Bugun...


HAYRİ BOSTAN: Afrika’ya İlgi
Etiyopya ve Ghana(Gana) aynı paralelde ve ekvator bölgesinde olduğu için bu ülkelerde neredeyse yaz ve kış mevsimleri yoktu. Bütün mevsimler adeta ilkbaharmış. Bu Afrika ülkeleri yüzyıllardır sömürüye tabi olmuşlar. Sadece yer altı ve yerüstü kaynakları değil, insanları bile gemilerle köle olarak taşınmış batıya, köle pazarlarında satılmışlar ve bugünkü sözüm ona Batı uygarlığının temellerine harç olmuşlar.

facebook-paylas
Tarih: 04-12-2017 18:57
HAYRİ BOSTAN: Afrika’ya İlgi

İstanbul’da öğretmenlik yaptığım yıllarda yaz tatillerinde yan gelir amaçlı Arap turizmi işlerine takılıyordum.  1988’de satın aldığım ilk arabam Murat 131 Şahin marka arabamla karı-koca ve bir-iki çocuktan oluşan küçük aileleri gezdiriyordum. Yaptığım bu iş gereği, o zamanlar henüz cep telefonları da hayatımıza girmediği için ev telefonuna yakın bulunmam gerekiyordu. Telefonun başında boş beklemek de olmazdı. Mısır’da bir ara öğrenci olarak bulunan bir öğrencim Arapçasını geliştirmek için orada alıp okuduğu bir romanı bana gösterdi ve içeriğinden bahsetmişti. Kendisinden duyduğum kısa açıklamalar beni bu romanı Türkçeye çevirmeye cezp etti.

El ehram Gazetesi başyazarlığına kadar yükselmiş popüler bir yazar olan İhsan Abdulkuddus’ün “ثقوب فى الثوب الاسود” adlı romanıydı bu roman Afrika’da geçiyordu. Romanı Türkçe ’ye “KARA ELBİSEDEKİ LEKELER” adıyla çevirdim. Kara elbise Afrika kıtasıydı. Lekeler ise oraya köle ticareti, yer altı ve yerüstü zenginlikleri sömürme amacıyla giden beyazları anlatıyordu.

Romanımızın başkahramanı psikiyatri uzman doktorumuz tatil için Afrika ortalarına seyahati seçer ve kendisini Senegal’de bulur. Şimdi Afrika haritasında arıyorum ve Senegal’i buluyorum. Mali’nin batısında, Atlas Okyanusu kıyısında bir ülkeymiş.  Ben Senegal’i Afrika’nın ortalarında biliyordum. Senegal’in başkenti de “Dakar” . Doktorumuz Senegal’e varır ve oradan Mali’nin bir şehri olan Bamako’ya yola koyulur. Romanın kahramanları başta doktor olmak üzere Sami, Samiye, Selim, Beyneda, Kabaka… gerçek şahsiyetler gibi hatıramda yer etmişlerdir. Afrika yerlilerinin beş bin yıldır yaşadıkları o otağ biçimli barınaklarını, yerlilerin o gizemli davullarını ilk defa bu romanda gördüm. Etiyopya seyahatimizdeyse gerçeklerini görme imkânımız oldu. Etiyopya seyahatimiz boyunca karşılaştığım erkek, kadın, çocuk yüzleri, kalabalıklar,  bayram yerinde güm güm vuran davullar sanki çevirdiğim bu romandan fırlamışlar ve bir rüya gibi gözlerimin önünde tecessüm ediyorlardı.

Bu sene bir yardım derneğinin kurban organizasyonunda gönüllü olarak Etiyopya’ya gidince Afrika hakkında gözleme dayalı daha gerçekçi bir deneyimim oldu. Etiyopya seyahatimiz hakkında yazı yazdım, fotoğraflar çektim, paylaşımlar yaptım.

Dün bir vesileyle bir arkadaşın evinde karşılaştığım eski bir arkadaşımla söz döndü dolaştı Etiyopya’ya ve Etiyopya seyahatimize geldi. Oradaki fakirliğin temellerine, sosyal yaşama, ekonomik durumlara ilişkin konuşurken bu arkadaşım da daha önce Ghana(Gana)’ya gittiklerini söyledi. Benim söylediklerim onun hatıralarını coşturdu ve anlattıkça anlattı. Meğer Etiyopya ve Ghana(Gana) aynı paralelde ve ekvator bölgesinde olduğu için bu ülkelerde neredeyse yaz ve kış mevsimleri yoktu. Bütün mevsimler adeta ilkbaharmış.

Bu Afrika ülkeleri yüzyıllardır sömürüye tabi olmuşlar. Bunların içerisinde sadece Etiyopya (Habeşistan)’ın  hiç sömürge olmadığını belirtmemiz gerekiyor. Sadece yer altı ve yerüstü kaynakları değil, insanları bile gemilerle köle olarak taşınmış batıya, köle pazarlarında satılmışlar ve bugünkü sözüm ona Batı uygarlığının temellerine harç olmuşlar. Sözde uygar batı, Steven Spielberg’in 1997 yapımı AMİSTAD adlı film ve benzerleriyle hem “merdi Kıpti şecaatini arz ederken sirkatini söylermiş” misali suçunu itiraf etmiş, hem de ne kadar uygar mahkemelerde yargılamalar yaparak hak ve hakikati teslim ettiği imajını vermiş.

Ghana(Gana)’nın sanırım başkentinde geniş bir meydanlık yerde bundan yıllar önce bir cami yapılması kararlaştırılmış; ama gönderilen yardımlar yerini bulamamış, bu güzel proje gerçekleştirilememiş. Ghana(Gana)  hükumeti oradaki Müslümanlara: “Bu camiyi yapmayacaksınız. Burayı sizden alacağız ve buraya Hristiyan misyonerlerin yardımlarıyla görkemli bir katedral yaptıracağız” demişler.

Bu duruma biraz da tesadüfen muttali olan birkaç Müslümanın öncülüğünde kolar sıvanmış ve buraya Afrika’nın en büyük camii ve külliyesi yapılmış. Bugün Afrika’ya ve özellikle Ghana(Gana)’ya seyahat edenlerin öncelikle görmek istedikleri önemli yerlerin ikincisi bu cami imiş.

Peki, turistlerin görmeleri gereken birinci öncelikli mekân neresiymiş dersiniz?

Köle ticaretinin revaçta olduğu asırlarda Ghana(Gana)’nın Atlas okyanusu sahilinde bir liman yapılmış. Afrika’dan devşirilen kadınlı, erkekli, çocuklu köleler bu limandaki özel yerlere doldurulur, gemilerle götürülmeyi beklerlermiş. Bu mekânlar o kadar daracıkmış ki bu insanlar koyun sürüleri gibi buralara doldurulur ve ayakta bekletilirlermiş. Bu arada ölenler derhal Atlas Okyanusunun simsiyah sularına, balıklara yem olmak üzere atılırlarmış. Bu insanların ölmelerinin önüne geçmeyi sağlayan eden en öneli motivasyon,  köle tüccarlarının, ölen kölelerin ölümlerinden uğradıkları zararlarmış.

İşte Ghana(Gana)’nın bugün turistlere birinci derecede göstereceği en önemli tarihi mekân bu köle depolama mekânlarıymış. Bugünkü Ghana(Gana)lı gençlere bunlar hatırlatılınca da “bunlar eskidendi” deyip geçiyorlarmış.

Ben Etiyopya’dan ve oradaki gözlemlerimden söz ettikçe arkadaşım Mustafa Yalnız da Ghana(Gana)’daki gözlemlerini anlatıyor, anlattıkça heyecanlanıyor ve duygusallaşıyordu.
Yüzyıllardır Afrika’yı her bakımdan sömüren batı, Hristiyanlığı sömürgeciliğin ön keşif kolu olarak görmüş ve kullanmış. Öyle olunca da devletlerin desteğini almışlar ve buralarda etkili olmuşlar. Evrimci zihniyetle yetişen Batı insanı Afrikalı siyahları adeta insandan çok maymuna yakın, everilmemiş ve her türlü insan hakkından yasal olarak da, insani olarak da uzak görüyorlardı. Bugünün dünyasında hayvanların sahip olduğu haklara o çağlarda Afrikalı siyah derili insanlar, daha çok da derilerinin renginden dolayı layık görülmüyorlardı. Bu durum daha düne kadar ABD’de ve Avrupa ülkelerinde böyleydi. Irkçılığın daha düne kadar sözde uygar batı dünyasında nasıl bir anlayış olduğunu bir nebze anlamak isteyenler yüzlerce benzeri olan filmlerden George Tillman Jr’ın yönettiği “Men Of Honor- Onurlu Bir Adam” adlı filmi izleyebilirler.   

Günümüz Müslümanları gerek STK’lar, gerekse devletlerarası ilişkiler bazında resmi kuruluşlarıyla özellikle Türkiye Müslümanları oralarda destansı izler bırakıyorlar. Başkentteki o meydana cami yerine katedral yapılacağını öğrenen Müslüman aktivistler derhal harekete geçmişler ve çok kısa bir zamanda oraya Afrika’nın belki de en görkemli camiini kondurmuşlardı. T.C. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, bu camiin açılışına gittiğini anlıyoruz fotoğraflardan. Yüzyıllardır Batılı misyonerler ve gözünü mal tutkusu bürümüş açgözlü kapitalistlerden bunalmış Afrikalılar bizim insanımızın yaklaşımlarından hoşnutlar. Gerek kurban organizasyonları, gerek ticari ilişkiler, siyasi ve kültürel ilişkilerde en önemli nokta güven vermek ve sağlanan güvenin zedelenmemesine dikkat etmektir kanaatindeyim. Bunun içinde özellikle son yıllarda artan Afrika’ya ilgi ve alakaların, çeşitli mezhepsel, tarikat içerikli, ideolojik kriptolu hareketlerin bir şekilde kontrol edilmesi gerekiyor. Önüne gelenin istediği gibi at oynattığı, faaliyet yaptığı, sağlanan güveni ranta çevirdiği bir alan olmasına müsaade edilmemesi gerekiyor.

Dünyada kölelik bitti sanılıyor; ama aslında sadece şekil değiştirdi. Libya’da karışıklıklar sonrası resmen köle pazarları kuruldu. O pazarlarda güçlü kuvvetli gençlerin nasıl seçildiği, onlara nasıl hayvan gibi davranıldığı televizyon haberlerine çıktı. Neredeyse her gün Akdeniz ve Ege sularında yaşanan gömen faciaları, ölen in kadınların, çocukların, insanların trajik görüntüleri neredeyse her gün tanık olduğumuz şeyler. Bu da demek oluyor ki eskiden batılılar Afrika’dan köle devşirip gemilerle götürüyorlardı. Şimdi ise gönüllü köleler yüklü paralar ödeyerek, kaçak yollarla, ölüm tehlikelerini göze alarak gitmeye çalışıyorlar o ülkelere. Ülkemizde ise birçok sivil toplum kuruluşu Afrika ülkelerine yardım kampanyaları düzenliyor, onlara kucak açmaya çalışıyorlar.

Yardım kampanyalarının da Afrikalı kardeşlerimizi karşılıksız beklentilere sokmak yerine, onların kendi kendilerine yetmeleri, yaşam konforlarını geliştirmeleri, üretim ve pazarlama becerilerini artırıcı programlar gerekmektedir. Bunun için de sadece dini içerikli yardımlar, projeler kadar kalkınmaya yönelik programlar geliştirilmeli.

Ankara’da çıkan aylık edebiyat dergisi Hece, Özel Sayı:34 olarak AFRİKA, 500 YILLIK SERENCAMIN HİKÂYESİ adıyla iki ciltlik kocaman bir özel sayı yayımladı. Bu sayıda başta Afreedomia kavramı ve çok yeni yaklaşımlar dile getirildi. Deniz Feneri Derneği 1-3 Şubat 2008’de Cemal Reşit Rey Kongre ve Sergi Sarayı ve Topkapı Eresin Otel’de “YOKSULLUK SEMPOZYUMU” düzenledi ve bu sempozyumda sunulan bildiriler üç cilt halinde basılarak yayımlandı. Bu ve benzeri çalışmalar elbette ümit vericidir ama yeterli değildir. Başta Etiyopya ve Gana olmak üzere çeşitli Afrika ülkelerindeki kardeş kuruluşlarla bu tür etkinlikler ortaklaşa düzenlenmeli, bu tür çalışmalarda ortak stratejiler belirlenmelidir.

Uludağ Üniversitesi bünyesinde ULUTÖMER adıyla bir enstitü açılmış ve buraya başta Afrika ülkelerinden olmak üzere birçok ülkeden öğrenciler gelmekte, burada önce Türkçe öğrenmekteler ve daha sonra üniversite öğrenimi, mastır ve doktora yapmaktalar. Burada ve benzer öteki üniversitelerde öğrenim gören öğrenciler kültürel ve ekonomik kalkınma hamlelerinin ülkelerine taşınmasında en önemli aracı olmaları sağlanmalıdır.

Görüleceği gibi Afrika’ya ilgi bazı kesimlerde kültürel, bazı kesimlerde eğitim ağırlıklı, bazılarında yardım ağırlıklı olmaktadır. Bunun böyle olmasında yadsınacak bir taraf yoktur. Ancak bütün bu faaliyetlerin arasında bir koordinasyon ve işbirliği sağlanmazsa verim alınamaz. Onun için bütün bu çalışmaların kendi aralarında bir işbirliği, iletişim ve koordinasyonun gerekliliği açıktır. Aksi halde birbirlerini tamamlaması gereken bu iyi niyet ve hayır çalışmaları zamanla birbirleriyle rekabet eden, çatışan, savaşan, kavga eden akımlar haline gelebilirler.

Doksanlı yılların başında Türkçeye çevirdiğim: “ثقوب فى الثوب الاسود-KARA ELBİSEDEKİ LEKELER” romanıyla başlayan Afrika heyecanım bütün bu çalışmalar ve gelişmelerle daha da artarak devam ediyor.

Gerek ülke bazında, gerekse dünya çapında “kamu yararı”na bir araya gelen iyi niyetli insanların çabaları zamanla “dernek ve kuruluşlar yararına” dönüşmemelidir. Böyle bir tehlike her zaman olmuştur ve her zaman olasıdır. Birçok tarikat ve cemaatler İslam için yola çıkarlarken zamanla İslam o tarikat ve cemaatler yararına araçsallaştırılabilmektedir. Bu ve benzeri iyi niyetli çalışmaların önündeki en büyük tehlike her zaman bu olmuştur ve hep bu olacaktır.

“Niyet hayır olunca akıbet de hayır olur” inşallah.






YORUMLAR
2 Yorum

Ayşe Avcı
05-12-2017 08:23:00

Sayın hocam yazınızı Kara elbısedeki lekeler adlı cevirinizi okumuş olan bir öğrenciniz olarak BUGÜN Kİ (GHANA) GANALI GENCLERE BUNLAR HATIRLATILDIGINDA ONLAR ESKİDENDİ CUMLESİNİN ACISINI DAMARLARIMDA HİSSETTİM.rnDemekkı elin gavuru amacına ulaşmış ki bu kadar duygusuz ve asimile olmuşlar. Demekkı Su Uyur Düşman Uyumaz atasözünü duymamızlar. Kendi atalarının neler cektıgını unutmuşlar.rnZaten rehavete kapılmak degilmidir asıl bizi bizden benliğimizden hedefimizden yoksun bırakan. Yalnız ırkcılıktan Allah'a sıgınarak diyorumki Rabbim Türk Milleti ne ve özellikle Reisi cumhurumuza güc kuvvet versin ve bizimle birlikte tum Müslümanların uyanmasını layıkıyla hedefine ulaştırmak için daim eylesin.rnNİYET HAYIR AKIBET HAYIR İNSALLAHHH

Hayri Bostan
05-12-2017 08:22:00

Bu yazıyı okuyanların sadece Amistad ve Men Of Honor filmlerini merak edip izleseler yeter.

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
FOTO GALERİ
YUKARI