Bugun...


HAYRİ BOSTAN: Rutinleşmek
Dinimizde ve örf ve adetlerimizde sürekli farklı şeyleri uygulamak sevap olarak bilinir. Gelin almaya, bayram ve Cuma namazlarına ve benzeri işlere giderken bir yoldan, dönerken farklı bir yoldan yürümek tercih edilir. Namaz vakitleri de dünyanın kendi ekseni ve güneş çevresindeki hareketlerine göre oluştuğundan sürekli değişiklik arz ederler. Ramazan ve hac ibadetleri Hicri takvime göre takip edildiğinden onlar da senenin her ayına denk gelecek şekilde değişir…

facebook-paylas
Tarih: 20-03-2019 17:59
HAYRİ BOSTAN: Rutinleşmek

Bir insanın hayatında düşebileceği en kötü durumlardan biri de rutinleşmektir bana göre. Modern yaşam insanları zaten saat gibi kurguluyor. Her sabah evimizden çıkarken, duraklarda beklerken, otobüslere binerken, iş yerimize vardığımızda karşılaştığımız yüzler hep aynıdır genellikle. Aynı apartmanda komşu olduğumuz birleriyle işe gitme, işten gelme saatlerimiz on dakika farklıysa aylarca hiç karşılaşmamamız mümkündür. Çocuklar aynı saatte okula gidiyorlar. Servis belli saatlerde belli yerlerde duruyor, belli güzergâhlardan geçiyor. Modern şehir hayatı bizleri zaten rutinleşmeye zorluyor. Buna bir de evdeki, camideki, sosyal hayattaki alışkanlıklarımızı eklediğimizde iyice rutinleşiyor, sanki bir dişli sistemin çarklarından biri haline geliyoruz.
Belli günlerin belli saatlerinde izlediğimiz diziler, programlar bizleri kuşatıyor ve özgür olmamız gereken vakitlerimizi kendi ellerimizle tutsak haline getiriyoruz.
Bu rutinleşme sarmalından kurtulmak için birazcık dikkat etmek yeter sanırım. Bazı insanlar her vakit camiye gitmeyi önemsiyorlar. Bu şüphesiz çok güzel ve olması gereken bir şey. Ama camiye giderken bir yoldan, dönerken başka bir yoldan yürümek bile bu rutinleşmeyi önleyici bir önlem olarak uygulanabilir. Varsın aynı camide o caminin görevli imam hatip ve müezzinleri sürekli orada kılsınlar. Bizler farklı camilere gitmeye çalışarak bile bu rutinleşmeye karşı bir önlem almış olabiliriz.
Sadece camiye gidenler değil, yolu hiç camilere düşmeyenler de günün belli saatlerinde belli kahvehanelere ya da kulüplere gidiyorlar, orada belli bir masanın belli bir sandalyesinde oturuyorlar. Oturuş pozisyonları bile aynıdır. Ne zaman ne içecekleri, ne zaman ne yapacakları kesinlikle bellidir onların.

Hâlbuki bizim dinimizde ve örf ve adetlerimizde sürekli farklı şeyleri uygulamak sevap olarak bilinir. Gelin almaya, bayram ve cuma namazlarına ve benzeri işlere giderken bir yoldan, dönerken farklı bir yoldan yürümek tercih edilir. Namaz vakitleri de dünyanın kendi ekseni ve güneş çevresindeki hareketlerine göre oluştuğundan sürekli değişiklik arz ederler. Ramazan ve hac ibadetleri Hicri takvime göre takip edildiğinden onlar da senenin her ayına denk gelecek şekilde değişir…
Atalarımız “tebdili mekânda ferahlık vardır” demişler. Bence bu çok anlamlı bir sözdür. Bu “tebdili mekân”, oturduğumuz evi, semti değiştirmekten tutun da, gezmeye, eğlenmeye, boş vakitleri değerlendirmeye, okuduklarımızı ve dinlediklerimizi çeşitlendirmeye, sosyal çevremizi zenginleştirmeye kadar her şeyi kapsar. Hayatımızda sürekli aynı mantalite(zihniyet)de insanlarla oturup kalkmak ve farklı yaşam zevkleri, anlayışları, inançları olan insanlara tamamen kapanmak da rutinleşmenin korkunç boyutlarından biri olsa gerektir.
Bu konuyu, hayatımızı allak bullak edecek şekilde de anlamamak gerekir sanırım. Yani evimizde kahvaltımızı sürekli aynı yerde, aynı saatlerde yapmaktan tutun da eğlence ve ibadet alışkanlıklarına, hatta bazı bağımlılıklara kadar düşünebiliriz.
Özgürlük sözcüğü çok hoşumuza gidiyor, özgür olmayı çok istiyoruz belki; ama sadece kendimizi kandırıyoruz. En büyük tutsaklık insanın kendi kendisini tutsak yapmasıdır. Sigara, alkol, oyun, maç, sosyal medya bağımlılıkları, TV de bu kapsamda düşünülmelidir.
Bir arkadaşım İsmet Özel’le Çengelköy sırtlarında aynı binada altlı üstlü oturuyorlardı. Bir ramazan akşamı arkadaşıma iftara gitmiş ve İsmet Özel’e de uğramıştık. İftarı yapmış, kahve içecektik. İsmet Özel de, ben de sigara tiryakisi olduğumuzdan benim aklıma hemen sigara yakmak geldi. İsmet Özel: “Sigara içmek zorunda değiliz. Kendimizi mecbur hissetmemeliyiz” gibi şeyler söylemişti. Aradan belki otuz yıl geçti ve ben Sayın İsmet Özel’in o sözlerini ve o tutumunu hiç unutamam.
Bizler özgürlüğün sadece lafını ediyoruz geliyor bana. Tutsaklığı alışkanlık haline getirip iyice rutinleştirdikten sonra özgür olmak mümkün olunamamaktadır.
Hayatımızda elbette kurallar vardır ve olacaktır. Dini hayatımızda helaller, haramlar, farzlar, mekruhlar, müstehaplar, müfsitler elbette olacaktır. Ama unutmamalıyız ki bu kavramlar içerisinde de en geniş alanı “mubah” tutar. Mubah ise; “yapılmasında ya da yapılmamasında günah ya da sevap gerekmeyen normal işler” demektir. Bu açıdan baktığımızda yüce dinimiz İslam’da “mubah” dediğimiz alanın en geniş alan olduğunu, bunun da serbest olduğumuz özgür alanlar olduğunu görürüz. Dinin bize sağladığı bu geniş özgürlük alanını bağnaz dindarlar, dinciler, din manyakları daraltmışlar, daraltmışlar ve insana hareket edebilecek alan neredeyse bırakmamışlardır.
Zaman zaman bazı insanlar sevgili Peygamberimiz(sav)’e gelir ve: “ben Müslüman oldum. Ne yapmam lazımdır” diye sorduğunda sevgili Peygamberimiz (sav) o kişinin durumuna, zaaflarına uygun tavsiyelerde bulunurdu ve bu tür tavsiyeleri her defasında değişiklikler de arzedebilirdi.
Hac ve umre şüphesiz seyahat içerikli ibadetlerdir; ama onlarla ilgili Kur’an-ı Kerim’de belli sayıda ayetler varken Müslümanları, dünyayı gezip görmeye, öncekilerin başlarına gelenleri görüp ibret almaya teşvik eden ayetler çok daha fazladır.
Belli yazar ve düşünürlerin eserlerini baştan sona okumak, fikirlerini doğru anlamaya çalışmak elbette olması gereken şeydir. Ama unutulmamalıdır ki dünyanın en mükemmel şairi, yazarı, düşünürü bile bazı konularda yanlış şeyler söylemiş, yazmış olabilirler. Onların bu eksikleri ya da hataları değerlerini ortadan kaldırmaz elbette. Ama bazı düşünür ve yazarların asla hata yapmaz, yanılmaz, her yazdığı, her söylediği mutlak doğrudur şeklinde anlamaya başlamak insanı rutinleştirir ve bağnazlığa, o kişi ya da o kişinin temsil ettiği ekole körü körüne saplantıya götürür. Bunun yerine çeşitli düşünürlerin ve yazarların, fikir adamlarının, filozofların düşüncelerini okuyup anlamak ve kendi havsalamızda mezcetmek entelektüel kişiliğimizin gelişmesini sağlar. Birçok kitapları bulunan bir yazarımız bir konuşmasında bu konuyu şöyle anlatmıştı: “ Yumurta şüphesiz çok değerli bir besin maddesidir. Ama insan sürekli yumurta yerse bu sefer fayda yerine zarar verebilir ve alerji yapabilir.” Bundan da hepimiz anlamış ve kabul etmiş oluruz ki sağlıklı yaşam için nasıl dengeli beslenme gerekliyse, sağlıklı bir düşünce ve bakış açısı kazanmak için de dengeli bir okuma eylemi gereklidir.
Toplumda bunu yapabilenler gerçekten çok azdır. Onun için de içinde yaşadığımız toplumda çoğunluğu oluşturan “avam” kesimi kendilerini geliştirmek yerine herkesi kendi düz(sizlik)eylerine çekmeye çalışırlar. Toplumun bu genel değer yargılarına göre kendinizi konumlandırırsanız o derece sıradanlaşır, kaybolur gidersiniz. Bin bir emek, alın teri, göz nuru ile kazandığınız entelektüel kişiliğinizi korumak istediğinizde de toplumdan uzaklaşır, yalnızlaşırsınız. Bunu yaptığınızda toplum gene peşinizi bırakmaz. Sizi, “kendini beğenmiş, asosyal, iletişim kuramayan, topluma katılamayan, sorunlu” insan olarak görmeye başlarlar. Onların arasına katıldığınızda da sizi adeta şamar oğlanına çevirirler. İşte bu iki durum arasında kendinize dengede bir durum ve tutum edinmeniz gerekir. Din üzerinden, milli değerler üzerinden, hamasi duygular üzerinden bir çıkar sağlama peşinde olanlar toplum geneliyle çok daha kolay kaynaşırlar; ama onların yaptığı sadece “usta oyunculuk ”tur. Usta bir oyuncu nasıl ki gerektiğinde ağlar, gerektiğinde kahkaha atar, eser, gürler, her renge girerse onlar da aynı öyledirler.
Tanrı’nın kendisine bahşettiği hayatı özgürce yaşamak isteyenler işin başında tercihlerini iyi yapmalıdırlar.
Bu geçici dünya hayatında gerçek mutluluk ancak ve ancak bir insanın iç barışıklığıyla mümkündür. Çok para kazanmak, çok şeye sahip olmak, lüks arabalara binmek, lüks konutlarda oturmak, çok rahat ve kolay para harcamak insanı mutlu etmeye yetmediği aşikârdır.
Şerif Mardin’in kavramsallaştırdığı “mahalle baskısı” az ya da çok herkesin üzerinde vardır. Mahalle baskısı bir bakıma da insanın ihtiyaç duyduğu bir “oto denetim” sayılabilir. Toplumun ahlak değerlerini yok saymak, onları nazarı itibara almamak da insanı insan olmaktan uzaklaştırır bence. İşte burada da bir denge olması gerekiyor. Bu dengeye itidal, orta yol, tutarlılık denebilir. Nitekim  خير الامور اوسطها denilmiştir. Evreni bir denge üzerine yaratan Allah insanın da hayatında dengeli ve tutarlı olmasını, ifrat ve tefritlerden uzak durmasını önermektedir.
Hayatımız başından sonuna kadar bu dengeyi aramak, kurmak ve sürekli kılmak mücadelesidir diyebiliriz. Mevlana’nın “Edebi edepsizden öğrendim” demesi biraz da bunu anlatır. İnsanın her tür düşünceden, her çeşit eylemden, sanattan, edebiyattan, müzikten, danstan, felsefi akımlardan öğreneceği ve alacağı şeyler vardır.
عن ابى هريرة رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى اله عليه و سلم قال:
الكلمة الحكمة ضالة المؤمن فحيث وجدها أحق بها. اخرجه الترميدى

“Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki: “Hikmetli söz mü’minin yitiğidir. Onu nerede bulursa hemen almaya ehaktır.”[1] Bu hadisi şerif Müslümanlara evrensel bir bakış açısı sunuyor. Bilimde, sanatta, edebiyatta, musikide, sporda, teknolojide ve aklımıza gelen her konuda kendimizi geliştirmemiz için dünyayı önümüze seriyor. Ama zaman içinde rutinleşmiş, basitleşmiş, kalıplaşmış kişilikler sebebiyle bu geniş bakış açısı daraltılmış, daraltılmış ve tanınmaz hale getirilmiştir. Artık o daralmış, daraltılmış geleneksel rutin kalıpları yıkmaya, özgür düşüncenin önündeki engelleri kaldırmaya çalışanlar taşlanır olmuştur. Bu savaşta şüphesiz onların sesleri daha gür çıkmaktadır. İslam’a giren farklı din mensuplarının eski alışkanlıklarından, geleneğin rutinleşmiş basmakalıp davranışlarından oluşan tortulardan saf İslam’ı çekip çıkarmak, temizlemek, arındırmak artık hiç de kolay değildir. Şüphesiz en büyük teselliyi, umudu ve cesareti gene Yüce Kur’an-ı Kerim’de buluyoruz:
وَقُلْ جَٓاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُۜ اِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقاً

"De ki: "Hak geldi bâtıl yıkılıp gitti! Zaten bâtıl yıkılmaya mahkûmdur."[2]
Yüce Rabbimizin hoşnutluğunu kazanmak, özgürlüğümüzü korumak, yapıp ettiklerimizde sadece ve sadece Allah rızasını gözetmek uğruna başımıza bir takım sıkıntılar geliyorsa ne mutlu bize.

HAYRİ BOSTAN

 

 

 

[2] Kaynak: Tirmizi, İlm 19, (2688)

[2] İsra; 81






YORUMLAR
3 Yorum

Kadir DALCA
21-03-2019 10:03:00

Kalemine sağlık Hayri abi. Pek güzel ifade etmişsin bi çoğumuzun düşüncelerini.Rutin den kurtarmamiz lazım yaşantımızı..rn.

F.Taştekin
21-03-2019 01:04:00

Bu uzun ancak okunmaya değer bulduğum yazıyı zevkle okudumve rutinin dışına çıktım.zira uzun yazılar beni sıkar.Ancak yazan Hayri hoc olunca iş değişir.İnsan sevdiği kişinin-hele öğrencisi olursa-yazılarını okuması ona bambaşka bir haz veriyor.Gözlerinden öpüyor Rabbimden eşi ile birlikte sağlıklı vemutlu ömürler diliyorum.Selamlar

Emin Furkan
20-03-2019 19:40:00

Keşke herkes bu yazıyı okuyabilse

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
FOTO GALERİ
YUKARI