UNESCO, Dünya Kültürel Miras Komitesi hat sanatımızı 21. kültürel varlık olarak Somut Olmayan Kültürel Miras listesine ekledi. UNESCO Komitesinde bu teklif değerlendirilirken Suudi Arabistan öncülüğünde 16 Arap ülkesi de hattın kültürlerinde büyük bir yeri olduğunu ve mezkur listeye “Arap Yazısı” (Arap Manuscript) ismiyle tescil edilmesini istedi. Araplar Mart 2021 ayında 16 imzalı bir dilekçe ile müracaatta bulundular ve tescil ettirdiler. Bu arada İranlılar da özellikle iddialı oldukları “Talik” ve “Nestalik” yazı sanatının kendi coğrafyalarında geliştiğini, onlarca divanların, mesnevilerin bu yazı ile yazıldığını, Mir Ali ve İmad’ul Haseni gibi büyük hattatların İran topraklarında yetiştiğini ileri sürerek talik yazısının “Hattı Farisi” (Persian Calligraphy) ismiyle kaydedilmesini kabul ettirdiler. İslami yazı sanatı UNESCO tarafından böylece üç isim altında somut olmayan dünya kültür mirası listesine eklendi. İran’ın bu müracaatından sonra Fas’ın da “Mağribi” yazı çeşidini tescil ettirmesi an meselesidir. İslam yazısının üç (veya dört) isim altında listeye girmesi aslında hattın zengin ve farklı versiyonları olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. İranlılar Talik-Nestalik, biz Sülüs, Divani ve Rika, Araplar ise Nesih, Kûfî (Makılî) gibi yazılarıyla bu listeye dahil oldu.
(**) Muhammed bin Yezid El Müberred’in El Muktazab’ının unvan sayfası (Köprülü Kütüphanesi,No: 1507) Nihad M. Çetin (İ.A)
Hat Sanatının BM kayıtlarına üç isimle girmesi basınımızda ayrıştırıcı bir unsur olarak yorumlandı ve anlamsız tartışmalar başlatıldı. Basının bu haberi makaslayarak gündeme getirmesindeki maksat Araplarla bıçak sırtında seyreden ilişkilerimizin kültür alanına da yayılarak daha da karmaşık hale gelmesi içindir. Bazı hattatlarımız da derinlerden işlenen bu oyunu farketmediler ve istenilen tarzda beyanatlarda bulundular. Hat Sanatını başka milletlerin de kendi isimleriyle birlikte kaydettirmelerinden rahatsız oldular. Oysa yukarıdaki (**) 1200 yıllık nesih yazı örneği ve El Ula’daki taşa işlenmiş 2500 yıllık Lihyanî yazıdan da (Eski Arapça) anlaşılacağı üzere, Araplar yazıya uzak bir millet değil. İslam Ansiklopedisinin “Yazı/,Hat” maddeleri “Arap harflerinden doğarak İslâm medeniyetinde müstakil ve olağan üstü bir mevki kazanan güzel yazı sanatı” cümlesiyle başlar. Yani yazı sanatının Arap harflerinden doğduğunu biz UNESCO tescilinden önce fark etmişiz, kaydetmişiz. Bu ifade, hattın mucidinin Araplar olduğunu, Efendimizin özellikle Muaviye’ye “Rakş” denilen bir nevi hareke ve noktalamaları ve besmelenin nasıl yazılması gerektiğini tarif ettiğini, Hz Ali, Hz. Osman, İbn-i Mukle, İbn-i Bevvab, Yakut Musta’sımî’nin nerede ve hangi kültür atmosferinde yetiştiğini, hat yazısının ilk olarak nerede keşfedildiği, Nabat (Medain Salih, Petra, El Ula) mıntıkasının halihazırda İslam güneşinin doğduğu topraklarda olduğunu anlatmaktadır. Kur’an İstanbul’da yazıldı ama Basra ve Kûfe’de de noktalama ve harekelendirilerek tedvin edildi.
Yazının keşfedildiği ve Hz. Salih’in Deve Mucizesinin yaşandığı Medain Salih (AS) mıntıkası. Medine-i Münevvereye 200 km mesafedeki bu mıntıka Ürdün’deki Petra’nın devamı niteliğindedir.
Maalesef medyamız onur duyulacak bu olayı kamuoyuna eksik yansıtarak magazinleştirdi ve anlamsız bir tartışmanın fitilini ateşledi. Arapların bu yazının mucitleri olması, İranlıların Talik yazı çeşidindeki başarısı medyamızın dikkatini çekmedi. Keza, Arap İslam yazısının tarihi ve Kur’anla olan iltisakıyla ilgilenilmedi. Bazı değerli kişiler de kendilerine aktarılan eksik bilgilerle dolduruşa geldiler ve diğer İslam ülkelerinde sanki hat sanatı yokmuş gibi açıklamalar yaptılar. Oysa El Ula kitabeleri Orhun Abidelerinden 1232 sene önce yazılmıştı.
UNESCO’nun bir sanat dalını üç farklı isimle tescil etmesinin de bu tartışmayı tetiklediği söylenebilir. UNESCO uzmanlarının hat sanatının zengin çeşitlerine vakıf olduğu söylenemez. Umulur ki, Nevruz’u Türki Cumhuriyetlerle birlikte listeye kaydettiğimiz gibi klasik Arap yazısınıda Araplarla birlikte alınacak müşterek bir kararla listedeki farklı isimlendirmeler yerine tek isim altında “İslam Kaligrafisi” (İslamic Calligraphy) adıyla tescil ettirebiliriz.
Öte yandan, yazının üç (veya dört) farklı isimle tesmiye edilmesinde de herhangi bir art niyet aramamak lazım. Burada biz UNESCO’nun her ülkenin iddialı olduğu farklı yazı çeşitlerini koruma veya kayıt altına aldığını anlamak durumundayız. Klasik yazımızı ““Hüsn-i Hat, Türkiye’de Geleneksel İslami Güzel yazı Sanatı” olarak tescil ettirip başka milletlerin de kendi yazılarını kendi milletleriyle özdeşleştirerek kaydettirmesini yadırgamak beyhude bir çabadır.
Araplar ve Yazı:
Araplar yazıyı aslında Kur’an-ı Kerim üzerindeki hassasiyetleri sebebiyle geliştirdiler ve farklı coğrafyalarda farklı şekillerde temayüz ettirdiler. Bu konuda sözü hocama bırakayım:
İslam Ansiklopedisi (ikinci baskı) Tahrir Heyeti Üyesi ve aynı zamanda “Arap Yazısı” maddesinin yazarı değerli hocam Merhum Hocam Prof. Dr. Nihad M.Çetin’in Şarkiyat Dersleri’nden tuttuğum notlardan yararlanarak bu konuda bir iki satır yazmayı uygun gördüm. Bu vesileyle hocamı da burada rahmetle anıyorum. Ruhu şad olsun.
Nihat Bey, Şarkiyat Enstitüsündeki “Araştırmalarda Usul Dersleri”nde yazı çeşitlerini açıklarken İslam yazı sanatının aslında 1000 çeşit olduğunu söylerdi. Bunu abartılı bir rakam olarak görenler belki kesretten kinaye olduğunu söyleyebilirler, ancak, İslam yazı sanatı büyük bir zenginliğe sahiptir ve kökleri İslam’ın zuhurundan 1000 sene öncesine dayanır. Devenin sırtında yol alırken hafıza ile satranç oynayanlar, keza devenin ayaklarından çıkan ahenkli seslerden 1000 çeşit aruz vezni keşfedenler, hediye almak için yazdığı kasideyi halifeye okurken halifenin anında hıfzedip tekrarlayanlar da keza Araplardır. Hocamız Arap yazısının inkişafı ile ilgili olarak şöyle devam ediyor:
“…daha sonra nâzil olan müteaddit ayetlerle de “kitabet” daima ilâhî bir kaynağa bağlanıyor, kullanılması emrolunuyor, yazı müslümanların hayatında zaruri olarak yerini alıyordu. Vahyin yazıya tevdii yazının işaret edilen kutsî ehemmiyetini arttırırken Hz. Peygamber العلم صيد والكتابة قيد sözü ile bilginin yazı ile tesbit ve muhafazasını emrediyor, çocuklara okuma yazma öğretmenin babalar için kaçınılmaz bir vazife olduğunu belirtiyordu. Resûlullah’ın (S.A.V) yazı yazma âdâbına ve besmelede bazı harflerin yazılış şekil ve tarzlarına dair tavsiyeleri de mâlumdur. Bu teşvikler yanında, Bedir Gazvesi’nde esir edilen ve yazı bilen müşriklerin, ensarın çocuklarından onar kişiye okuma yazma öğretmelerinin esirlikten kurtuluşları için fidye sayılması gibi tedbirler de alındı. Böylece Medine, İslâmî devrede hattın ilk gelişme merkezi oldu. Nitekim bugün, başta vahyin yazılmasında olmak üzere Hz. Peygamber’e kâtiplik eden kırktan fazla sahâbînin kimler olduğunu bilmekteyiz” (Prof.Dr. Nihad M. Çetin-Şarkiyat Enstitüsü Md.)
Hz. Osman’ın 1400 küsur sene önce geliştirdiği Kûfî yazısı daha ileri bir merhaleye taşınamadı ve aksine bu yazı çeşidi terkedildi. Topkapı Sarayında Hz. Osman’ın yazdığı Kuranı Kerimi görenler haddizatında bir Kuran sanatı olan hat sanatında Arapların ne derece katkısı olduğuna anlarlar. Keza, Kabe’nin yanı başında Kisvetü’l Kabe Atölyesinde her sene Kabe’nin siyah örtüsü üzerine simle ayetler işlenmekte ve hac sırasında bir önceki örtü yenilenmekte ve eski örtü Kabe’nin anahtarlarını muhafaza eden Şeybe Ailesi tarafından hacca gelen önemli kişilere hediye edilmektedir.
M.Ö 6. Ve 2. Asırlar arasında Suudi Arabistan’ın Kuzeyinde bugünkü El ‘Ula Kasabasında taş üzerine yazılmış Lihyani bir kitabe. Riyad El Melik Suud Üniversitesi Müzesinde bulunmaktadır.
Araplar, özellikle fütuhat zamanlarında fethettikleri yerlerde Kur’an-ı Kerimi okutmak için Bağdat, Kufe, Basra, Herat, Kurtuba, Kahire, Semerkand, Buhara’da yazı okulları-atölyeleri açmışlar, binlerce hattat, mücellit, verrak (kağıt yapan), kalem ustası, mürekkep ustası vs yetiştirmişlerdir. Adeta hat ile Kur’an-ı Kerim’den başka bir şey yazılmazmış gibi gece gündüz Kur’an yazıp ihtiyaç duyulan yerlere ilaç gibi göndermişlerdir. Hat sanatı bilahare kûfi yazı ile iç mimaride de kullanıldı. Başkent Bağdat’ta bir köle olan Yakut’un ismi Abbasi Halifesi Mus’tasım Billah’a izafetle tarihe geçti. (Yakut el Musta’sımî) Yani kölenin isminin efendisi olan halifenin ismine muzaf olması Halifenin yazıya ne kadar değer verdiğini gösterir. Saray himayesine nail olmuş olan Anadolu asıllı Yakut El Mus’tasımî’nin 1000 civarında Kur’anı Kerim yazdığı söylenmektedir.
Hattın ilerlemesi ve değerli hattatların yetişmesi o zamanki devlet adamlarının bu sanata verdiği öneme paralel olarak gelişmiştir. Günümüzde de (her ne kadar Muhammed Taklak’ın Şifa-ı Şerifi yazan ünlü hattatı 800 kg altınla mükafatlandırması gibi sehavet sahibi devlet adamları yok ise de) Reis-i Cumhurumuz her yıl 29 Ekim’de Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödüllerini dağıtırken Kur’an-ı Kerim yazmış hattatlarımıza veya hatta emeği geçen hat sevdalılarına da bu ödülü vermektedir. Bu sene (hat koleksiyonerleri beni mazur görsün) benim adayım 10 adet Kur’anı Kerim yazmış olan ve Medine-i Münevvere’de mütevazı bir hayat yaşamakta olan Hattat Hamid’in öğrencisi vatandaşımız Osman Taha’dır. Hat sanatını en yüce makam tarafından ödüllendirme geleneğini başlatan Cumhurbaşkanlığı Eski Genel Sekreteri Prof. Dr. Mustafa İsen Hocamızı da şükranla yad etmek istiyorum.
Özetle, hat sanatı doğduğu topraklarda yeniden ilgi görüyor itibar kazanıyor. Yazının mucitleri Nabatiler Medine-i Münevvere’nin 200 km kuzey batısında yaşadılar. Hattın “Petra” ve “Medain Salih” (Semud kavmi ile Salih Aleyhisselamın deve mucizesinin yaşandığı bölge) olarak isimlendirilen “El Ula” bölgesinde yaşamış, Lihyanilere dayanan muhteşem bir geçmişi var. Bugün de Araplar diğer tarihi eserlerini restore ettikleri gibi klasik hat sanatına da sahip çıkıyorlar. (*)
***
Hat Sanatı Osmanlı Devlet-i Aliyyesi sırasında da büyük itibar gördü. Şehzadelik günlerinde hocasının mürekkep hokkasını eli ile tutan padişahlardan tutun da önemli hattatlara “Kazaskerlik” gibi yüksek unvanlar ve uçsuz bucaksız tımarlar (araziler) verenler Osmanlı padişahları idi. Ancak, Osmanlılar dönemindeki hattın saltanatı fazla sürmedi. Hat sanatına sanki bir nazar değdi. Talihsiz bir rüzgar esti, hokkada durup dökülmediğine inandığımız mürekkep yazıların üzerine döküldü, eller uyuştu kalem tutamaz oldu, ve en kıymetli Cava Kalemleri dahi ilham vermez oldu. Bunun üzerine bazı hattatlar hiç anlamadıkları alanlarda rızık peşine düştüler, bazıları ise kalp sektesinden dünyayı terk etti. Tam da bu sanat kayboldu derken Hamid-i Amidî isimli cesur bir hattat, bu ruhani sanatı çekinmeden halka sevdirmeye devam etti. İstanbul’un boğazda oturan zenginleri Hattat Hamid’e hat siparişi veriyordu. Paşabahçe Cam Fabrikası Hamid’in hatlarını cam ve porselene uyguluyor ve harika eserler ortaya çıkıyordu. Bugün Hattat Hamid’in öğrencilerinden Medine-i Münevverede mukim Osman Taha isimli zat 10 adet Kur’an-ı Kerim yazmış olup, Hamid’in öğrencilerinin öğrencileri ise Riyad’da Kralın himayesinde bu sanatın inceliklerini yeni nesil Araplara öğretmeye devam ediyor.
UNESCO kültür eserleri listesinde ülkemiz, “Hüsn-i Hat, Türkiye’de Geleneksel İslami Güzel yazı Sanatı” (Husn-i Hat, Traditional Islamic Calligraphy Art In Turkey), Araplar “Arap Hattı” (Arabic Manuscript), İranlılar da “Hatt-ı Farisi” (Persian Calligraphy) olarak tescil ettirdiler. Tabiatıyla “Mağribi” Hat da kendi adıyla tescil edilmek üzere Faslıların aklına geldi. Hat sanatı önce yakın çevremizde, sonra ülkelerimizde, daha sonra ise uluslararası düzeyde Birleşmiş Milletlerin UNESCO Kültür listesindeki yerini aldı. Bu konuda emeği geçenlere medyun-ı şükranız.
Aslında Türkiye, İran ve 16 Arap ülkesi anlaşıp merhum hocamızın vurguladığı hat sanatındaki zenginliği de kapsayacak şekilde “İslamic Calligraphy” ismiyle kaydettirmiş olsaydı daha şümullü olur ve böylesi asılsız tartışmalar da yaşanmazdı. Maalesef bu mümkün değil. İslam Coğrafyasında buna benzer etnisitenin engellediği çok farklı isimlendirmeler var.
Bu arada, somut veya somut olmayan bir eserin UNESCO’nun Kültürel Eserler Listesine girmesi ne anlama gelmektedir?
Bu liste, yok olmakla yüz yüze kalmış ve benzeri başka hiçbir yerde bulunmayan tarihi eserlerin asıllarının özelliklerini kaybetmeden restore edilmeleri için tavsiye ve dikkat çekme mahiyetindedir. Eserlerin restore edilmesi veya korunması konusunda BM-UNESCO’nun hiçbir bağlayıcılığı veya müeyyide uygulama yetkisi yoktur. Finans desteğinde bulunmak için bütçesi bulunmamaktadır. Ülkemizdeki geleneksel sanatların UNESCO’nun finans desteğine de ihtiyacı yoktur. Bu listede, “Geleneksel Sohbet Toplantıları”, “Keşkek Töreni”, “Yufka Ekmek Pişirmek” gibi yok olmaya yüz tutmuş geleneklerimiz de vardır. Hat Sanatının bu folklorik geleneklerle aynı seviyede kategorize edilmesi de “Unesco-Hattı”nın başka bir mevzuudur.
(*) Suudi Arabistanlı hattatlarla. (Soldan Sağa: Hoca, Zeki Haşimi (Saray’ın Hat Hocası Hasan Çelebi Hocamızın talebesi), İbrahim Bey (SA’nın en büyük hattatı)
Hattatların biraz ilimden de behreleri olması lazım. Burada Arapça bilmeyen belki hat sanatından da anlamayan çini sanatçıları para hırsı ile camilere tuhaf yazılar nakşediyorlar. “Bir iş ehil ustaların elinden naehillerin eline düşünce kıyameti bekleyin” diye bir kutsal söz vardır. Bu durum hat sanatı için de geçerlidir. Bunu kasıtlı mı yapıyorlar bilmiyoruz. Bu levhada besmeleden sonra haşa “Allah yoktur” yazıyor. Hem de Adıyaman gibi dindar bir ilimizde bu yazılar camilere nakşedilebiliyor. Bu iş cahillikten değilse kesinlikle kasıtlı olarak yapılıyor. Diyanetten maaş alıp bu camide namaz kıldıran imam veya müezzinlerin de camilerinde ne yazıldığını okumaları lazım. Adıyaman’daki bir camiden alıntılanan bu görüntü Diyanet, Vakıflar, Kültür Bakanlığı ve Adıyaman Müftülüğünü de töhmet altında bırakmaktadır. Soruşturma açılması lazım ve bu istifi kimin yazdığını nakşettiğinin ortaya çıkarılması lazım. Burada üzülerek belirtelim ki hattımız maalesef camilere ehliyeti olmayan kişiler tarafından nakşedilmektedir. Buna benzer yüzlerce örneği var.
YORUM YAZ