Bugun...


MUSTAFA YÜREKLİ "Zorlu Bir İmtihan Süreci"
Modernleşmeye kendi hakikat ve hayat biçimi bağlamında sadece İslâm'ın karşı koyma kapasitesine sahip olduğuna inanmaktayım. Zaten bugün küreselleşme süreçlerinde dünyadaki gerilimin bu ikisi arasında sürdüğü söylenebilir. Dünyaya hâkim sistem İslam'ı Protestanlaştırarak mevcut duruma uyum sağlamasına çalışmakta, gizli ya da açık faaliyetini bu yönde sürdürmektedir. İslâm'ın sürdürdüğü muhalefetin Müslümanlar farkında olmasalar da, sistemin sahiplerinin farkında olduğu söylemeliyiz.

facebook-paylas
Tarih: 10-04-2016 14:29
MUSTAFA YÜREKLİ "Zorlu Bir İmtihan Süreci"

Şair, yazar Mustafa Yürekli'yle moderniteyi ve Müslümanların durumunu konuştuk. Günümüzde Türkiye'deki Müslümanlık durumunu kavrama çabasıdır bu. Yürekli, çarpıcı tespitleriyle ve dinamik düşünceleriyle sorgulamamıza destek verdi.

Ahmet Yağmur: "Modernite Müslümanları sanıldığından çok etkiledi.'' değerlendirmesi yapılıyor, hem düşünce planında, hem davranış planında..  Hatta "melez kişilikler" oluştuğu ifade ediliyor bazı sosyologlar tarafından. Kimi bunu kaçınılmaz olarak görüyor, kimi "Müslümanlığının aşındığı" düşüncesiyle kaygıya kapılıyor.

Mustafa Yürekli: Günümüze hâkim durumdaki evrensel olduğu iddia edilen "zihniyet" biçimini ve modern "hayatı" başından itibaren şekillendiren ve belirleyen batıdaki Protestanlık olmuştur. Protestanlığı, Hıristiyanlığın temel akidesinden bir sapma olarak görenler çoğunluktadır. Protestanlık, ortaya koyduğu "teolojik" anlayışla; modernitenin bilgi, düşünce ve hayat biçimini kendine göre şekillendirmiştir. Ne var ki bu değişim sadece Hıristiyanlarla ve Batı'yla sınırlı kalmamıştır. Bilindiği gibi, öncelikle belirli bir zihniyet biçimi olarak Batı dışındaki toplumların modernleşmesiyle bütün dünyayı etkisi altına almıştır.

Bu açıdan baktığımızda modernleşme ile beraber dünyadaki bütün toplumların aynı zamanda "protestanlaştığı" söylenebilir. Müslümanların da bu durumdan azımsanmayacak nisbette etkilendiklerini söylememiz gerekiyor. Kanaatimce müslümanlar 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında geçirmekte oldukları dönüşümle; bu dünyadaki hayatlarını sürdürürken, nihai karşılığını ahirette bulmak istedikleri bir hayat telakkisi veya deyim yerindeyse bir "hayat küresi"nden, karşılığını öncelikle bu dünyada bulmakla sınırlandırılmış yeni bir hayat telakkisine ya da "küresi"ne geçiş yapmaktadırlar. Bu geçiş dünyaya dair daha büyük emeller beslememize, daha çok dünyaya bağlanmamıza yol açmakta. Üstelik İslâm'ın hükümlerini de daha çok bu geçişin gerektirdiği şartlara uygun hale getirmeye çalışmaktayız.

Günümüzün biz Müslümanları, içinde yaşadıkları değişim ve sosyal, siyasal, ekonomik ilişkiler düzenini; kendi doğallığı içinde neredeyse Hz. Adem (a.s.) ile başlayıp gelen bir süreç olarak görmek eğiliminde. Oysa bunun bir yanılgı olduğunu, bütün bunların büyük nisbette modernleşmenin hasıl edip şekillendirdiği süreçler olduğunu, aslında Müslümanların sıkıntılarının kısmen bu süreçlere adaptasyondan kaynaklandığını unutmaktayız. Yaşamakta olunan şartlara ve hayata uygun düşecek şekilde düşünmeye, bu yüzden de İslâm'ı zoraki yorumlara tabi tutmakta neticede de dinimizi anlama ve yaşama biçimini değiştirerek, kendimizi bu duruma uygun insanlar haline getirmeye çalışmaktayız. Bu durumda evet, hamdolsun Müslümanız; fakat cemaate ait olmayan "dindar" bireyler halindeyiz; hayata dair hedeflerimizi artık İslâm'ın standartları içinde değerlendirmiyoruz. Bu yüzden de Müslümanlığımız, İslâmî kişiliğimiz aşınmaktadır.

Fakat bunun kaçınılmaz bir şey, bir "kader" olduğunu asla söyleyemeyiz. Ama bunu müslümanın geçirmekte olduğu zorlu bir imtihan süreci olduğunu söyleyebiliriz. Zira her şey gibi onun da bir ömrü vardır. Hep baki kalacak değil.

Ahmet Yağmur: Size göre moderniteden ana çerçeve itibariyle neyi anlamak lâzım? Modernite bir ideolojik bütünlük ihtiva ediyor mu? İslâm'la ayrıldığı ana çizgiler nelerdir? 

Mustafa Yürekli: Şimdi sorunuzun esasına dönersek; moderniteyi bir şeylere indirgeyerek tanımlamak asla mümkün değil. Buna rağmen çok kaba bir tanım getirmeye çalışırsak; Modernite, merkezinde "Tanrı"nın Kitab'ın olduğu bir zihniyet bilgi ve hayat nizamından, kendi dışında herhangi bir referans kaynağı kabul etmeyen merkezinde aklın / insanın olduğu yeni bir zihniyet, bilgi ve hayat nizamına geçiş sayılır. Bu geçişte değişen ne olmuştur; her şeyden önce bilginin, düşüncenin, hayat ve insanın anlamı değişmiştir. Dünya ve hayata yeni bir açıklama modeli getirilmiş, yeni hedefler çizilmiş ve yeniden anlamlandırılmıştır. Bunun neticesi olarak "ahiret" ve "dünya hayatı" birbirlerinden bağımsız iki "küre" haline gelmiştir. Din "vicdan meselesi" olarak iki yere, yani "ev" ile "mabed"e hapsedilmiş, hayatın cereyan ettiği, bugün bizim moda tabirimizle "kamusal alan" artık aklın ilkelerine göre tanzim edilir olmuştur. Günümüz Müslümanı aklın hükümlerinin geçerli olduğu bu alanda faaliyetlerini sürdürmektedir. Bunun "masum" bir alan olmadığını, kendine göre bir ideolojisi olduğunu unutmamalıyız.

Öte yandan modernitenin çok daha önemli fakat kendini her zaman belli etmeyen, açığa çıkmayan, bu yüzden de anlaşılması zor olan bir yüzü vardır. Zira modern proje insan ve varlık dünyasına ait bir açıklama getirdiğini iddia ettiği bir "meta teori"nin sahibidir. Bu teori dünyaya olduğu kadar insana, bu insanın dünyadaki varoluşuna, hayatının anlamına ve hedeflerine dair bir açıklama getirdiği iddiasındadır. Günümüzün hayat biçimi ve onun idealleri büyük nisbette bu teori tarafından belirlenmiş haliyle gelişip devam etmektedir. Dolayısı ile Müslümanın belirlenmiş bu hayata katılırken; bu hayatı değiştirmek gibi bir çabaya girişmekte olsa da, araç ve amaçlarını değiştirmediği için, nihayette kendisi değişerek bu hayatın parçası olmaktadır. Fakat bu değiştirilemez anlamına gelmez; biz daha yeni yeni anlıyoruz ki, bizim çabamız bir katılık çabasıymış. Bu tecrübe sonrasında alternatifler üzerinde düşünmek kanaatimce çok daha kolay olabilecektir. Bu zorunludur; çünkü ondan çok daha tehlikeli olan post-modernite kapımızı çalmaya başladı bile.

Şimdi tekrar sorunuza dönersek; bizim üzerinde düşünmemiz gereken sözünü ettiğimiz bu "meta teori"nin kendisidir. Zira, kanımca, bu teori İslam'la temelde bağdaşması asla mümkün olmayan kabullerden hareket etmektedir ve her şeyden önce kendisini "bu dünya" ile sınırlandırarak, bize önerilerde bulunmaktadır.

Dolayısı ile moderniteyi, her şeye rağmen kendini tamir edebilen, kendi içinde bütünlük taşıyan bir proje olarak görmek mümkün; bir "meta teori". Fakat şimdi, post-modernite onu "parçalara" ayırarak büyüsünü bozmaktadır. Ama yine de sözünü ettiğimiz "İdeoloji" fikriyle biz yinede bu dönemde tanışıyoruz. Şu da var ki bütün ideolojiler modernitenin içinde doğup gelişiyor. İdeolojilerin en muhalifi bile -meselâ marksizm gibi- nihayette modern projenin yanlış yönlerini, olumsuzluklarını yeniden "tamir" etmek gibi özellikler taşır. Bu yüzden modernite bir ideoloji sayılsa bile, bütün ideolojilerin "rahmi" olan bir ?ideoloji olarak ortaya çıkmakta. Onu güçlü kılan da bu özelliği ve mevkisidir.

Varlık âlemi ya da insan söz konusu olduğunda, İslâm, her düşünce, din veya ideolojiyle kısmen ortak bir yönü paylaşır. Dolayısı ile İslâm'ın, modernite ya da onun "meta teori"si ile uyuşmadığnı söylediğimizde, bu temelde ve bütünüyle her şeyin çok farklı ve benzer yönlerin bulunmadığı anlamına gelmemektedir. Mevcut farklılığın bir yerden sonra başlayıp geliştiğine işaret etmek durumundayız. Bu hatırlatmadan sonra modernitenin İslâmla ayrıldığı ana noktalardan biri için örnek vermek gerekirse, İslâm ile modern anlayışın "insan" telakkisi arasındaki farktır. Modern anlayışa göre "insan" kendi aklıyla kendini düzenleyen, sadece aklın kılavuzluğunda hayatını tanzim eden ve tanzim işi için gerekli kuralları aklı ile koyan; doğru ve yanlışın ne olduğunu bildiren nihai kaynağın "akıl" olduğuna inanmış biridir. Biz buna "birey" diyoruz; modernitenin "insan modeli" bireydir; dünyadaki amaç ve hedefini böyle bir insan modelini inşa ederek gerçekleştirmek ister.

İslâm'ın öngördüğü ve yetiştirmek istediği insan modeli, ahlâklı olmayı esas almıştır; bunun da örneği bilindiği gibi "mümin"dir. İslâm bu dünyada gerçekleştirmek istediği her şeyi bu insan modelinin, yani müminin aracılğı ile yapmak istemektedir. Mümin ise, vahye inanarak kendini inşa eden, bununla kimlik kazanmış; ve hayatında karşılaştığı bütün sorunlara ait "doğru" ve "yanlış"ın nihai kaynağında önce vahy olduğuna inanır. Bu, aklı yok saymak anlamına gelmemektedir.

Ahmet Yağmur: Müslümanların moderniteden etkilendiği, hatta sanıldığından çok etkilendiği görüşüne katılıyor musunuz? Düşünce ve davranış planındaki etkilenme-değişmelerden en belirgin örnekler nelerdir size göre?

Mustafa Yürekli: Evet, Müslümanların etkilendikleri, hem de çok etkilendikleri düşüncesine katılıyorum. Buradaki esas sıkıntı Müslümanların bazı bahanelerle bunu görmek istememeleridir. Müslümanlar kentleşmeye ayak uydururken, bu yerin artık bizim bildiğimiz "şehir" olmadığının farkında değiller gibi. Kent, modernitenin rahmi sayılır. Zira burada hüküm süren sosyal ilişkilerin özünü sadece "iktisadiyat" belirler. Bu ilişkiler; bağımsız bireylerce ve bir yönden ahlakî kontrolün kalktığı bir ortamda gerçekleşir. Söz konusu iktisadiyatın bütün kuralları ise akla dayanır, dolayısı ile sadece kâr amaçlı olarak tanzim edilmiştir. Müslüman, bunların oluşumunda herhangi bir dahli olmadığı halde 2002 sonrasında sorumlu tutulmaktadır ya da sorumluluktan bir payın omuzlarına konulduğunu farketmektedir. Bu ilişkiler ve ortam; Müminler arasındaki ilişkileri çözmekte ve kendi ilkelerine göre onları yeniden inşa etmek istemektedir. Bu yüzden cemaatsel yapılar hızla aşınmaktadır. Kent, iktisadiyat, kamusal alan, buraya hakim kurallar ve değerler insanı daha çok dünyevileştirmektedir. Burada ne "köy" ve "kent" arasındaki geleneksel çatışmadan, ne de "köye" dönüşten bahsetmiyorum. Burada sosyal ilişkilerimizin mahiyetine ve onların asıl amaçlarının ne olması gerektiği hususuna dikkat çekmek istemekteyim. Tabii ki bütün bunlara ilaveten bir de medya ve iletişim teknolojisinden bahsetmemiz gerekiyor, tabii ki onların Müslümanın üzerindeki etkilerinden.

Kente hakim süreç, bugün Müslümanın zihniyet dünyasını yeniden inşa etmektedir. Bu yüzden müslümanlar modeniteyi "taklit ve tüketim" olarak içselleştirmektedirler. Hayatı ekonomik faaliyetin amacına göre düzenlenmekte; artık namaz için vakit ayırmamakta, vakit bulduğunda namaz kılmaktadır. Allah'ın rızasından çok; sadece kâr ve zarar hesabına dayalı bir ticareti gün geçtikçe daha çok benimsemekteyiz; hiçbir şeyde mütevaziliğe talip değiliz; "hayat standardının yükselmesi" gibi içi boş sözlerle kendimizi avutmaktayız. Oysa modern kültürün insan nefsini kışkırtan özelliğini hiç dikkate almak istemiyoruz. Böyle bir hayata alternatif olacak bir çıkış yolu, bu dünyadan el-etek çekmek anlamına asla gelmemektedir; eğer zihinler modernleşmişse, bunu dünyadan el-etek çekmek şeklinde anlamak durumunda kalacaktır. Halbuki bu yanlış bir algı biçimidir.

Bundan dolayı bugün Müslümanlarda artık "Batılaşma eleştirisi" yerini, İslâm'ın yaşanan hayata nasıl adapte edilebileceği tartışmalarına bırakmış haldedir. Değişim talep etmekte fakat bu değişimi sağlayacak "ahlakî araçlar"dan bahsedilmemektedir. Üstelik bizzat değişimin kendisinin ideolojik bir muhtevası olduğunu gözardı etmekteyiz. Haram, hergün biraz daha hayatımıza hâkim olmakta, bu yüzden de bereket ortadan kalkmakta, aramızdaki kardeşlik ilişkileri parçalanmakta; aile ilişkilerimiz, akraba ilişkilerimiz hergün biraz daha çözülmekte; cemaat olma asabiyetimiz hergün biraz daha kaybolmaktadır. Hayatın tanzimi hususunda entellektüeller yol gösterici mevkiye yerleşirken, Peygamber varisleri olan fakihlerimiz çeşitli bahanelerle ya işlevsiz kalmakta ya da bu işe talip olmak istememektedirler. Modernleşmenin en açık belirtisi olarak, bugün müslümanın "Sünnet"le ilişkisi giderek azalmakta, onu hergün biraz daha hayatımızın dışına kovmaktayız.

Ahmet Yağmur: Kendi düşünce ve davranışlarınızı dikkate aldığınızda "Acaba ben de modernitenin etkisi altında mı böyle düşünüyor, böyle davranıyorum?" diye kaygılandığınız oluyor mu? "Başka çare var mı? Moderniteye karşı koymak mümkün mü?" gibi determinist-boyun eğmeci düşünceler de geçiyor mu içinizden?

Mustafa Yürekli:  Elbette, üstelik bu kaygılarım hergün biraz daha artmaktadır. Bizim yaştaki kuşak "geleneksel" olandan "modern" olana geçiş sürecini çok kısa sürede yaşamak durumunda olduk. Neyin nasıl değiştiğini; neleri kaybetmekte olduğumuzu yaşayarak gördük. Bu anlatımımı kuşaklar arası farkta, zamanın değişmesine bağlamak yanlış olacaktır ya da bunun çok tabii bir durum veya süreç olduğunu sakın söylemeyin, zira kabul etmeyeceğim. Söylediklerim değişime karşı çıkmak anlamına gelmez; fakat değişimin hiç de nötr veya masum olmadığı; İslâm'ın öngördüğü bağlamın dışında cereyan ettiği anlamına gelmektedir. Dolayısı ile söz konusu ifademi yenilik karşısında gösterilen muhafazakarca bir tepki saymamak gerekir. Modern sürecin kendini, karşı konulması mümkün olmayan sahte bir güç olarak gösterdiğini unutmamalıyız. "Gücü" onun değil, İslâm'ın tanımladığı anlamda kavramaya çalışmalıyız. Aksi halde bu süreçler içinde şekillenmekte olan bilincimizin meseleyi bu şekilde anlaması ya da kavraması tabii bir durumdur.

Zorlu bir imtihan sürecindeyiz.. Kişisel olarak modernleşmeye kendi hakikat ve hayat biçimi bağlamında sadece İslâm'ın karşı koyma kapasitesine sahip olduğuna inanmaktayım. Zaten bugün küreselleşme süreçlerinde dünyadaki gerilimin bu ikisi arasında sürdüğü söylenebilir. Dünyaya hâkim sistem İslam'ı Protestanlaştırarak mevcut duruma uyum sağlamasına çalışmakta, gizli ya da açık faaliyetini bu yönde sürdürmektedir. Bunun yanında İslâm'ın sürdürdüğü muhalefetin Müslümanlar farkında olmasalar da, sistemin sahiplerinin farkında olduğu söylemeliyiz. Bugün İslâm'ı "evcilleştirmeye" çalıştıkları inkar edilemez.

Ahmet Yağmur: Müslümanın moderniteden yararlanacağı şeyler de var, görüşüne katılır mısınız?

Mustafa Yürekli: Tabii ki Müslümanlar için yararlanacak çok şey vardır. Fakat bunların neler olduğuna ilişkin bir ayırımda bulunmak bence mümkün değil. Müslümanlar ancak kendi "paradigmalarını" inşa edip, kendi hayatlarına ait sosyal gerçekliği bunlar üzerine kurduktan sonra, neyin kendileri için ihtiyaç ve gerekli olabileceğini ancak o zaman karara bağlayabileceklerini düşünmekteyim.

Bugün ve şimdi yaşamakta olduğumuz hayat biçimi için zorunlu ve hayati olan bir çok şeyin, farklı bir hayat anlayışı ve biçimi için hiçte önemli olmayabileceği söylenebilir. Meselâ genç ve güzel "kalmayı" önemli hale getirmiş bir kültürün bu amaç için ürettiği bütün malzeme ve kurduğu endüstrinin, bunu önemli bulmayan bir kültür ve toplumda ya da hayat biçimi için ne anlamı olabilir ki?

Ahmet Yağmur: Müslümanlar nezdinde bir İslâm-modernite hesaplaşmasının yapılması gereğine inanır mısınız? Böyle bir süreç yaşadı mı Müslümanlar ya da nasıl gelişti Müslüman-modernite ilişkisi?

Mustafa Yürekli: Önceki sorularda değindiğimiz gibi modernitenin her şeyi açıklama ve anlamlandırma iddiasında bulunduğu "meta teori" ile, İslâm'ın temel ilkeleri ve hükümleri uyuşamadığından dolayı, Müslümanların bir gün moderniteyle öncelikle felsefi / epistemolojik düzeyde bir hesaplaşma içine girmeleri kaçınılmaz olacaktır. Bu, modernitenin insan zihninde hasıl ettiği büyünün bozulması için oldukça önemlidir. Zira bu hesaplaşma yapılmadan gelmekte olan post-modernitenin sebep olacağı zararı anlamak ve ondan korunmak kolay olmayacağa benzemektedir. Modernite ile açıktan bir hesaplaşma içine girmekten çok, dolaylı şekilde süren bir hesaplaşmadan da burada bahsetmemiz gerekmektedir. Bunun güçlü bir düzeyde Sait Halim Paşa ile devam edip geldiğini söylememiz gerekmektedir.

Başlangıçta İslâm-modernite ilişkisi, hayat biçimi düzeyinde ve "batılaşma" meselesi olarak ortaya konulduğundan, bu hesaplaşma anti-batıcılık olarak cereyan etmiştir. Ne var ki batılaşmaya karşı sürdürülen tavır ve mücadelenin aynı zamanda Müslümanları giderek batının bir parçası haline getirdiğini görmekteyiz. Bu durumdan, son dönemde Müslümanlarca sıkça kullanılan moda deyimle "batıcı elitler"i sorumlu tutmak meseleyi çözmüyor, aksine daha da anlaşılmaz hale sokmaktadır. Zira, eğer aynı şeyi yapmaları için "Müslüman elitler"e imkan verilmiş olsaydı, kanımca çok farklı bir şey ortaya çıkmayacaktı. Belki bunu, daha az baskı içerecek şekilde yapmaya çalışacaklardı, hepsi o kadar. Bu ise meselenin aslına taalluk etmez, yöntemle ilgili bir durumdur.

Aslında Müslümanların modernite karşısında gösterdikleri muhalif tavır, küçümsenemez nisbette uzun soluklu ve başarılı bir tavır olmuştur. Bu kadar uzun bir zaman içindeki muhalefet ve direnç önemsiz sayılamaz. Hiçbir topluluk bu şekilde bir muhalefeti başarıyla sürdürebilmiş değil. Fakat şunu da ilave etmemiz lâzım; diğer toplumlar gibi Müslümanların tavrı da bir "taklit ve tüketim" olmaktan kurtulamamıştır. Fakat bunun, bu uzun deneyimin şimdiden sonra daha yaratıcı ve güçlü hesaplaşmalara bir hazırlık dönemi olması da kuvvetle muhtemeldir. Müslümanlar bu meseleyi artık şekil olarak değil, muhteva olarak tahlil etmek durumunda bulunmaktadırlar.

Müslümanların, modernite ve tabii ki şimdilerde bundan da önemli hale gelmekte olan post-modernite karşısında - ki bu aynı zamanda küreselleşmeyle de ilgilidir - bir, hesaplaşmaya girmesi kaçınılmaz görünmektedir. İnşallah bu hesaplaşma bir gün ve öncelikle entellektüel düzeyde yapılacaktır. O zaman modern uygarlığın büyüsünün daha çok bozulduğunu göreceğiz.

Zaten bugün modernite ile İslâm arasında hem kültürel hem de siyasal olarak bir gerilim olmadığı ve yaşanmadığı söylenemez. Bu ise Müslümanların ne kadar güçlü bir konumda olduklarına işaret etmektedir.

Ahmet Yağmur: Bize vakit ayırdığınız için ve düşüncelerinizi paylaştığınız için Ulu Kanal adına ve şahsen teşekkür ederiz..

Mustafa Yürekli: Konuşma fırsatı verdiğiniz için ben de teşekkür ederim.

 

 

 






YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
FOTO GALERİ
YUKARI