Bugun...


PROF.DR.ERGÜN YILDIRIM: Zamanın Modernleşmesi ve Fenomenolojisi: Saatleri Ayarlama Enstitüsü III
Süratli terakki, anlamı kaosa sürükleyen bir değişme biçimini anlatmaktadır. Türk modernleşmesi de hızlıdır. İnkılaplar bunu gösterir. Bundan dolayı varlık anlam kazanarak varlık haline gelemiyor.

facebook-paylas
Tarih: 01-10-2022 21:22
PROF.DR.ERGÜN YILDIRIM: Zamanın Modernleşmesi ve Fenomenolojisi: Saatleri Ayarlama Enstitüsü III

Zamanın toplumsallığı: Sosyal hayat ve saat

Tanpınar ile Proust’un zamanı yorumlama biçimleri aynı(Aydın, 122-123) değildir. Proust’un zamanı bireysel bir biyografi üzerinden gider, psikanalizcidir. Tanpınar ise zamanın Batı dışında gelişen(gelenek içinde) ve modernlik içinde süren değişimini anlatır. Yine zamanı toplumsal bir bağlamda ele alır. Mazi ya da şimdi içindeki zaman çok sosyolojiktir. Mahalle, aile ve kuşak sosyolojilerinde tezahür eder. Nesnede(Mübarek) bile tezahür ederken yine bir kolektif kültüre(geleneğin sosyolojisine) karşılık gelir.

SAE’de Halit İrdal’in çocukluğu Abdülhamit döneminde geçer. İrdal, bu dönemde(zamanda) neşesiz bir cemiyet hayatı olduğunu söyler. Bunun asık suratlı Padişahtan kaynaklandığını ileri sürer. Neşesizlik, padişahtan halka ve halktan da etrafa yayılarak eşyaya sirayet etmiştir. Hayatında vapur düdüklerinin acı, hüzünlü ve keskinliği vardır. Oysa daha sonra tramvay sesleri ve vapur düdüklerinin neşesi bunun yerine geçer. Aslında “zaman” acı, neşe, hüzün ve sevinç gibi anlamlarla tanımlanır. Zaman bir sosyal anlam muhtevasına sahiptir. Sübjektif sosyolojik anlamlar ya da duygu sosyolojisi de diyebiliriz buna.

Toplumdaki bilinç, eşyalara da akar. Romanda saatin dönemin ve sahibinin yaşantısından etkilenmesi üzerine yapılan tasvirler bunu göstermektedir. Saat örneğinde zamanın ve nesnenin failliği anlatılır.

“Saatler de öyledir. Sahiplerinin mizaçlarındaki ağırlığa, canı tezliğe, evlilik hayatlarına ve siyasi akidelerine göre yürüyüşlerini ister istemez değiştirirler. Bilhassa bizim gibi üst üste inkılaplar yapmış, türlü zümreleri ve nesilleri geride bırakarak, dolu dizgin ilerlemiş bir cemiyette bu sonuncusuna, yani az çok siyasi şekline rastlamak gayet tabiidir. Bu siyasi akideler ise çok defa şu veya bu sebeple gizlenen şeylerdir…İşte bu gizlenmelerin, mizaç ve inanç ayrılıklarının kendilerini bilhassa gösterdikleri yer saatlerimizdir. Sahibinin en mahrem dostu olan, bileğinde nabzının atışına arkadaşlık eden, göğsünün üstünde bütün heyecanlarını paylaşan…gün dediğimiz zaman bütününü onunla beraber bütün olup bittisiyle yaşayan saat, ister istemez sahibine temessül eder, onun gibi yaşamağa ve düşünmeğe alışır”(Tanpınar;2018:15)

Zaman, saat ile sembolleşiyor. Aslında bize dost olan, nabzımızla birleşen, sahibine temessül eden, onunla yaşamaya ve düşünmeye alışan zamandır. Zamanla insan arasında ikili bir ilişki var: İnsanın içinde yaşadığı ve kendisinden etkilendiği zaman, bir de insanın içinde yaşayan ve insana alışan zaman. Yani bir yandan insanın uyduğu, peşinde koştuğu ve benimsediği bir ilişki olarak zaman var olur. Modern zaman modern insanı, modern toplumu ve modern hayatı beraberinde getirir. İnsan ve toplumlar bunun bir parçası haline gelirler. O nedenle yeniliğin, icadın ve sinema gibi yeni meşgalelerin peşine düşerler.

İkinci ilişki ise insan bu zamanı kendisine uydurur. Hayri İrdal, iki zaman arasında gelip giden biridir. Hem geleneğin zamanında büyümüş ve onun bilincini taşıyor hem de yeni aile ve yeni çevre ile modern zamanın içindedir. Ancak modern zamanın içinde ayakta kalması, iş sahibi olması ve insan yerine konmasına rağmen geleneğin zamanından kopamaz. Bundan dolayı huzursuzdur. Aslında sahici olan bir şahsiyettir. Oysa Halit Ayarcı, tam tersine baştan başa modern zamanların adamıdır. Yeniye inanır, icat peşinde koşar, irade ve kudret ile her şeyi değiştirebileceği duygusuna sahiptir. Hayri İrdal ve Halit Ayarcı, iki zaman tipini üzerinde taşıyan insanlar olduğu kadar iki anlam tipini de temsil eder. Geleneğin anlamı ve modernliğin anlamı. Modernleşmenin Türk toplumunda meydana getirdiği iki insan tipi.

Tanpınar, Hayri İrdal ile hayata karşı kanaatkâr, uyumlu ve sahici olan bir zihniyetin insanını anlatır. Adeta geleneğin tasavvuftaki zahit veya derviş tipinin modern zamanlara düşen karakteridir. Geleneğin bu insanı, yok olup gitmemiştir. Varlığını sürdürmeye devam eder. Çünkü Tanpınar’a göre mazi geçmişte kalmış, olmuş bitmiş bir zaman değildir. Bergson’un maziyi günümüze akıp gelen bir zaman olarak gören yaklaşımına uygun bir şekilde o da Halit İrdal üzerinden bunu anlatır.

Modernleşme, zaman ve anlamsızlaşma

Modernite, dünya ölçeğinde kullanılan yeni bir takvim geliştirir ve zamanı standart hale getirir. Zaman, uzamdan koparak bütün bölgeler ve toplumlar için (Giddens, 1994:23) “tek zaman”a dönüşür. Hatta geçmiş bile tek bir evrensel geçmiş olarak kodlanır. Uzam, yerden ayrılır. Haritacılıktaki modern yaklaşımlarla birlikte mahalli/yöresel olarak algılanan tüm mekânlar standartlaşır. Mekân yeniden yapılanır. Zaman standartlaşınca anlamdan kopar ve bu da “zamanın boşaltılması” na yol açar(Giddens, 1994:24 ve 26).

Türk modernleşmesi, geleneğin anlamla doldurduğu “zamanı boşaltarak” bir çok sorunun doğmasına neden olmaktadır. SAE’de, Hayri İrdal’in karısı olan Pakize, modernliğe ve onun pratiklerine hayrandır. Modernliğin yaşantı dünyasında doğmamıştır, ama modernliğin yaşantısına imrenmektedir. Tanpınar tasvir ediyor: “Modern kadındı. Sinemayı seviyordu. Kainata beyaz perdeden bakıyordu. Binaenaleyh onun gözü ile ben de değişecek, sinema olacaktım”(Tanpınar,2018: 281).

Pakize, modern sosyete hayatına imrenen ve hayran kalan biridir. Ona ulaşmanın emelindedir. Süslenir, hayaller kurar, partiler düzenler. Sinema olmak! Sinema, modernliğin yaşantı dünyasında doğan bir “nesne durumu”dur. Pakize, artık bu nesneye akar. Bilinciyle bu nesnede var olmak ister. Sinema bir varlık ise, aynı zamanda bir anlamdır. Bu anlam, artık modern zamanın içinden yükseliyor. Fakat Pakize, benliği ile varlık olmadığı için anlam da olamaz. O nedenle iğreti tutumlarıyla tezahür eder. Hayri İrdal’in baldızları da öyledir. Onlar da artist olmanın peşinde koşarlar. Sesleriyle modern müziği taklide çalışırlar. Aslında modern müziği de anlamazlar, klasik müziği(geleneksel müzik) de. Bir anlam içinde olan varlıklar değiller. Ama bu iki müzik âlemi arasında dolaşıp dururlar. Yani iki anlam arasında bocalarlar. Bir parti gecesinde caz çalarken zeybek oynamaları da bunu gösterir.

“Caz alabildiğine bir zeybek tutturmuştu. Ve kızım biraz evvel baldızımın marifet gösterdiği yerde, yani salonun ortasında, karşısında Van Humbert, dünyanın en garip en akıl almaz zeybeğini oynuyordu. Etraf sadece göz olmuş onlara bakıyordu. Biz de bir müddet van Humbert’in havada acemi acemi sarkan kollarına, yere indikten sonra güçlükle kalkan dizlerine baktık”(Tanpınar,2018:346).

Caz ve Zeybek’in bir birine karışması zamanlar arasılığın ve anlamlar arasılığın kaotik durumunu gösterir. Müzik, anlam ile meydana gelen en önemli eylemlerden biridir. Caz ve Zeyrek iki ayrı zamanın ve iki ayrı anlamın varlıklarıdır. Bunları birbirine karıştıran varlıklar anlam bulamazlar, bu nedenle de varlık olamazlar. Bütün yaşananları modern zamanın adeta icatçısı olan Halit Ayarcı, “süratli terakki” (Tanpınar, 2018: 346) olarak görür. Süratli terakki, anlamı kaosa sürükleyen bir değişme biçimini anlatmaktadır. Türk modernleşmesi de hızlıdır. İnkılaplar bunu gösterir. Bundan dolayı varlık anlam kazanarak varlık haline gelemiyor. Doktor Ramiz, Halit Ayarcı, Pakize, Halit İrdal’in baldızları gibi karakterlerin çoğu anlam kazanarak varlık haline gelemeyen varlıklardır.

Halit Ayarcı, “ayarcı”dır. Saatleri Ayarlama Enstitüsü fikrinin mucididir. Toplumu zaman aracılığıyla düzenleme(ayarlama) gayretiyle yanıp tutuşmaktadır. Zamanı nesnel ve kurumsal bir şekilde algılamaktadır. Maddi, uzamsal ve matematiksel zamana inanmaktadır. Bir modern zaman tipidir. Fransız düşünür Foucault’un iktidar teorisiyle bunu açıklamak mümkündür. Toplumu zaman bağlamında düzenleyen, kontrol eden, disipline eden ve gözetleyen bir aktördür. Saatleri Ayarlama Enstitüsü adındaki kelimeler Foucault’un iktidar üzerinde anlattığı modern toplumla birleşir: Saat, ayarlama ve enstitü. Yani zaman, düzenleme ve kurumsallaşma. Zaman düzenlenen, standardize edilen, kontrol edilen, kurumlar haline getirilendir. Böylece zaman bir iktidar aygıtına dönüşür. İnsanların yaşama ritimlerini ve benliklerini disipline edip standartlaştıran bir teknolojidir. C. Chaplin’in “Modern Zamanlar” filmi de bunu anlatır.

Romanda anlam ve varoluş ilişkisini pozitivizm ve psikanaliz bağlamında da gözlemliyoruz. Modernlik, yeni bir bireyin ve toplumun var oluşuna davettir. Türk toplumu da modernleşirken yeni bir anlam etrafında var olmaya çalışır. Psikanaliz ve pozitivizm de modern anlamı üretmeye gayret gösteren adaylardır. Olmak, varlık olmaktır; bu da anlamdır. Oysa psikanaliz ve pozitivizm birer ideolojidir. Olmayan ve anlam taşımayan varlığa karşılık gelirler. Olmayan varlığın anlamları olmaya adaydırlar. Olmayan toplum!..Olan toplumun benliğinden, inancından ve karakterinden kopan bir arayış… Romanda Doktor Ramiz, Avrupa’da eğitim görmüş ve psikanalizle her şeyi çözebileceğine inanan bir şahsiyettir. Viyana’da doktorasını yaparak Türkiye’ye döndüğünden beri yalnız yaşıyor, memleketin hiçbir şeyini beğenmiyor. Ona göre toplumun zihniyeti eskidir, kendisine ve yeni gençlere imkân vermiyor. Doktor Ramiz devam eder: “ Beni burada hiç sevmezler… O kadar eski metotla çalışıyorlar ki…Zaten yerim değil. Mecburi hizmet müddetimi geçiriyorum”(Tanpınar,2018:103). Doktor Ramiz için psikanaliz, bilimsel bir yöntem olmanın ötesinde bir manaya gelmektedir. Bilim yerine inançtır, ideolojidir. Bundan dolayı bütün hastalıkları çözecek tek yoldur. Bu nedenle adeta tarikat işlevi görür. Doktor Ramiz’in Hayri İrdal’dan rüya görme talebi bunu çarpıcı bir biçimde ortaya koyar:

“Sizden hastalığınıza daha uygun rüyalar görmenizi istiyorum. Anladınız mı? …Babanızı rüyanızda kendi çehresiyle gördünüz mü iş değişir, her şey düzelir…Size bu hafta görmeniz gereken rüyaların listesini veriyorum. Ve elime bir kağıt parçası uzattı. -Doktor, isteyerek rüya görülür mü hiç? Reçeteyle rüya…İmkansız. -Bu müspet bir ilimdir, dostum! Burada itiraz olmaz! ”(Tanpınar, 2018:118).

Görülecek rüyaların listesini vermek, bilimin olgusal realiteyi dikkate almadan mutlak bir hüküm olarak ortaya çıkmasıdır. Çözümü realiteye bakmadan kutsal bir bilgi gibi dayatmaya çalışmasıdır. Daha çok olgusal gerçeklikleri dikkate almadan onları düzelteceğine inanan ideolojik bilinç tutumudur. Psikanaliz, bir ideolojik bilinç işlevi görür. Psikanaliz ile pozitivizm arasında büyük bir benzerlik vardır. Çünkü pozitivizm de bilime inanç gibi yapışır. Onunla hayatı baştan başa yeniden düzenlemeye çalışır. Bilim, bütün meselelerin çözümüdür. Türkiye’de modernleşmesinin en önemli felsefesi pozitivizmdir. Toplum, pozitivizme dayanarak modernleştirmek istenir. Bilim, bütün meselelerle başa çıkmanın yoludur. Toplumun yeni “mürşidi”dir, yani aydınlatma öznesidir. Fakirlik, cehalet, geri kalmışlık gibi tüm meseleler, bilimle çözüme ulaşır!

SAE’de de bu bilim anlayışı psikanaliz üzerinden işlenir. Bilimin bir ideolojiye ve ütopyaya dönüştüğü anlatılır. Hasta olmadığı halde akıl hastahanesine atılan Hayri İrdal, psikanaliz tarafından tedavi edilmeye çalışılır. Ancak işin ironik tarafı, aslında hasta olan Hayri İrdal değil, psikanaliz ile hastayı tedavi edeceğini düşünen Doktor Ramiz’dir. Doktor Ramiz, psikanaliz ile Hayri İrdal’in bütün geçmişini, değerlerini, hafızasını kurcalar. Aslında kurcalanan bir toplumun hafızasıdır. Kurcalayan ise bilimden öte bilim ideolojisidir. Bilim ideolojisidir, çünkü psikanalize ”Bu müsbet bir bilimdir, dostum! Burada itiraz olmaz” deniyor. Yani psikanaliz, itiraz edilemeyecek ve mutlak bir biçimde teslim olunacak bir bilim olarak görülmektedir.

Türk modernleşmesinde peşinde koşulan bilim ile okunan hafıza, din, tarih ve gelenek de buna benzer. Pozitivist bilim felsefesiyle bakıldığı için geçmiş, tarih ve gelenek ile oluşan toplumsal hafıza ret edilir. Çünkü bütün bunlar mevcut sorunların kaynağı olarak görülmektedir. Psikanaliz ve pozitivizm ne kadar da yakınlaşıyorlar birbirine! İkisi de geçmişe bakıyor, geçmişi bugünkü meselelerin kaynağı görüyor. Psikanaliz, Türk modernleşmesine pozitivizmle okunarak sorunları çözecek ve toplumu kurtaracak bir ideoloji olarak algılanıyor.

Psikanaliz, meselelerin kaynağı geçmiştir diyerek geçmişi kurcalar ve geçmişte olumsuzluklar arar. Hastayı iyileştirmek için de geçmişte yanlış olduğu varsayılan kötüleri hafızada atmaya çalışır. Bir bakıma bireyin hafızası üzerinde operasyonlarda bulunur. Pozitivizmde de mazi aşılmıştır. Mazi geri, karanlık, hurafe, metafizik ve karanlıktır. Moderniteye geçmek için bütün bunlardan kurtulmak gerekir. Toplumsal hafıza geri ve yaşanan kötünün geçmiş kaynaklarını içinde barındırır. Bundan dolayı ret edilir. Tarih reddiyeciliği bunun en bariz örneğidir. Osmanlı ve Selçuklu yok sayılır. Din ret edilir; bundan dolayı Osmanlı ve Selçuklu tecrübeleriyle ete kemiğe bürünen dini semboller, dini kurumlar ve dini pratikler tasfiye edilir. Bu açıdan da Türk modernleşmesi bir pozitivist psikanalizimdir. İnsan yerine toplumun bilinçaltı dünyasına yoğunlaşılır. Kaybedilen savaşlar, Batı karşısında tutunamamak, sanayi inkılabını gerçekleştirememek, cihan devletini kaybetmek gibi bütün olumsuzlukların kökenine gidilir. Bir sosyolojik psikanaliz yapılır. Sonuçta da Osmanlı büyük bir psikanalizden geçirilerek cumhuriyet ideali çerçevesinde bir modernlik icat edilir.

Toplum, ideolojiye uydurulmaya çalışılır. İdeoloji, modernliktir. Özelde de pozitivizmdir. Psikanalizin Türk toplumunda gördüğü işlev de budur. Hayri İrdal, hasta olmadığı halde psikanaliz için hasta görülür. Hasta için bilim değil, bilim için hasta icat edilir. Fenomenolojik açıdan, modern varlığın anlamını pozitivizm ve psikanaliz beraber kurmak ister. Modern zaman bu bilim ideolojileriyle varlığı anlamlandırmaya çalışır.

 

 

Kaynak:

60 Yıl Sonra Bursa'da Tanpınar Zamanı






YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
FOTO GALERİ
YUKARI