Bugun...


MUSTAFA EVERDİ: Buğday Filmi
Yazarın seçki bölümünde yayınladığımız bu metni, "Buğday Filmi; Dinler Tarihinden Anekdotlar- İnsanlığın Kurtuluşu.." başlığıyla sosyal medyadaki sayfasında yayınlanmıştır.

facebook-paylas
Tarih: 04-12-2017 20:59
MUSTAFA EVERDİ: Buğday Filmi

Külliyede galası yapılınca bu filmi seyretmemek olmazdı. TRT; Torku, Başbakanlık Tanıtma Fonu, Kültür Bakanlığı (Sinema Genel Müdürlüğü) desteği ile finanse edilmiş, cumhurbaşkanlığı medyatik-moral destek vermiş.

İngilizce olan filmi altyazılı izlemek garabeti de biz Türkiye vatandaşlarının talihsizliği. İthal malların bile Türkçe kılavuz kitabı olmuyor nedense. Gümrük izni verirken bunu şart koşmak zor bir şey mi? Yok, İngilizce öğrenip dünya vatandaşı olacağız illa ki. Hükümetimiz de bu filme para verirken Türkiye gösterimi Türkçe yapılsın diye bir şart ileri sürmemiş anlaşılan. Türkiye-Almanya-Fransa-İsveç-Katar ortakyapımı olunca filmde doğu-batı- İslam-Hristiyan temalar yok. Bütün insanlığa ulaşan bir misyon ve mesajı var filmin. Böylece ‘evrensel’ bir filmimiz de oldu.

Filmde Akparti tarım politikalarına üstü örtük bir eleştiri var oysa ki. Bu kadar iştiyakla filmi benimsediklerini görünce ‘hibrit tohumlar nasıl başa bela oldu-Nohut-fasulye-mercimek ithal eder hale nasıl geldik?’ gibi konulara takılmamak gerekiyor. Nasıl olsa aldanmak gibi bir mazeret var. Bu nedenle bu kadar hevesle desteğe şaşırmamak lazım. Belki Cemil AK-man’ın ak’ından dolayıdır. Hem kaba saba haliyle bu zalim dünyada Cemil Akman bir umut ve mürşit olarak bize çok bile. Başka milletlere ne anlatacak ben de merak içindeyim.

Yazdığım bu eleştiri bana özneldir. Katılan olur olmaz, fikrini söyler.

1. Filmin senaryosu din(ler) tarihinden anekdotlarla oluşmuş. İnsanlık kıyamet sonrasında tel örgülerle çevrili steril cezaevi gibi mahallerde yaşamaya çalışıyor. Beslenme en temel sorun. Bütün tohumlar iki-üç ekimden sonra iflas ediyor. Buna çözüm arayan profesör Erol Erin, Cemil Akman'dan ve Onun metafizik tezinden haberdar oluyor. Ve Cemil Akman’ı arayış başlıyor. Belki hakikat arayışı, belki kendini arayış diyeceğim ama orta yerde orijinal tanrıdan gelen ‘buğday’ somut bir şekilde filmin ana teması. Her şeyi değiştiren insanoğlu Tanrısal buğdayı kaybetmiş. Hızır gibi bir şeyh bulursan, kendini kurtarırsın, dünyayı kurtarırsın, buğdayı kurtarırsın. Filmin tezi bu. Bari zarif, nazik, güzel biri olsaydı Cemil Akman. Beni al yerine oynat, hiç bir şey değişmez.

2. Arayış başlayınca da en temel metafor Hızır- Musa kıssası. Film artık tasavvufta binlerce kez işlenen bu konuya göndermelerle kendini sürdürüyor. Hazır Yuşa da var.

Bir ara Erol Erin’in yediği balığın suya karışıp gideceğini sandım, olmadı. Ancak, Musa’nın sudan çıkışı, Hızırla yolculuğu, sebeplerin arkasındaki hikmetlere dayanamayışı,( Hızır’ın gemiyi delmesi, duvarı tamir etmesi gibi) Dağda Tanrıyla karşılaşan Musa, yanan ağaç metaforu, daireyle çizilen kutsal alana yaklaşırken ayakkabı çıkarılması vs..

İslam tarihinden ise, Hendek Savaşında açlığın karnına taş bağlayarak bastırılması ve toprağı görünce teyemmüm yapması var. Kahramanlar hızını alamayıp teyemmümle (toprağı bütün vücuduna sürerek) güsul bile aldılar. Film “Allah’ın yarattıklarını kesinlikle değiştirecekler”( Nisa 119) ayetinin şerhine soyunmuş olduğu iddia ediliyor. Ancak hızlandırılmış bir din(ler) tarihi tasavvufî yorumu desek yeridir. Bunu görselle anlatma çabasına dönüşmüş. Nuh’un sandalı da vardı ama bu sefer toprak taşımak üzere. Sonunda ne olduysa toprağı geri aldıkları yere taşıma başladı. Benim yük taşımayı sevmem kadar Cemil Akman da güçlü bir hamal. Manevi ağırlıkları herkes taşıyamaz demek istiyor galiba.

3. Film’de Erol Erin var, Semih Kaplanoğlu’nu temsil ediyor. Tara var; Leyla İpekçi. Kendisi oynasa bu kadar kör parmağım gözüne olamazdı. Bir tek Sadık Yalsızuçanlar yok; o da belki Andrei’dir( Yuşa'yı temsil eden); tam emin olamadım. Konuşmalarda vahdeti vücut var, hepimiz rüyadayız ölünce uyanacağız, klişesi var. İnsan var mı? Yok hepsi ölmüş, denizde boğulmuş. Neredeyse ikinci bir Mısır’dan çıkış. Türkiye yok, halkımız yok, bu kadar devlet desteğine rağmen Türkiye’den bir iz, hatıra bile yok. Dünya vatandaşlığı. Dünyaya seslenen bir film bu. İnsanlığı ilgilendirir diyeceğim; mercimek ve nohutumuz Kanada’dan geliyor, tohumumuz İsrail’den. Bu yönüyle sadece Türkiye’nin sorunu bu aslında.

Bana en yakın gelen Moğol bir kızdı. Zaten her şey İngilizce, hatta Latince. Gelip dayandığımız dünyadaki ‘karacennet’; Novus Vita (Yeni Hayat) mesela. Yaşanabilen son alanlar. Devlet yok; şirket (Corporatıon), var. Pankart ve afişler bile İngilizce, Fransızca, Almanca idi. Bir de Arapça konuşan bir kadın. Katar’a o kadar rüşvet yeter.

4. Filmde Oktan Keleş’in içiçe geçen üç hilali vardı. Halkı yeni salgında ölen terkedilen kasabanın evlerindeki kapılara çizilmiş. Kahramanı taşladıklarına göre Hayberde rasulün başına gelene ima idi belki. Faşistler taşladığına göre kâfir değil; MHP’nin değişik bir versiyonu olmalı. Bak burada açıkça Türkiye’den bir sembol vardı.

5. Filmin sonundaki sembol de ilginç. Hilal var güdük; yıldıza benzeyen yıldız olmayan, M harfine benzeyen ama değil bu şifrenin belki Kabala’da bir karşılığı vardır. Filmdeki cami cami değil; Allah Muhammed yazılarına rağmen. Külliyeye girişte üç mezar vardı. Bizim üç neslimiz üniversite mezunu, asil bir aileden geliyoruz diye anlamaya müsait. Bülbül Deresi Mezarlığı ima ediliyor belki. Çünkü Cemil Akman’ın aile arşivi dolaplar boyunca sürüyordu. En yeni mezarda dua etmeyip ellerini koltuk altında kıstırmak bile özel mesaj sayılır. Filmde seçilen isimler tesadüf değil çünkü.

Seyirciler bizim cemaattendi. Başörtülüler, kocaları. 20 kişi kadar . Bizden başka bu tür metafizik yemleri yiyen yok herhalde. Şunu söyleyeyim; bu film Avrupa'dan ödül alırsa Semih Kaplanoğlu'nun mesajı bize değil; diğer dinlerdeki insanlara ulaştı diyebiliriz. Ama zor. Bu oltaları yutan azaldı; Türkiye ne versen alıyor maşallah. Filmlerde dinsel imalara susamış demek ki.

Görsel olarak çok güzel. Eh, olacak o kadar; bu kadar parasal uluslararası desteğe. Filmden yeni çıktım, acele notlarımı yazdım. Sonra genişletirim belki. Film baştan sona tek nokta perspektifi ile çekilmiş. Kubrick gibi. Görüntüye müthiş derinlik veriyor. Temalar Tarkovsky (Bir karaktere Andrei adı verilerek şükran ifade ediliyor filmde) , kamera Kubrick. Mesaj mı her yerden biraz. Sonunda yaşayan bir karınca ve onun yuvasında buğdaylar. İnsanlık kurtulabilir, karıncalar yaşarsa... O zaman karıncadan ibret al Süleyman ya da şeyhin karınca kadar yetenekli olsun ey seyirci. Dünyanın merkezini buldum ki film bitiverdi. 
Hakkında o kadar lehe yazılardan sonra benimki yine çıkmalık. Keşke kalın kafalı ben olsam, samimiyetle gerçekten öyle olmasını diliyorum.

 

 

Kaynak:

https://www.facebook.com/mustafa.everdi.9/posts/2089822247913499

 






YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
FOTO GALERİ
YUKARI