Bugun...


BURHANEDDİN DURAN: Sezai Karakoç ve Medeniyet Kavramlaştırması - Yeni Bir Evrenselin İnşası
Zeltinburnu Belediyesinin 2013 yılında gerçekleştirdiği "Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi ve Hareketi Sempozyum"unun tebliğleri'nden alınan bu metin bir kaç parça halinde yayınlanacaktır.

facebook-paylas
Tarih: 17-07-2019 19:01
BURHANEDDİN DURAN: Sezai Karakoç ve Medeniyet Kavramlaştırması - Yeni Bir Evrenselin İnşası

Sezai Karakoç[1] (1933- )10 Türkiye İslâmcılığında çok önemli bir yere sahip olmakla birlikte düşüncesinin literatürde gerekli ilgiyi gördüğü söylenemez. Türkiye’de Kemalist devrimlerin yerleştiği düşünülen ve Almanya’da Hitlerin iktidarı ele geçirdiği bir dönemde dünyaya gelen Karakoç, Batı’nın hem İslâm dünyasını işgal altında tuttuğu hem de dünya savaşı ile sonuçlanan bir buhrandan geçtiği iki savaş arası dönemde yetişti. Bu dönem aynı zamanda Müslümanların özne olmadıkları yönünde yaygın bir Oryantalist algının üretildiği dönemdir. Karakoç hatıralarında kendini İslâm medeniyetinin buhranına doğmuş birisi olarak tasvir eder: “Biz İslam uygarlığının tarih sahnesinden tamamen tasfiye edildiğinin sanıldığı bir dönemde ve ortamda doğduk. Batı’nın yüzyıllarca süren çalışması sonucunda elde ettiği birtakım kesin sonuçlara dayanarak vardığı bir hükümdü bu. Sonra, oradan, bu inanış doğu aydınlarına bulaşmıştı.[2]”11

Karakoç’un siyasi fikirlerini kamuoyu ile paylaştığı 1950’ler ve 1960’larda Necip Fazıl Kısakürek ve Nurettin Topçu gibi aydınlar tarafından İslâm ve milliyetçilik arasında sıkı bir bağ kurulmuştu. Gittikçe dini tonlar kazanmaya başlayan milliyetçilik Kemalizm’i eleştirmenin ve İslâmcı fikirleri ifade etmenin bir aracına dönüşmüştü. Karakoç’un özgünlüğü İslâm ile milliyetçilik arasında kurulan bu bağı savunduğu medeniyetçi perspektifle daha Osmanlıcı ve ümmetçi bir forma sokmasıdır. Türkiye’nin önderliğinde eski Osmanlı devletinin sınırlarının ötesinde bir genişlikte “Ortadoğu İslâm Federasyonu” kurulmasını önermesi milliyetçiliğin İslâmcı paradigma içerisinde eritildiği bir örnek olmuştur.

Cumhuriyet dönemi İslâmcılığı hem Tanzimat’la başlayan batılılaşmaya hem de Kemalist tarih yazımına karşı çıkarak yeni bir tarih yazımı getirmeye çalışmıştır. Kısakürek’in CHP dönemini Türk tarihinin en kötü dönemi olarak ve Kemalizm’i de öteki olarak resmettiği yazılarındaki vurgu Karakoç’ta önemini kaybetmektedir. Diğer bir deyişle, Kemalizm eleştirisi varlığını korumakla birlikte Kısakürek’teki kadar tepkisel değildir. Buna paralel olarak Kısakürek’in İslâm’ı sert bir ideoloji olarak formüle etmesi Karakoç’ta kaybolmakta yerini “hakiki bir medeniyet” tasvirine bırakmaktadır. Bununla birlikte, Karakoç, İslâm’ın dirilişinin Batılı ideolojiler olan kapitalizm ve komünizme alternatif olduğunu söylerken yumuşak da olsa bir ideolojik çerçeve üretmektedir. Zira Diriliş düşüncesine göre İslâm “bir ekonomi anlayışı, tutumu ve çerçevesi de olan bir dünya görüşü, yaşayış ve medeniyet tarzıdır[3].”12

Karakoç’un İslâmcılığı, İslâm dünyasındaki döneminin diğer otoriter ve radikal İslâmcılıkların aksine, gelenekle bağlarını koparmayan bir özelliğe sahiptir. O’nun İslâm medeniyeti kavramlaştırması sadece İslâm’ın asli kaynaklarına (İslâm’ın ruhu anlamındaki Öz İslâm) dönüşü değil aynı zamanda İslâmi geleneği korumayı da hedeflemiştir. Böylece, gelenek seçmece bir okumaya tabi tutularak tarihsel ve sosyal oluşumlardan İslâm’ın özüne ve Müslümanların birliğine (ruh beraberliği anlamında homojenliğe) zararlı olmayanlar korunacaktır[4]. Kendine dönüş “atalar kültüne” dönüş değildir, Allah’a ve O’nun vahiy medeniyetini yeniden kurmaya dönüştür[5].

Karakoç’un düşüncesinde merkezi kavram medeniyet fikridir. O’na göre, zaman zaman kültür ile karıştırılan medeniyet sadece insanlığın fiziksel ihtiyaçlarının maddi ve kurumsal sonuçları olarak anlaşılmamalıdır; aynı zamanda insanlığın spritüal, ahlaki, metafizik ve kültürel taleplerinin karşılanması olarak görülmelidir. Ağırlıklı olarak spritüal/idealist bir yaklaşımı takip eden Karakoç, ırkçı ve maddeci medeniyet okumalarını reddederek medeniyeti insanlığın maddi ve manevi tüm yönlerini kuşatan bir olgu olarak ele alır. Medeniyet “bir ideali olan insanların büyük fedakârlıklarla gerçekleştirdikleri bir harekettir.” Marksist materyalizmin aksine, Karakoç’un zihninde, bir toplumdaki manevi unsur (üstyapı) altyapının maddi ve ekonomik aktivitelerini belirlemektedir[6]. Medeniyetler ve kültürler “ülkü hareketleridir,” “realiteyi hedef almış düşler ve düşüncelerden oluşurlar[7].”  

İnsanlık tarihini farklı medeniyetlerin etkileşimi ve mücadelesi olarak okuyan Karakoç, medeniyet idealinin sadece İslâm’a ya da Batı’ya has olmadığı aksine tüm insanlığın ortak bir özelliği olduğu kanaatindedir. Bu değişmeyen ortak temel de insanlığın bir gün hatırlayacağı vahiydir[8]. Bu değerlendirmeden hareket ederek Karakoç, Ziya Gökalp’te de karşılık bulan kültürün milli, medeniyetin uluslararası olduğu fikrine karşı çıkar. O’na göre Medeniyet kültürü de içerir; kültür bir nevi medeniyetin fizyolojisidir. Hâlbuki medeniyet bir organizma gibi anatomi ve fizyolojiyi de içeren bir bütündür. Her medeniyetin kendi kültürüne sahip olduğunu savunan Karakoç’a göre, Gökalp medeniyet kavramını aşırı daraltmış, nesneleştirmiş ve dolaysısıyla materyalize etmiştir[9].

Dine referansla medeniyet kavramını anlamlandıran Karakoç’un düşüncesinde İnsan Tanrı’nın kendisinden istediği varlık olabilme idealini gerçekleştirmeye çalışırken medeniyeti üretmiştir. Böylece hakiki medeniyet vahiyden ilham alan, üretilen medeniyettir. İslâm medeniyeti de Hakikat medeniyetinin gelişim basamağında son ve en üstün aşamaya karşılık gelmektedir[10]. Karakoç’un tarih okuması da medeniyet kavramı ile yakından ilgilidir. O’na göre, tarih, medeniyetlerin yükselişinin, düşüşünün ve dirilişinin hikâyesidir. Mezopotamya, Mısır, Yunan, Roma, İslâm ve Aydınlanma sonrası Batı insanlığın tarih boyunca kendini gerçekleştirdiği medeniyetlerdir[11]. Karakoç’taki bu medeniyetçi tarih okuması insanlığın varoluşundan günümüze birbiri ile çatışan iki çizgi tespit eder: iyinin medeniyeti ile kötünün medeniyeti; doğru ile yanlışın, güzel ile çirkinin medeniyetleri; ak medeniyet ile kara medeniyet; peygamberler medeniyeti ile şeytanlar medeniyeti[12]. Bu ayrımda doğu İslâm medeniyetine karşılık gelmektedir. Hakiki medeniyetin doğduğu yer Ortadoğu’dur ve İslâm onun varisidir. Böylece Doğu’nun ve hakikatin temsilcisi İslâm medeniyeti ile yalan ve kötünün temsilcisi Batı medeniyeti arasındaki mücadele devam etmektedir[13].

Karakoç çoğulcu bir medeniyet anlayışından hareketle Batı medeniyetinin İslâm da dâhil diğer medeniyetleri yok ettiği ve tek medeniyet olduğu görüşünü reddeder. İslâm’ın Batı kültürü ile mücadele ederek “en canlı ve orijinal bir medeniyet” olarak yeniden ayağa kalktığını öne sürer[14].

Arnold Toynbee’nin medeniyet üzerine yazdıklarından çok etkilenmiş olsa da Karakoç, medeniyetlerin yükseliş ve düşüşleri konusunda Toynbee’den farklı görüşlere sahiptir. Toynbee’nin devlet ve ülkelerle medeniyetler arasındaki ilgiyi aşırı bir şekilde abarttığını belirten Karakoç, medeniyetin “doğaüstü” bir olgu olduğunu, kimi zaman geri çekildiğini kimi zaman da ön plana çıktığını savunur. “Kısacası medeniyetin oluşum ve gelişimi Hegel’in sadeleştirilen tez-anti tez-sentez sisteminden çok boyutlu ve karmaşık bir yapıda” sürmektedir. Buna ek olarak Karakoç “medeniyet ideali” ile “reel medeniyetler” arasında ayrım yapar. Birincisi tüm insanlığa hitap eden bir ideal iken ikincisi bu ideali gerçekleştirmeye çalışan tarihi-sosyolojik medeniyetlerdir[15]. Medeniyetler arasındaki karşılaşmaların medeniyetlerin birbirinden öğrenmesi ile sonuçlandığına işaret eden Karakoç, teknolojinin bu öğrenme sürecinde etkili olduğu kanaatindedir. Avrupalıların teknoloji sayesinde eski medeniyetlerden öğrenerek Avrupa’nın tek/mutlak medeniyet olduğu inançlarını kaybettiklerini ve dünya medeniyeti fikrinin, ki bu insanlık tarihinin başından beri peygamberlerin idealidir, ortaya çıktığını öne sürer. Karakoç, insanlığın gündemindeki evrenselliğin özünün vahiy olduğu kanaatindedir[16].  Bu öz, İslâm medeniyetinin dirilişi ile insanlığa kurtuluş getirecektir.

İslâm Medeniyeti ve Diriliş: Kimlik ve Özgüvenin Kurulması

Genç Osmanlılardan günümüze Türkiye aydınlarının fikirlerini gelecek nesillere aktarmada ve etkilerinin kalıcı olmasında edebiyat ve dergicilik kritik bir yer tutmuştur. Sezai Karakoç da İslâm dünyasının dirilişi ve Türkiye’nin önemi üzerine yazdığı birçok kitabın yanı sıra verdiği edebi ürünlerle okuyucularında İslâmi aidiyet, özgüven ve direniş hissini yaratmıştır. Bu amaca yönelik olarak seçilen kelime hem insanlığın hem İslâm dünyasının kurtuluşu için kritik bir öneme sahiptir: diriliş. Dergisinin, yayınevinin ve kurduğu partinin isimleri de dâhil olmak üzere, diriliş kavramı Karakoç’un düşüncesinde merkezi bir yere sahiptir. Dirilişi tarihin kanunu olarak görmektedir: “Doğum ve ölüm, hayatın birer yüzüdür. Ama diriliş, doğumla ölümün bir araya gelişinden doğan asıl hayattır. Hegelci diyalektikle söylersek, doğum tez, ölüm antitez, diriliş sentezdir[17].” İnsanlığın da Müslüman dünyanın da kurtuluşunu dirilişte bulan Karakoç’a göre Müslümanlar lafzi Müslümanlıktan sıyrılmalı ve doğunun ve batının iyiliklerini, güzelliklerini ve hakikatini kendilerinde birleştirerek insanlığın, hakikat medeniyetinin dirilişini sağlamakla yükümlüdürler. Bu, kapitalizmin ve komünizmin “sahte” evrenselliğine karşı “gerçek” evrenselliğin diğer bir deyişle vahiyle özdeşleşen “hakikat uygarlığının” dirilişidir[18]. Diriliş Karakoç’a göre iki anlama gelmektedir. İlk olarak, İslâm’ın kaybedilen tabiat, dünya ve öte dünya görüşünün bütün canlılığıyla günümüzde ihyasıdır.

Bu İslâm’ın insan devlet, millet ve toplum görüşünün geliştirilerek modern dünyada etkin hale getirilmesidir. İslâmi kimliğin ve özgüvenin canlanmasıdır. Diğer bir tabirle, Farabi’nin erdemli şehrinin (ki Eflatun’un ideal şehir devletine üstündür) diriltilmesidir[19].28 İkinci olarak ise, insanlığın genel açısından diriliş Batı’nın çöktüğü bir dünyada yeni bir insanlığın umudu olan “yeni bir rönesans çağı” demektir. Bu da insanlığın spritüel ve metafizik krizine (varoluş ve anlam krizine) verilen vahiy temelli cevap olacaktır[20]. Diriliş kavramını devrim kavramından ayrıştırırken Karakoç bir tür özcülük yaratır ve diriliş kavramını İslâm’a has bir özellik olarak sunar. O’nun gözünde Fransız ve Bolşevik devrimleri Batı’nın kendini yenileme çabasıdır ve içlerinde diriliş düşüncesini (öteki dünya görüşü) barındırmamaktadırlar. Bu yüzden de ideal insana ulaşamamaktadırlar. İslâm dünyasında devrim fikri de batılılaşma, ya da kendini sömürgeleştirerek medeniyetine ihanet etmek anlamına gelmektedir. Öze dönüş anlamında diriliş şimdiye kadar devrimleri ihraç eden Batı’nın da kurtulmak için ithal etmesi gereken bir şeydir[21]. Diriliş Karakoç’un düşüncesinde kimi zaman İslâmi yaşam tarzının materyalizm ve inançsızlıkla mücadelesi olarak sunulmaktadır. Madde ve mana ikiliğini kullanarak Karakoç, dirilişi ruhun verdiği savaş olarak tanımlar: “Ruhlar arasında olan bir savaştır... Bu bir zihniyet savaşıdır. Karayla akın savaşıdır. Bu bir hayat tarzı, dünya görüşü, yani bir medeniyet savaşıdır[22].” Hatta kimi zaman bu savaş İslâm medeniyeti ile Batı arasında cereyan eden bir şey olarak düşünülmektedir. Batı medeniyeti karşısındaki bu savaşta başarılı olmak için İslâm medeniyeti “tekniğe, düşünce dinamizmine, sanat ve estetik tarzına ve bilime” sahip olmalıdır. Karakoç’un zihninde modern olmak demek İslâm’ı çağın ihtiyaçlarına uydurmak değildir aksine çağı İslâm’a uydurmaktır. Bu noktada Karakoç geçmişin büyüklüğünü ve zaferlerini anan bir muhafazakârlık üretmemekte bunun yerine İslâm medeniyetinin doğurganlığını modern çağda korumaya yönelik bir İslâmcılık üretmektedir[23]. Bunu yaparken Batılı felsefi geleneklerden etkiler taşımaktadır. Karakoç çağının problemlerini tanımlama ve İslâm’ı yorumlama konusunda varoluşçu felsefenin dilini kullanmaktadır: Müslümanlığı bir varoluş haline getirmek, oluştan varoluşa geçmek.

Medeniyetler arasındaki ilişkiyi de diyalektik metotla açıklayan Karakoç’a göre, İslâm medeniyeti diğer medeniyetlerle ilk buluşmada çatışarak daha sonra ise bu çatışma ve meydan okumalarla kendini zenginleştirerek dirilişini gerçekleştirecektir. Fars devleti, Bizans imparatorluğu, Yunan düşüncesi, Budizm, Haçlılar, Moğollar ve en son olarak Avrupa ile karşılaşan İslâm medeniyeti günümüzde bir kriz içerisinde olsa da sonunda Batının barbarlığına ve zulmüne son vererek insanlık medeniyetini yeniden diriltecektir[24].

İslâm medeniyeti kavramını Endülüs, Osmanlı, Abbasi ve Selçuk medeniyetleri ile özdeşleştirmeyen Karakoç, bunları ideal İslâm medeniyetinin varyasyonları olarak görmektedir. Siyasal formların, kurumların ya da rejimlerin ölümünün İslâm medeniyetinin ölümü anlamına gelmediğini, İslâm’ın ruhunun yeni bir varyasyonla dirileceğini ileri sürmüştür. İslâm’ın Batı’nın aksine ruhunda ve prensiplerinde tükenmediğine işaret eden Karakoç, İslâm için dirilişi Batı için düşüş ve intiharı öngörmektedir[25].

İslâm medeniyetinin modern dünyadaki canlılığını ifade etmek için Karakoç küreselleşmenin zaman ve mekânı sıkıştıran etkisine dikkat çekmiştir. Hiçbir hareketin belli bir dinle sınırlı kalmadığını ve hatta tüm dünyaya ait olduğunu vurgulayan Karakoç, bu sebeple bu çağda medeniyetlerin doğum ya da ölümünün zor olduğu düşüncesindedir. Keşif hissinin İslâm’ın mesajının insanlığa ulaşmasına katkıda bulunacağından hareketle Müslümanların kendi medeniyetlerini dirilterek dünya ile etkileşime girmelerini önermektedir. Karakoç, Batı’nın küreselleşen dünyanın entelektüel ve dini ihtiyaçlarını karşılayamadığını ve farklı ırkların ve halkların Avrupa sömürgeciliğine karşı çıktığı bir ortamda Makyevalist politikaların başarısızlığa mahkûm olduğunu belirtmiştir. Avrupa hukuk ve felsefesinin bu yeni insanlığa yeni bir medeniyet temeli oluşturamayacağını ileri sürmüştür[26].

Karakoç Batı’dan öğrenme konusunda Nurettin Topçu’nun aksine Batı modernliğinin bir unsuru olarak sanayileşmeye olumlu bir atıfta bulunmaktadır. Bunun meşrulaştırması da klasik İslâmcı çizginin kuvvet toplama ödevine bina edilmiştir:

“Çağımızda, Hakikat Medeniyeti, ağır sanayi ile korunabilecektir... Müslüman kuvvetli olmak borcundadır... Müslüman, inançsızdan evvel davranıp eşya ve tabiat kuvvetlerine hâkim olmalı, sahip çıkmalıdır. Allah’ın halifesi olarak, bu, onun ödevidir.[27]

Karakoç’un İslâm medeniyeti kavramlaştırmasında iki trend tespit edilebilir. İlki İslâm’ın Batı başta olmak üzere diğer medeniyetlerden ayrıştığı özgün yanlarına odaklanan kimlikçi bir yaklaşım içermektedir. İkincisi ise medeniyet kavramının evrensel yönlerine ve medeniyetlerin ortak yönlerine (ki bu vahiy geleneği demektir) dikkat çeken ve insanlığın kurtuluş arayışında medeniyetler arası etkileşimi önemseyen yaklaşımdır. Bu iki yaklaşım Karakoç’ta İslâm’ın insanlığın mükemmel medeniyet formu/sentezi olarak ilan edilmesi ile birleşir ve bir tür tek medeniyet kavramlaştırmasına ulaşılır[28].

Müslümanların çağdaş durumlarını açıklamak için medeniyet kavramını kullanmadaki ısrarı Karakoç’u belirli bir tarih tanımlamasına götürür:

“ (…) İslam, ilk defa olarak tarihe kült eklemiş, tarihin kafasını şartlandırmış (zamanı müslümanlaştırmış), bir evrensel harekettir. Öbür dinlere göre tarih bir eşyadır, bir objedir. İslama göre, tarih mükellef, tarih muhataptır. Velisi insan olan bir çocuktur tarih. İslama göre, tarih tıpkı insandır. İslâm, İslâmi bir tarih ister[29].”

Bu formülasyonla, tarih ve din birbirine yakından bağlı ve hatta bağımlı bir şekilde anlaşılır ve sonuçta Karakoç’un düşüncesinde tarih vahyin üstünlüğü ile açıklanan bir tanıma ulaşır. Tarihe böylesi bir dini yaklaşım tarihteki değişimi de medeniyetler arasındaki etkileşimin hikâyesi olarak ele alır. O’nun tarihi, insanlığın ahlaki mükemmeliyete kavuşma mücadelesi olarak kavramlaştırması İslâm düşüncesindeki değişim anlayışına uygundur:

“İslam’da meşru tek değişim Müslüman topluluğun ahlaki olgunlaşması ile sonuçlanan değişimdir. Müslüman hayattaki herhangi yapısal değişikliğin geçerliliği ve kalitesi Allah’ın kanunlarına uygunluğu ve topluluğu Peygamber tarafından yaratılan mükemmel modele yönlendirdiğine inanılma seviyesi ile ölçülmektedir[30].”

İslâm’ın dirilişini incelerken Karakoç birbirinin peşi sıra gelen dört aşama tespit eder: düşüncede diriliş, inanışta diriliş, edebiyat ve sanatta diriliş ve aksiyonda diriliş. Karakoç’a göre Çağdaş İslâmi uyanış (İslâm tezi) ikinci dünya savaşından sonra başlar. İslâmi düşüncedeki diriliş (ilk aşama), 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başı Müslüman aydınlarının (Cemaleddin Afganî, Muhammed Abduh, Muhammed İkbal ve Mehmed Akif Ersoy) savunmacı düşüncesinin aksine, İslâm’ın özgün bir dünya görüşü ya da ideoloji olarak sunulmasıdır. İdeolojiler çağında İslâm’ın ideolojileştirilmesi Müslümanlara İslâm’ı batı demokrasisi ve komünizm yanında üçüncü bir sistem olarak önermiştir. Bu ikinci nesil aydınlar Türkiye’de Necip Kazıl Kısakürek, Mısır’da Seyyid Kutup ve Pakistan’da Mevlana Mevdudi’dir. Karakoç’a göre düşüncedeki diriliş Türkiye’deki Nur Hareketi ve diğer İslâm ülkelerindeki benzer hareketlerin gerçekleştirdiği inanışta diriliş (ikinci aşama) ile tamamlandı. Edebiyat İslâmi düşüncenin dirilişinde önemli bir yere sahip olmakla birlikte edebiyat ve sanatta diriliş (üçüncü aşama) ve aksiyonda diriliş (dördüncü aşama) henüz tamamlanmadı[31].

Karakoç, Batılılaşma hareketine getirdiği eleştiride Osmanlı dönemi İslâmcılarının da kabul ettiği Müslümanların ve Osmanlının gerilemesi fikrini reddeder. Mutlak anlamda gerileme söz konusu olamaz. Batı, Rönesans, coğrafi keşifler ve sanayi devrimi ile maddi ve teknik alanlarda büyük atılımlar gerçekleştirirken Osmanlı devleti de 19. yüzyıla kadar ilerlemeye devam etmiş hatta yıkılırken dahi medeni bir sosyal hayata sahipti[32].41 Batılılaşma hareketi de kendi medeniyetinden yabancılaşma mahiyetine bürünmüştür. Batı medeniyetine dâhil olma fikrini de reddeden Karakoç’a göre teknoloji medeniyetin diğer unsurlarından ayrılamaz ve medeniyet taklit edilemez. Yapılması gereken ölü kurumların tasfiye edilmesi ve İslâm medeniyetinin ruhundan ilham alınarak yeni kurumların ihdas edilmesiydi[33].

Karakoç İslâm ve medeniyet arasındaki ilişkinin özgün olduğu düşüncesini taşımaktadır. İslâm kendine has özellikleri olan bir medeniyet yaratmıştır. Vahyin temel ontolojik ve epistemolojik öncüllerinden şekillenen siyasal, ekonomik ve kültürel yapılar/oluşumlar üretmiştir. Karakoç’a göre Hıristiyanlık ve Budizm’in aksine İslâm insanın varoluş sorunu ile devlet ve toplum sisteminin yaratılması konusunu aynı anda ele almaktadır. İslâm’ın insan ve toplum görüşünün, metafizikle maddi hayat arasındaki sentezinin tabiat ve tarihle karşılaştığı noktada İslâm medeniyeti denilen kültür ve medeniyet ortaya çıkmaktadır. Halbuki Hıristiyan ya da Budizm medeniyetinden bahsedilemez[34].

İslâm’ı tüm insanlığa ait kelimelerle ifade eden Karakoç, ilhamını vahiyden alan bir tür evrensellik üretir: İslâm Arap düşüncesine açılmak değildir; tüm insanlığın malı olan ve ilk insanla başlayan en mükemmel hakikat medeniyeti formudur. Kimi zaman İslâm’ın evrenselliği ve özgünlüğü Karakoç’ta net ve sert cümlelerle ifade edilir:

“İslâm Medeniyeti, bugünkü görünümü ne olursa olsun, özü, teorik yanı, halklardaki saf yaşantısı ve insandaki etkisiyle, medeniyet olma özelliğini taşıyan tek medeniyettir. Bu yüzdendir ki, ona “Ölmeyen Medeniyet” diyorum. Ölmeyecek olan Medeniyet de diyebiliriz. Ölümsüzlük Medeniyeti de. Çünkü o aydınlık medeniyetidir, ezeli ve ebedi Tanrı’ya inanış medeniyetidir[35].” Karakoç, İslâm’ın dirilişinde medeniyet nosyonuna büyük bir önem atfetmektedir. İslâm dünyasının bütünleşmesinin ancak medeniyetin dirilişi ile olacağını öne sürer zira ancak böylece düşünceler birleşecek ve yaşamak için bir ortam ve dayanak bulacaktır: “Yoksa, medeniyet olmaksızın, inançlar ve düşünceler askıda kalır, havada erir, kaybolur. Onları yaşatacak olan bilim, düşünce ve sanat eserleri, ideal hayatı ve tümüyle medeniyettir[36].”  

Karakoç’un İslâm medeniyetinin dirilişi fikri Batıcı aydınların Batı algılamasına alternatif yeni bir Batı tanımlaması ile yakından ilişkilidir. Bu yönüyle İslâmcı aydınların kendisinden neler öğrenileceği konusunda üretilen “gerçek Batı” tasvirlerinden birisini de Karakoç yapmıştır.

 

[1] Ergani’de doğan Sezai Karakoç orta öğrenimini Maraş ve Gaziantep’te tamamladı. 1950 yılında Necip Fazıl Kısakürek’le tanıştı. 1951-1955 yılları arasında Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesine devam etti. Anti-kolonyalizm (Cezayir ve Tunus’un bağımsızlık hareketleri) temalı ilk siyasi şiirlerini Demokrat Parti döneminde yazdı. 1956 yılında Maliye Bakanlığında müfettiş olan Karakoç Büyük Doğu başta olmak üzere çeşitli dergilerde yazdıktan sonra 1960’da kendi dergisini (Diriliş) yayımlamaya başladı. 1992’ye kadar çeşitli aralıklarla yayımlanan dergide siyasi fikirlerini paylaşan Karakoç, 1990 yılında Diriliş Partisini kurdu. Karakoç’un sanat ve şiiri hakkında bakınız Şakir Diclehan, Sanat ve Düşünce Dünyasında Sezai Karakoç, Piran Yayınları, İstanbul, 1980; Turan Karataş, Doğu’nun Yedinci Oğlu: Sezai Karakoç Kaknüs Yayınları, İstanbul, 1998; Ludingirra, yıl 2, sayı: 9, Bahar 1999 ve Münire Kevser Baş, Diriliş Taşları , Lotus Yayınevi, Ankara, 2008.

[2] Sezai Karakoç, Çağ ve İlham III, Diriliş Yayınları, İstanbul, 1980, s. 84.  

[3] Karakoç, İslâm Toplumunun Ekonomik Strüktürü (İstanbul: Diriliş, 1985), s. 16; Günlük Yazılar IV: Gün Saati (Diriliş Yayınları: İstanbul, 1986), s. 66-67.

[4] Karakoç, Çağ ve İlham III, s. 75.

[5] Karakoç, Çağ ve İlham II, Diriliş Yayınları, 1979, 3. Baskı, s. 212-213.

[6] Karakoç, Düşünceler I , Diriliş Yayınları, İstanbul, 1986, s. 8; Fizikötesi Açısından Ufuklar ve Daha Ötesi I, Diriliş Yayınları, İstanbul, 1995, s. 117.

[7] 16 Karakoç, Çağ ve İlham II, s. 194.

[8] Karakoç, Çağ ve İlham III, s. 117.

[9] Karakoç, Düşünceler I, s. 9-10

[10]Karakoç, Düşünceler I, s. 10.

[11] Cemil Aydın ve Burhanettin Duran, “Arnold J. Toynbee and Islamism in the Cold War Era Turkey: Civilizationism in the Writings of Sezai Karakoç (1933-),” Değerlendirme aşamasında; Karakoç, İnsanlığın Dirilişi Diriliş Yayınları, İstanbul, 1976, 4. Baskı, s. 10.

[12] Aydın ve Duran, “Arnold J. Toynbee...”; Karakoç, Sur , Diriliş Yayınları, İstanbul, 1986, 3.baskı, s. 59-60; İnsanlığın Dirilişi, s. 10.

[13] Aydın ve Duran, “Arnold J. Toynbee...”; Karakoç, Sur, s. 59-60.

[14] Aydın ve Duran, “Arnold J. Toynbee...”; Karakoç, Sütun, Fatih Yayınevi, İstanbul, 1969, s. 67.

[15] Karakoç, Günlük Yazılar IV: Gün Saati, s. 236-237.

[16] Karakoç, Çağ ve İlham II, s. 46-51.

[17] Karakoç, Çağ ve İlham III, s. 133.

[18] Karakoç, Çağ ve İlham III, s. 28, 87-89; Çağ ve İlham I, Diriliş Yayınları, İstanbul, 1978, 3. Baskı, s. 24.

[19] Farabi’nin erdemli şehrinin gerçekleşmesinin mümkün olmadığının farkında olan Karakoç bu ideal şehri komünizm ve kapitalizme karşı üçüncü bir ütopya olarak sunmaktadır. Bu ideal şehir doğunun ve batının kötülüklerini düzelten bir İslâmi sistem olarak görülmüştür, Karakoç, Diriliş Neslinin Amentüsü , Diriliş Yayınları, İstanbul, 1986, 5. Baskı, s. 38-43; 44-48, Dirilişin Çevresinde, Diriliş Yayınları, İstanbul, 1979, 3. Baskı, s. 41-44.

[20] Karakoç, Sütun, s. 203-204; Günlük Yazılar IV: Gün Saati, s. 213-214; İnsanlığın Dirilişi, s. 86.

[21] Karakoç, İnsanlığın Dirilişi, s. 71-72; Dirilişin Çevresinde, s. 73-74.

[22] Karakoç, Diriliş Neslinin Amentüsü, s. 7; Fizik Ötesi Açısından I, s. 129.

[23] Karakoç, Diriliş Neslinin Amentüsü, s. 27-30.

[24] Karakoç, Günlük Yazılar IV: Gün Saati, s. 161-162; Sur, s. 29-30, Çağ ve İlham IV, Diriliş Yayınları , İstanbul,1986, s. 23-29.

[25] Karakoç, Günlük Yazılar IV: Gün Saati, s. 238-239, 245; Sütun, s. 394; Fizikötesi Açısından I, s. 150.

[26] Karakoç, Sütun, s. 197-199, Sur, s. 45. Karakoç erken bir tarihte (1969) sosyalizmin yeni bir insanlık tanımı getiremeyeceğini ve demir perdelerinin çökmeye mahkûm olduğunu ileri sürmüştür s. 198.

[27] Karakoç, Diriliş Neslinin Amentüsü, s. 49-50.

[28] İlk yaklaşım için Sur, s. 59-61 ve ikinci yaklaşım için bakınız Günlük Yazılar IV: Gün Saati, s. 56-57.

[29] Karakoç, Dirilişin Çevresinde, s. 98-99.

[30] Thomas Naff, “Towards A Muslim Theory of History” Islam and Power içinde, Alexander S. Cudsi ve Ali E. Hillal Dessuiki (editörler) , Croom Helm, London, 1981, s. 28.

[31] Karakoç, İslâmın Dirilişi, Diriliş Yayınları, İstanbul, 1986, 6. Baskı, s. 21-47.

[32] Karakoç, Fizikötesi Açısından I, s. 75-80.

[33] Karakoç, Dirilişin Çevresinde, s. 191.

[34] Karakoç, Çağ ve İlham II, s. 119.

[35] Karakoç, Çağ ve İlham IV, s. 28.

[36] Karakoç, Düşünceler I, s. 20-21.






YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
FOTO GALERİ
YUKARI