupa üniversitelerinin kökleri Antik Çağın eğitim sistemine kadar uzanır. Platon (M.Ö. 427-347) ile Pythagoras’ın (M.Ö.580-500) izleyicilerinin eğitim sisteminin merkezinde, ve Orta Çağ üniversite geleneğinin temelinde, 7 Edebi ve Beşerî Sanat (Septem Artes libarales/ Seven Liberal Arts)ibe) fikri bulunuyordu. Bu sanatlar/bilimler iki gruba ayrılmaktaydı: Trivium (gramer, hitabet, mantık) ve Quadrivium (geometri, aritmetik. astronomi, müzik). Avrupada 12.yüzyılın sonlarında kurulmaya başlayan Paris Üniversitesi (kuruluşu 1160) ve Oxford (kuruluşu 1167)  bu fikri benimsemişlerdi.

13. yüzyılda, üniversitenin bünyesinde dört fakülte bulunuyordu:

  1. Edebi ve Beşerî Bilimler,
  2. İlahiyat,
  3. Hukuk
  4. Tıp Fakültesi

Edebi ve Beşerî Bilimler Fakültesi, hazırlık ve genel eğitim fakültesi olup bugünkü Fen-Edebiyat Fakültesine benziyordu. Diğer fakültelere devam etmek için önce, birkaç yıl süren, Edebi ve Beşeri Bilimler Fakültesini bitirmek gerekmekteydi.

Bologna Üniversitesinin tıp eğitimi, şöyleydi: Edebi ve Beşerî Bilimler Fakültesini bitirdikten sonra dört yıl idi. Birinci yıl İbn-i Sina ve tıp kitabı; ikinci ve üçüncü yıl İbn-i Rüşd, Galen, Hippocrates okutuluyordu. Dördüncü yılda ise, ilk üç yıl tekrar edilmekteydi. Her gün 4 saat ders yapılmaktaydı. Orta Çağ’da öğrenciler 14 veya 15 yaşlarında üniversiteye başlıyorlardı. (Skirberg, G., Gilje, N., 2004)

Yunan felsefi ve bilimsel mirası, Latin Batı’ya, ustaları ve eğiticileri olan İslam bilginleri vasıtası ile aktarılmıştır. Yunan felsefi ve bilimsel yapıtlarının çevirisi doğrudan Yunancadan değil Arapçadan yapılmıştır. Farabi’nin (870-950). İbn-i Sina’nın (980-1037), İbn-i Rüşd’ün (1126-1198) yardımı olmadan Latin Batı, Yunan felsefesini ve bilimini anlayamazdı (Koyre, 2004).  İslam bilim ve felsefesinin öncülüğü, modern bilimin doğuşunun başlangıcı kabul edilen, N. Copernicus’un (1473-1543), güneş merkezli evren sistemini ortaya attığı 1543 yılına kadar devam etmiştir. 1543-1687 arası (144 yıl) modern bilimin doğuş dönemi olarak kabul edilmektedir.

Bu dönemin sonu Newton’un Doğa Felsefesinin Matematik İlkeleri [Philosophiae Naturalis Principia Mathematica/(Mathematical Principles of Natural Philosphy)] veya kısaca Principia adlı ünlü eserini yayımladığı 1687 yılıdır. Modern bilimin doğuşundan sonra, durum tam tersine dönmüş, İslam Dünyası ile Batı yer değiştirmiştir. Batıda bilim, teknoloji ve üniversite sistemi iç içe geçerek, birlikte çok büyük gelişmeler kaydederek öncülüğü ele almış ve halen sürdürmektedir.

Humboldt Üniversitesi

Wilhelm von Humboldt (1767-1835), 1810’da Berlin Üniversitesinin kuruluşunda, eğitimin yanı sıra araştırma misyonuna vurgu yapan görüşü üniversitenin araştırma fonksiyonunun öne çıkmasında etkili oldu. Humboldt’un görüşü doğrultusunda yapılandırılan üniversiteler, Humboldt Tipi Üniversite şeklinde nitelendirilir oldu.






YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
FOTO GALERİ
YUKARI