Bugun...


YAŞAR DURU: Oda Geleneği
Büyük şehirlerde yaşayan insanlarımız, televizyon denilen mucizevi cihazın evlerimizin baş köşelerine kurulmaya başladığı 1970’lere ve hatta özel televizyonların yaygınlaştığı 1990’ların ortalarına kadar gerek “oda” sözcüğü, gerekse bu sözcük etrafında oluşan “oda geleneği”, “oda gezmesi”, “oda sahipliği”, ve “oda arkadaşlığı” gibi kavramları ve içeriklerini, kırsal hayatın gereği ve “köy odaları”na özgü gerçekler olarak algılamışlardır.

facebook-paylas
Tarih: 15-02-2018 19:21
YAŞAR DURU: Oda Geleneği

Şehirlerin  gelişmesi ile ortaya çıkan “oda”ların ve bu çevrede oluşan “Oda Geleneği”nin yeterince ve gereği gibi araştırılıp incelendiğini ileri sürmemiz mümkün değildir. Söz konusu mekana ve mekan ekseninde oluşan soyut ya da somuzkültürel öğeleri ele alan eserlerin sayısı ne yazık ki bir elin parmakları  kadardır.

Baktığımızda; bu durumun “oda” adı ve “oda geleneği” hakkında yalan yanlış bilgilerin önemli gerçeklermiş gibi anılmasına ve anlatılmasına yol açtığını görürüz. Şöyle ki:

Büyük şehirlerde yaşayan insanlarımız, televizyon denilen mucizevi cihazın evlerimizin baş köşelerine kurulmaya başladığı 1970’lere ve hatta özel televizyonların yaygınlaştığı 1990’ların ortalarına kadar gerek “oda” sözcüğü, gerekse bu sözcük etrafında oluşan “oda geleneği”, “oda gezmesi”, “oda sahipliği”, ve “oda arkadaşlığı” gibi kavramları ve içeriklerini, kırsal hayatın gereği ve “köy odaları”na özgü gerçekler olarak algılamışlardır.

Öyle ki uzun yıllar Türkiye’nin tek ve en yaygın haber, kültür, sanat ve eğlence kaynağı olan Ankara Radyosu’nda yayınlanan “harman yeri”, “tarla dönüşü”, “Bağ Bozumu” veya benzeri isimlerle anılan programlarda adları geçen “Ali Emmi, Veli Dayı, Esma Kadın, Güllü, Ziraatçi, Bekçi, Baytar, Sağlıkçı, Hoca Efendi, Öğretmen Bey, Osman Ağa ve Köyün Delisi” gibi muhayyel kişilerin zaman zaman kavgaya dönüşen münazara, münakaşa, müşavere, sohbet, muhabbet ve misafir karşılayıp yolculama adetleri, türküleri ve öyküleri münhasıran köylere ve “köy odaları”na özgü etkinlikler olarak kabul etmişlerdir.

Böyle bir kabul, doğal olarak, şehirlerde; ev denilen yaşam sisteminin kalbi

konumundaki “oda”ların; aynı evde sürekli ve birlikte yaşayan aile bireylerinin, yaşamın herkesçe bilinen ve alenen yapılmasında sakınca bulunmayan olmazsa olmazları ile yine sadece aile bireylerine özgü gizli, gizemli ve özel anların yaşandığı mekanlar olarak tarif edilmesine sebep olmuştur.

Başlangıçta: dışarıdan gelebilecek her türlü tahlike ve tehditten uzakta, bir arada dayanışma ve güven içinde yaşamak güdüsü ile şekillenen ağaç kovuğu, in, mağara ve çadır gibi tek bölmeli yaşama mekanları tek göz “oda”dan başka bir şey değildir.

•Zamanımızdan yaklaşık bir 500 yıl önce “ev” adıyla hayatımıza giren bu mekanlara verilen ve tarih sahnesine “Türk” adıyla çıkan Göktürklere ait yazılı belgelerde yer alan bu sözcük, Türkçe değildir. Dilimize Sami-Arami dillerinden; daha açık bir ifadeyle söylersek, Kadim Süryani lisanından girmiştir.

“Oda” kelimesi ise; ekmek kadar kutsal ve su gibi aziz bildiğimiz “ev”in aksine köküyle de ekiyle de Türçedir.

•Zamanımızdan yaklaşık bir 500 yıl önce “ev” adıyla hayatımıza giren bu mekanlara verilen ve tarih sahnesine “Türk” adıyla çıkan Göktürklere ait yazılı belgelerde yer alan bu sözcük, Türkçe değildir. Dilimize Sami-Arami dillerinden; daha açık bir ifadeyle söylersek, Kadim Süryani lisanından girmiştir.

“Oda” kelimesi ise; ekmek kadar kutsal ve su gibi aziz bildiğimiz “ev”in aksine köküyle de ekiyle de Türçedir.

Kelimenin kökü; ateş, od ve ocak anlamında kullanılan “od”dur. Ki eski Türk inancına göre “od”, hayatın en güçlü belirtisidir. “Ocağın sönmesin” sözü “çok yaşayasın, soyun devam etsin” anlamında bir dua olarak hala dillerdedir. Aynı şekilde Urfa ağzında da sık sık kullanılan “odi ocaği yıhıla” şeklindeki beddua; gerçekte beddua edilen kişinin ölümünü ve ailesinin dağılmasını dileme anlamını ihtiva etmektedir.

“Oda” sözcüğünün kökenine dair bir başka iddia da, kelimenin “otur-mak” mastarının kökünden geldiği, başlangıçta tek gözlü çadırlara verilen “otağ” isminin yerleşik hayatın sabit yaşama mekanlarında “oda” şekline dönüştüğü yolundadır.

Bizim tanımlamaya çalışacağımız “oda” ise:

Şehirlerimizde sosyal, ekonomik, ticari, sınai ve sair sosyokültürel ihtiyaçların yönlendirme ve zorlamaları sonucunda ortaya çıkmış bir olgudur.  Bir mekanı anlatmanın ötesinde, mekanda gözlenen eylem ve işlevlerin tümünün adıdır. İnsanımızın hayatının bir parçası olarak ve önceliklerinin önünde tuttuğu “ev”leri gibi ve ev denilen bu canlı mekanın çeirdeğini oluşturan buluşma, konuşma, yeme-içme, dinlenme, eğleşme ve eğlenme ortamıdır.

“Oda geleneği”; oda danelin bu çekirdek mekan etrafında ve yine şehir hayatının şekillendirmesiyle oluşmuştur.

Geleneğin kökenleri “oda” sözcüğünün ortaya çıktığı, tarihimizin Ortaasya çağlarına dayanır. Başlangıçta tek oda görünümü arzeden Bozkırlı Göçebelerin keçe çadırlarında yaşanan tören, şölen, alışkanlık ve görenekler günümüze kadar kısmen tabii ve coğrafi şartlara göre uyarlanıp yenilenerek günümüze kadar getirilmiştir.

Tarihimizin Anadolu asırlarının “Fetih Çağları” da dediğimiz ilk dört asrında, XI-XV yüzyıllarında, şehir denilen ve sürekli değişerek gelişen yerleşim birimlerinde yaşayan erkeklerin bir araya gelerek sohbet ettikleri, çeşitli konularda fikir alış-verişinde bulundukları, mevsim şartlarına göre yemek yedikleri odalar, Osmanlı İmparatorluğu’nun tabi sınırlarına dayandığı XVI. Yüzyılın ortalarında hayatımıza giren kahvehanelirin yaygınlaşmasıyla birlikte duraklamaya ve söz konusu hanelerin çekiciliği ile yarışamayınca da önemlerini yitirmeye başlamışlardır.

İlerleyen zaman içinde ve özellikle 1856’da kabul edilen Ramazan Kararnamesine bağlı olarak alınan önlemler, bütün iktisadi ve ticari hayatla  birlikte   bu hayatın şekillendiği gelenekleri de derinden etkilemiş, oda diye bir mekanı  zorunlu kılan ortamı dağıtıp alt-üst etmiştir.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, iktisadi ve ticari hayattaki işlevlerini yitirmiş bir mekan ve mekana bağlı olarak devralınan odaların son yıllarda ve genellikle nostaljik duygularla yeniden canlandığı görülmektedir.

Oda geleneği kentten köye hemen her yer ve yaşama biriminde yaşatılan bir toplanma, toplu eğlence, birlikte eğleşme, hoşça vakit geçirme, danışma, dayanışma ve ziyafet kültürünün adıdır.

Halk arasında “oda sahibi olmak” diye bir kavram vardır. Herkes oda sahibi olamaz veya oda işletemez.

“İşletme” kavramı akla kahvehane veya benzeri haneler gibi ticarethaneleri getirmesin. Oda işletmek veya oda sahibi olmak; çarşının mahallenin veya köyn varlıklı, hatırlı va saygın kişilerinin yol ve erkan büyüklerinin evlerinin veya başkaca mülklerinin “oda” olarak adlandırılan bir bölümünü halkın toplantı mekanı olarak, “Tanrı Misafiri” diye kapıyı çalanların ya da habersizce gelenlerin ağırlanmaları için yaz-kış açık tutulması anlamına gelirdi.

Günümüzde medyatik birer etkinlik olarak sahnelere ve televizyon ekranlarına taşınan Urfa Sıra Geceleri, Çankırı Yaren Sohbetleri, Balıkesir Barana Toplantıları veya Anadolu’nun bir çok yerinde hala yaşayan ve yaşatılan “Meşk”, “Cümbüş”, “Meclis”, “Alem”, “Şura”, “Gezek” gibi adlar verilen toplantılar ne anlam taşıyorlarsa; “Oda Geleneği” de aynı şekilde veya benzer eylem ve işlevleri ihtiva etmektedir.

Daha ziyade kış mevsimi toplanma biçimleri olan “Sıra Gezmesi”, “Yaren Sohbeti”, “Gezek” ve benzeri toplantılarda; sırası gelen kişinin evi toplanma mekanı olurken, esnaf ve sanatkar nüfusun yoğun olduğu şehirlerde kış toplantıları daha çok han gibi tarihi mekanlarda ihtiyaca göre düzenlenen odalarda yapılır.

“Oda geleneği” zaman zaman hem Urfalılar hem de bu ortamda bulunan yabancılar tarafından yanlış algılanmakta; kimi “oda”larda  gerçekleştirilen eylem ve etkinliklere göre değerlendirilerek salt eğlence ve musiki ortamı olarak kabul edilmektedir.

Musiki, “oda geleneği” içinde önemli bir yer tutsa da, bir  “Sıra Gezmesi”, “Asbab Gecesi” veya “Eğlence”, “Meşk” ve “Alem” diye adlandırılan toplantılar gibi sadece musiki ve eğlence meclisi değildir. Odada “boşça” değil, “hoşça” vakit geçirmek esastır. Bu da bir çeşni olarak musikinin yanı sıra güncel konularla mesleki sorunların sohbet ortamı içinde konuşulup tartışılmasıyla mümkündür.

“Oda”lara zaman zaman sosyal ve ekonomik statüleri farklı insanlar konuk edilebilirse de asl olan, yukarıda da değindiğimiz gibi, oda arkadaşlarının, “işlerinin, aşlarının, yaşlarının, başlarının, mezhep, meşrep, tarikat  ve hatta eşlerinin” denk olmasına ve birden fazla ortak paydalarının bulunmasına özen gösterilir.






YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
FOTO GALERİ
YUKARI