Osmanlı Devletinin yıkılışından Cumhuriyet’in ilanına kadar kırıla kırıla uzayan modernleşme dönemlerini, Batılılaşma adı verilen o uzun süreci, Tanzimat, Islahat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerini ben edebiyat alanında takip etmeyi yeğliyorum..
Siyaset alanında olaylar paldır küldür aktığından izlemeye yüreğim dayanmıyor.
Sözkonusu dönemlerde kültür, sanat ve edebiyatta yaşananlar, öne sürülen fikirler, aydın tutumları günümüze de ışık tutacak nitelikte olduğundan önemli..
Modernleşme de denilen Batılılaşma sürecinde yaşanan değişimi en net bir şekilde takip edeceğimiz alanlardan birisi de edebiyattır. Bu kırılma, değişim ve dönüşüm dönemlerinde, Tanzimat, Islahat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet’te oluşan ve gelişen ‘Modern Türk Edebiyatı’, modernleşme sürecinden etkilenmiş, kimi zaman bu sürecin taşıyıcısı olmuştur. Bu durum ise tarih, sosyoloji ve edebiyat araştırmalarının birlikte yürütülmesi zorunluluğunu ortaya çıkarıyor.
Hangi alanda olursa olsun Türkiye’nin bugünkü meseleleri tarihi – sosyolojik bağlamda değerlendirilmeden sağlıklı bir şekilde anlaşılamaz..
ŞİİR ARTI DÜZYAZI EŞİTTİR EDEBİYAT
Osmanlı'nın Batı karşısında gücünü yitirmesi, çözülmesi, toprak kaybetmesi devlet yöneticilerini, aydınları, devleti ayakta tutma arayışlarına itti. Batı kaynaklı siyasi, kültürel, ekonomik alanlarda reformlar gerçekleştirildi. Batılılaşma sürecine girildi. Tanzimat Fermanı, hem siyasi hem toplumsal anlamda bu batılılaşma, bir başka ifadeyle modernleşme hareketinin başında gelir. Bunu eğitim, sağlık ve askeri alanda reformlar takip etti.
Bu tarihi sürecin edebiyatımıza ne gibi etkileri oldu? Türk edebiyatı bu modernleşme ile nasıl bir ilişki içinde oldu?
Batıda modernite sürecine ivme kazandıran iki temel olay söz konusu: Fransız İhtilali ve Sanayi Devrimi. Sekülerleşme ortak paydasında birleşen bu iki hadisenin etkileri sadece Batı ile sınırlı kalmadı. İster istemez batı dışı ülkeler de bu sürece kendi imkânları ve anlayışları doğrultusunda eklemlenmeye çalıştı. Sosyal bilimler buna modernleşme diyor.
Modernitenin mevcut klasik yapı üzerindeki yıkıcı etkilerini fark eden Osmanlı gibi ülkeler, mesela Japonya, Çin, İran ve Rusya buna karşı tedbir almanın yolunu araştırmaya başladılar. Nihayetinde bir coşkun sel hâlinde kendi dışındaki ülkeleri ve kültürleri tehdit eden bu sürece karşı çıkmanın mümkün olmadığı düşünüldü. O selin karşısına çıkan her şeyi önüne katıp götüreceği varsayıldı. Bu tehlikeden kurtulmanın yolunun ise o selin bir parçası olmak görüldü. Medeniyet problemi algılanamadı; ekonomik ve siyasi bir mesele olarak ele alındı.
Sonuçta çözüm yolu olarak devletin çizdiği bir program dairesinde modernitenin kabul edilebilir taraflarıyla yerel değerleri bir araya getiren eklektik bir yaklaşım geliştirilmeye çalışıldı. Bir taraftan batıdaki gelişmelerin hayata geçirilmesini savunan, bir yandan da Kur’an-ı Kerim ve şeriata göndermeler yapan Tanzimat, bu yaklaşımın somut bir sonucuydu.
O güne kadar Haçlı seferleri bir siyah beyaz çatışmasıydı.. İslam medeniyeti batı uygarlığı çatışması Hak din - Batıl din çelişmesine dayanıyordu çünkü. Şimdi beyazla sembolleşen vahiye karşı aklın ve modern bilimin sembolü siyah, yani pozitivizm olarak çıkıyordu. Tanzimat dönemiyle birlikte beyazı temsil edemeyen Osmanlı Devleti, Batı etkisiyle griyi savunmaya başladı.. Grinin tonları vardı. Toplum siyah ve grinin tonlarıyla bir yelpaze oluşturacaktı.
AYDIN, BASIN VE EDEBİYAT
Devletin bu modernleşme projesini halka anlatmak ve var olan soru işaretlerini ortadan kaldırmak vazifesi ise aydınlara ve özellikle edebiyatçılara düştü. Şinasi’nin bu amaçla gazete çıkarması boşuna değildir. Namık Kemal, Ziya Paşa gibi aydınlar bu süreci desteklediler..
Mevcut şiir ve düzyazı birikimine, batıdaki literatür kelimesini tercüme edilerek ‘edebiyat’ denilmeye başlandı. Şiir ve düz yazı çalışmalarına edebiyat demek, sözkonusu çalışmalara Avrupa merkezli anlayışla bakmak demekti. Dolayısıyla Batı’dan gazete ve dergi gibi yayın organları; düz yazı alanında makale, tiyatro, roman, hikaye gibi türler alındı. Edebiyat açısından roman, tiyatro gibi yeni türlerin, vatan, hürriyet ve meşrutiyet gibi yeni fikirlerin kültürümüze dahil olması bu sürece rastlamaktadır.
Dönemin aydınları batılılaşma konusunda kimi zaman devletle ters düştüler ve muhalefete katıldılar. Tanzimat romancıları batılılaşma fikrinin yanında oldukları gibi özellikle bu sürecin sosyal hayattaki yanlış sonuçlarını da eserlerinde işlediler. Hatta bu tutum Cumhuriyet romanında da kimi yazarlar tarafından devam ettirildi.
ŞEYH GALİP VE ŞİNÂSİ KUTUPLAŞMASI
Her dönemi, öne çıkan edebiyatçılarla sembolleştirecek olursak, Tanzimat döneminin sembolü olan iki isimden, Şeyh Galip ve Şinâsi'den bahsedebiliriz.. Bu iki şair yaklaşık yarım asırlık arayla Batılılaşmanın, Türk modernleşmesinin içinde yer almış ve öne saflarda durmuşlardır. Çünkü modernleşme hareketinde farklı dönemlerde şairlerin devlet adamlarına verdiği destek konusunda iki isim oldukça önemli. Bunlar Şeyh Galip ve Şinasi.
Şeyh Galip ve Şinâsi'nin Batılılaşma ya da modernleşme ile ilgili tutum ve davranışları hakkında neler söylenebilir? Elbette çok şey.. Bu başka bir yazı konusudur. Fakat burada sembolleştirmeyi temellendirmek için birkaç söz söylemek gerekmektedir.
Karlofça sonrasında devlet adamlarının cevap bulmaya çalıştıkları temel soru “Bu devlet nasıl kurtulur?” sorusudur. III. Selim bu sorunun cevabını yahut çözüm reçetesini eskinin yanında yürüyecek yeni bir rejim ihdasıyla vermeye ve problemleri aşmaya çalışıyor. Nizam-ı Cedit aslında modernleşmenin karşılığıdır. Ancak eski yapı ile yeni yapının bir arada yürümesi zor, zaten başarısızlıkla sonuçlanıyor. Padişah Nizam-ı Cedit uygulamalarının meşruiyeti konusunda ulemanın yanında şairlerin de desteğine muhtaç. Bu sürece destek veren şairlerin başında ise aynı zamanda Galata Mevlevihanesi post-nişini ve yakın dostu Şeyh Galip geliyor. Şeyh Galip yazdığı şiirlerde bu konuya özel önem veriyor ve İslâmî referansları kullanarak padişahın yaptıklarının dine uygun olduğunu, bu sebeple kendisine destek verilmesini istiyor. Şeyh Galip seçici modernleşmenin sütü kirletmeyeceğini düşünüyor..
Şinasi’ye gelince Tanzimat reformlarının önemli ismi Reşit Paşa’yı şiirlerinde “medeniyet resulu” olarak nitelendirecek şekilde işi ileriye götürüyor. Yani onu terakki, medeniyet, modernlik, ilerleme dininin peygamberi olarak görüyor. İslâmî referansları ve terimleri dönüştürerek Reşit Paşa ve Tanzimat sürecini seküler düzeyde kutsaması Şinasi’yi Şeyh Galip’ten ayırıyor. Pozitivist bir şairin dönüştürme suretiyle de olsa İslâmî referanslardan hareket etmesi ise bir çelişkiyi de beraberinde getiriyor elbette; gri böyle ortaya çıkıyor. Siyaha geçmek için başlangıçta sütte bir siyah zerre olma kabul ediliyor, grinin tonlarından geçme süreci başlatılıyor.
Şeyh Galip çizgisindeki Muallim Naci, Mehmet Akif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek ve Sezai Karakoç gibi şairler griyi reddetmeyi temsil ediyor zorunlu olarak..