Bugun...


HAYRİ BOSTAN: Sinema Sevgisi
Ben Mesut Uçakan'ı ta lise yıllarımızda izlediğimiz "Gençlik Köprüsü" filminden beri tanıyorum. Bir gün Vatan Caddesinde bir ikinci el oto satıcısından flash marka bir Renault aldığını gördüğümde çok üzülmüştüm. Onun gibi sanatçılar ve ilim insanları çok daha güzel şeylere layıklar. Sayın Uçakan'ın çabasını, sabrını, direnişini ve emeğini tebrik ediyorum.”

facebook-paylas
Tarih: 10-12-2019 23:08
HAYRİ BOSTAN: Sinema Sevgisi

SİNEMA SEVGİSİ

Bizim çocukluğumuzun geçtiği yerlerde ne elektrik vardı, ne radyo, ne de başka bir şey. Babalarının işi dolayısıyla bizden önce şehre inen arkadaşlarımız köye geldiklerinde iştahla izledikleri filmleri anlatırlardı. O zamanlar en çok duyduğumuz isimler Cüneyt Arkın, Yılmaz Güney, Fikret Hakan, Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Fatma Girik… Arkadaşlarımızın coşkuyla anlattıkları filmleri kendimizce hayal ediyorduk. Ama hayal başka, gerçek başkaydı.
Daha sonra ilkokul bitince biz de fırınlarda çalışmak için şehre gönderildik. Rahmetli Ahmet Uluçay’ın “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” adlı filmindeki köylü delikanlılar gibiydik. Kazandığımız paranın tamamına yakınını babamıza veriyorduk. Köyde iyice bezdiğimiz mısır ekmeğinden sonra fırının beyaz ekmeği (cici mama) beslenmemize fazlasıyla yetiyordu. Ne üzerimizde giyecek bir elbisemiz, ne de ayakkabılarımız vardı. Kara lastiklerle gelmiştik ve onlarla çalışıyor, onlarla dolaşıyorduk.
Aradan birkaç ay geçince arkadaşlarımızın anlattıkları filmleri daha çok merak eder olmuştuk. Ama her nedense sinemaya gitmeye cesaretimiz bile yoktu.
Bir günün akşamı sinemaya gitmeye karar vermiştim. Gişeye gittiğimde fiyat listesini inceledim. Loca on bir lira, balkon beş lira, koltuk üç lira, salon iki lira… Paraya kıyamadığım için en ucuzunu almıştım. Kapı açılınca kalabalıkla birlikte bir bölüme doluştuk. Duvarlarda afişler vardı. Acaba film nerede oynayacaktı. Bu iş nasıl olacaktı diye meraktan çatlıyordum. Sonradan anladım ki bir önceki seans bitmek üzereydi. İzleyiciler arka kapıdan tamamen çıkıncaya kadar yeni izleyiciler bu bölümde bekletiliyorlardı. Kapı açılır açılmaz karanlık loş bir dehlize doğru akan kalabalıktan bir kısmı yukarı doğru, bir kısmı içeri doğru koşuyorlardı. Ben nereye gideceğimi bilmiyordum. Uydum kalabalığa ve ben de yukarıya çıktım. Orada, elinde el feneriyle yer gösteren birisi biletime baktı ve benim biletimin alt katta en ön tarafta olduğunu söyledi. Ben yol bulup aşağıya ininceye kadar ışıklar sönmüştü. Karanlıkta zorlukla yol bularak ilerledim ve başka bir el fenerli delikanlı beni götürdü en ön tarafta bir yere oturttu.
Sanırım önce gelecek programların fragmanları gösteriliyordu.
O zamanlar sinema salonları şimdiki gibi küçük değildi. Kocaman salonlar vardı. Perdeler de kocamandı. En ön taraf ucuzdu; ama hem ses çok yüksekti, hem de görüntüler perdede yamuluyor, çarpılıyor, hiçbir şey anlaşılmıyordu.
İlk sinema deneyimim hiç de hoş geçmemişti. Yabancı bir filmdi ve hiçbir şey de anlamamıştım. Film bitince arka kapıdan çıkarılmıştık. Sokağa çıktığımızda başım dönmüş, yolumu ve yönümü şaşırmıştım.
Daha sonraları bu sinema deneyimim devam etti ve zamanla bir tutkuya dönüştü. O zamanlar sinema haberlerinin yer aldığı “ses” diye bir magazin dergisi vardı. Bunun dışında Şevket Rado’nun çıkardığı Hayat ve Hayat Spor diye iki tane daha dergi vardı. Ama biz Ses dergisini tercih ediyorduk. Gülşen Bubikoğlu ve Tarık Akan gibi bazı oyuncuların girdikleri seçme yarışmalarını kazandıklarını o dergide görmüştüm ilk kez.
Yılmaz Güney’in, Cüneyt Arkın’ın ve benzerlerinin vurdulu kırdılı filmleri yanında Ediz Hun, İzzet Günay gibi oyuncuların melodramları da hoşumuza gidiyordu.
Bir hafta Trabzon’a bir film geldi. Adı “Yuvasız Kuşlar”dı. Oyuncular Ediz Hun, Filiz Akın, Münir Özkul, Piraye Uzun, Suzan Avcı… idi. Ben o filmde Filiz Akın’a adeta âşık olmuştum. Bir hafta süreyle her gün o filme gidiyordum. Arkadaşlarım bana: “Neden her gün aynı filme gidiyorsun. Parana yazık. Her gün değişik filmlere git” diyorlardı. Ben ise bu film vizyondan kalkarsa ne yapacağım diye kara kara düşünüyor, hüzünleniyordum.
Sinema tutkusu böyle başlamıştı ve hiç eksilmedi. Artık Türk sinemasının başrol oyuncularından figüranlarına kadar neredeyse bütün oyuncularını tanıyordum.
O yıllarda halkın gerçekten neredeyse tek eğlencesi sinemaydı. Özellikle yaz akşamları yazlık sinemalar tıklım tıklım dolardı. Kışın da kışlık sinemalar loş havalı, sidik kokulu, sigara kokulu olmasına karşın insanda bağımlılık yapıyordu. Filmin başlamasına kadar perdede hep ya Barış Manço ya da Cem Karaca şarkıları çalardı. Barış Manço’nun “Dağlar dağlar” parçasına bayılıyordum. Cem Karaca’nın “Düştüm mabus damlarına…” parçası çok hoşuma giderdi.

NEDEN MAÇ DEĞİL DE SİNEMA SEVGİSİ

İlkokul çağımıza kadar yaşadığımız köyde araziler hep bayırdı. Top oynayacak yer de yoktu, oynamak için top da yoktu. O yıllarda Trabzon’da Avni Aker stadı da yoktu. Futbolun bir sara gibi insanları kuşattığı yıllarda ise bizi sanırım sinema sevgisi ve ilgisi teslim almıştı. Ve bu yaşımda bile önemli maçları bile takip edemem. Eğer rastlarsam izlerim; ama sıkı takipçisi hiç olmadım. Hayatımda hiç maça gitmedim desem yalan olmaz. Sanırım İzmit’e göç ettikten sonra; yani lise yıllarımda halamın oğlunun hatırına bir kere Kocaelispor maçına gittim. Orada gördüğüm çirkin davranışlar, duyduğum küfürler beni maçtan ve spora ilgiden iyice uzaklaştırdı. Bir imam hatipli olmamın da bu çirkin davranmışlara ve küfürlere tepki duymamda etkili olduğunu düşünüyorum.
Ortaokulu okuduğumuz kasabamızda yazlık sinema vardı. Bir yaz tatili ben o sinemada çalışmıştım. Akşama kadar sinemanın hoparlörlerinden Ali Ercan’ın, “Zeynep’im Almanya’nın yolunu tuttun…” parçası ve benzer parçalar çalardı. Gündüzleri tuvaletlere su sağlayan büyük varillere su taşıyıp dolduruyordum. Akşamları bilet kesiyordum ya da yer gösteriyordum.
Sinemacının getirdiği filmlerden bazılarını çok beğeniyordum. Daha sonraki yıllar o filmlerin Elif Film yapımı, Yücel Çakmaklı imzalı filmler olduğunu fark ettim. Gerçekten de uzun yıllar Türk sinemasında öz benliğimize az çok uyan, bizim değerlerimizden izler taşıyan filmler Yücel Çakmaklı imzasını taşıyordu diyebilirim.
Her biri bir Türk sineması klasiği olan bazı filmleri beğeni ile izliyorduk; ama şimdiki kadar değerlendirme yapacak düzeyde değildik. Kartal Tibet’in Tarkan filmleri, Cüneyt Arkın’ın Kara Murat filmleri asla küçümsenecek ürünler değildir.
“Türk filmlerinde hep, ya zengin kız, fakir oğlan, ya da tersi, zengin oğlan fakir kız temaları işlenirdi. Dünya sinemasının en büyük yapıtlarından Titanik’te de zengin kız fakir oğlan teması vardır” der Cüneyt Arkın bir söyleşisinde. Bence fazla da haksız sayılmaz.
İmam Hatip Lisesi son sınıflarında okurken İzmit’e bir film geldi. Öğretmenlerimizin tavsiyesiyle gittik izledik. Filmin adı Gençlik Köprüsü” idi ve yönetmeni Mesut Uçakan’dı. Daha sonra bilindiği gibi bu filmini başka filmler izledi. Mesut Uçakan sinema macerasına bir ömrü feda etti. Ve sonunda güzel bir ödüle layık görüldü. Bence bu ödülü yerden göğe kadar hak ediyor. Ulu Kanal’da yer alan haberin altına şu yorumu yazdım:
 “Bu güzel ödüle layık görüldüğünüz için bizler de onur duyduk. Ben Mesut Uçakan'ı ta lise yıllarımızda izlediğimiz "Gençlik Köprüsü" filminden beri tanıyorum. Bir gün Vatan Caddesinde bir ikinci el oto satıcısından flash marka bir Renault aldığını gördüğümde çok üzülmüştüm. Onun gibi sanatçılar ve ilim insanları çok daha güzel şeylere layıklar. Sayın Uçakan'ın çabasını, sabrını, direnişini ve emeğini tebrik ediyorum.”


MESUT UÇAKAN’IN YÖNETMENLİĞİNİ YAPTIĞI FİLMLERİ ŞÖYLE SIRALAYABİLİRİZ


1978 Lanet: Müjde Ar, Bulut Aras, Eşref Kolçak.
1982 Rahmet ve Gazap: Cüneyt Arkın, Yusuf Sezgin, Bilun Nazlıhan, Süleyman Turan.
1984 Öç: Oya Aydoğan, Bulut Aras.
1985 Sessiz Ölüm: Bulut Aras, Özlem Onursal.
1986 Yapayalnız: Ahmet Mekin, Talat Bulut.
1987 Zeynepler Ölmesin: Pınar Özekit, Bülent Polat.
1988 Reis Bey: Haluk Kurtoğlu, Murat Soydan, Ümit Acar.
1990 Yalnız Değilsiniz: Gamze Tunar, Haluk Kurtoğlu.
1991 Yalnız Değilsiniz 2: Sonsuza Yürümek: Gamze Tunar, Mesut Çakarlı, Akın Tunç.
1992 Çöküş: Bülent Polat, Baki Tamer.
1992 Sevdaların Ölümü: Perihan Savaş, Yalçın Gülhan.
1993 Kelebekler Sonsuza Uçar (İskilipli Atıf Hoca): Yılmaz Zafer, Haluk Kurtoğlu.
1995 Ölümsüz Karanfiller: Hazım Körmükçü, İpek Tuzcuoğlu, Haluk Kurdoğlu.
2004 Otel İstanbul (TV Filmi TRT): Nilüfer Açıkalın, Turgay Başyayla.
2006 Anne Ya da Leyla: Turgay Başyayla, Aylin Coşkun, Oğulcan Gezgin.
2007 Anka Kuşu: Yalçın Dümer, Cansu Şahin, Kenan Bal.
2013 İzzet Kaptan ve Oğlu (TRT TV FİLMİ) Öykü. Tamer Levent öykü: Necati Cumali.
2019 Süveyda: Necip Fazıl Belge, Yusuf Tosun, Fatih Küçük, Hasan Yılmaz, Hülya Akyol.
Türk sinemasının imkânsızlıklarından, ya da dar imkânlarından söz edilir. Ama hatırlamak gerekir ki İran sinemasının dünya sineması alanında isim yapmış yönetmenleri çok daha dar imkânlarla yapmışlardır o birbirinden güzel filmleri.
Yönettiği diziler de şöyledir:
1987 Kavanozdaki Adam (TRT 5 bölüm): Ahmet Mekin, Metin Serezli, Nevra Serezli, Efgan Efekan.
1989 İnsanlar Yaşadıkça ( Diyanet İşleri Başkanlığı son 4 bölüm: Reha Yeprem, Erol Günaydın, Kadir Savun, Haluk Kurtoğlu
2013 Yedikule Hayat Yokuşu / TRT / 26 bölüm TV dizisi.
2016 - 2017 Sevda Kuşun Kanadında / TRT / 31 Bölüm.
 Bunların dışında yönetmenliğini yaptığı dramatik belgeseller de vardır.
1986 Ahmet Hamdi Tanpınar TRT
1982 Aşk ve Secde
1996 İstiklal Marşı Şairi Mehmet Akif Ersoy T.C. Kültür Bakanlığı
2005 Gönül Dosta Gider: Beyza Müzik
2010 Tuna Nehri Aksam Diyor 2010 / 7 bölüm İstanbul Avrupa Kültür Başkenti )
2016 Gönül Köprülerimiz / TRT 1 / 20 Bölüm
Ayrıca reklam ve tanıtım filmleri de yapan Mesut Uçakan’ın sinema alanında kitapları ve dergiler de vardır.
Görüldüğü gibi Mesut Uçakan hiç boş durmamış, hep çalışmış, hep üretmiştir. Kazandığını fazlasıyla gene sinemaya harcayan Uçakan’ın sinema serüveni tam bir adanmışlık macerasıdır.

 

BİZ SİNEMANIN NERESİNDEYİZ?

Rahmetli Ahmet Uluçay tam bir sinema aşığıydı. Hayatında bir tane film yapabildi Onunla da birçok ödüller aldı. “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” adeta onun hayat hikâyesiydi ve bir bakıma da bizim hayat hikâyemizdi.
Sinema işçiliği şüphesiz bir tutkudur denilebilir. Ama neden Yeşilçam kendinden beklenen başarıyı gösteremedi. Çünkü Yeşilçam’ın nasıl bir emek sömürüsü sahası olduğunu Deniz Feneri’nin Ramazan Abisi İbrahim Uğurlu’dan öğrenmeliyiz. Hayatının tam otuz beş yılını Yeşilçam’a vermiş olan İbrahim Uğurlu bu otuz beş yılı hayatının kayıp yılları olarak niteler ve bunda da haksız sayılmaz. Ömürlerini Yeşilçam’a adamış nice sanatçıların ya Darülaceze’de ya huzurevlerinde ya da sokaklarda öldüklerini biliyoruz.

Uzun yıllar sinema oyuncusu olmak için sadece fiziki güzellik aranıyordu. Bu da sinemanın kalitesini yerinde saydırmış ya da düşürmüştür. Sanatla alakası olmayan, sadece fiziğiyle Yeşilçam’da isim yapmış nicelerinin bu piyasada “sanatçı” diye anıldıklarını biliyoruz. Sanatı itibarsızlaştıranlara sanatçı denmesi herhalde bir paradoks olsa gerektir. Şükür ki artık oyunculuğun eğitimini almış sanatçılar istihdam ediliyor. Onun için de oyunların da, oyunculuğun da kalitesi artıyor.
Yesari Asım Arsoy’a seksen altı yaşında ölüm döşeğinde emekli olduğunu haber vermişlerdi. Artık sanatın da, sanatçının da sahipsiz olduğu, sömürüldüğü günler geride kaldı.
Nasıl ki hiçbir siyasi partinin ve devletin yok edemediği ağalık kültü Kemal Sunal filmleriyle tarihe gömülmüşse birçok yanlış gidişatı da yine sinema değiştirecektir. Yeter ki bizim değerlerimizi konu alan, dert edinen filmler, diziler yapılsın, senaryolar yazılsın, bu alanda yapılan çalışmalar ödüllendirilsin. Sayın Mesut Uçakan’ın aldığı bu güzel ödülü bu açıdan da anlamlı bulmamız gerekir.
İyi sinemanın üretilebilmesi için tüketimi de teşvik edilmelidir. Eğer önemli bir maç varsa TRT o haftaki dizi filmi yayımlamayabiliyor. Bu sinemaseverlere saygısızlık olmuyor mu? Gerek TRT’nin gerekse öteki özel kanalların spor kanaları var. Maçlarını gitsin oralarda yayımlasınlar. Maç severlerin keyfi için neden dizi ya da film severlerin hakkı gasp ediliyor anlamıyorum. Bu her şeyden önce sinemaya ve kültüre saygısızlık olmuyor mu? Şüphesiz futbol toplumun çoğunluğunun sevdiği bir eğlencedir. Ama hiçbir kültürel anlamı yoktur bana göre. Sadece izlersiniz, coşarsınız, bağırır çağırır stres atar eğlenirsiniz. Ama sinema, dizi film (elbette kaliteli olanlarını kastediyorum), tiyatro ve benzeri programların kültürel ağırlığı inkâr edilemez. Gerek milli takımın gerekse kulüplerin transfer, stadyum ve benzeri harcamaları kesinlikle sinema alanıyla kıyaslanamaz. Nice sporseverler tanıyorum, hayatlarında bir tane kitap okumamışlardır. Okumazlar, okuyamazlar. Toplumun kültür seviyesine, çevre duyarlığına, insan sevgisine, iyiyi özendirip kötüden sakındırmasına, çevre duyarlığına, başkalarının haklarına saygılı olmasına katkı açısından sinemanın, tiyatronun, romanın, hikâyenin, belgesellerin asla küçümsenemez ve yadsınamaz katkıları vardır.
Sinemanın, tiyatronun değerini insanların gözünde bizzat bu sektörün sömürücüleri tüketmişlerdir. Daha çok kazanmak uğruna dini, ahlaki, milli, edebi hiçbir değer tanımayan bu açgözlü kapitalistlerin elinden bu sektörü kim kurtaracak? Bu elbette ki Mesut Uçakan gibi, İsmail Güneş gibi aşkla, şevkle kendini sinemaya adayacak sinemacılarla olacak bir iştir. Sadece yönetmen yetmez, oyunculara da ihtiyaç vardır. Yönetmen ve oyuncu kadar yasal ve mali desteğe de ihtiyaç vardır. Yücel Çakmaklı’nın açtığı yoldan ilerleyen bu sanatçılarımızın sayısı artmalıdır. Yazarlarımız, sinema eleştirmenlerimiz de bir filmi izlemeden karalama yapmamalıdır.
Emekli olmadan önceki yıllarda fırsat buldukça öğrencilere güzel filmler izletmeye çalışıyordum. Şu milyarlarca paraya mal olan “akıllı tahtalar” bu şekilde biraz olsun işe yarıyordu. Yaşadıklarımdan şunu anladım: Özellikle dindar kesim sinemaya çok yabancı ve mesafeli. Bunun nedeni sinemanın, bazı açgözlü kapitalist sömürücüler yüzünden lekelenmiş olmasıdır sanıyorum. Artık o günler geride kaldı. Hem eğlenme, hem dinlenme, hem istediğimiz eğitimi ve mesajı kitlelere ulaştırma açısından sinema müthiş bir imkân. Fakat başta Diyanet işleri başkanlığı ve din öğretimi genel müdürlüğü olmak üzere kimse yeterince farkında değil. Dünya sinemasından bir Cennetin Rengi, bir Koro, bir Yerdeki Yıldızlar, bir Özgürlük Yazarları, bir Bisikletli Çocuk filmini izleyen bir öğretmenin öğretmenliğe bakışı değişir mi değişmez mi sormak lazım. Öğretmenler de değişir, anne babalar da değişir.
Yazımı şu tespitle bitirmek istiyorum: Özellikle inançlı kesim sinemanın gücünü ve önemini henüz keşfetmedi. Birçok şeyi keşfetmekte geç kaldığı gibi bu alanda da geç kaldı. Anlamsız düşmanlıklar, deizme kaymalar, dinden uzaklaşmaların temelinde bence bu yatmaktadır. Her şey değişiyor, gelişiyor; ama dini söylem başladı mıydı asırlar öncesinin tasvirleriyle başlıyor. Mehmet Akif’in dediği gibi:

“Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı,

Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı.”

 


10 ARALIK 2019
Hayri BOSTAN
[email protected]






YORUMLAR
2 Yorum

HAYRİ BOSTAN
12-12-2019 12:30:00

Sayın Mesut Uçakan'a bu yazımın linkini gönderdim. (http://www.ulukanal.com/hayri-bostan-sinema-sevgisi/8417/ ) O da bana şu cevabı yazdı: "Teşekkür ederim Hayri bey. Mühim olan sizlerin sevgisi. İnşallah Rabbimin rahmetine vesile olur. Gerisi kıylûkâl."

Sıdıka biçer karakoyun
11-12-2019 08:35:00

Yine guzel akıcı bir yazi olmus hocam.Umarım farkındasinizdir yazdıkça kaleminiz dahada güçleniyor.Akıcı sade bir dil ve her zamanki gibi faydalı tavsiyeler...Tesekkurler hocam

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
FOTO GALERİ
YUKARI