Kur’an-ı Kerim’de peygamber kıssalarının yanında başka kişi ve toplulukların da kıssaları anlatılır. Bu kıssaları çok yönlü değerlendirmeliyiz ve günümüz sosyoloji ve psikoloji ilimlerine de çıkarımlar yapmalıyız. Peygamber Kıssalarını farklı bir açıdan ele alıp yazanlardan Sezai Karakoç, “Yitik Cennet” adlı eserinde Hz. İbrahim peygamberi anlatırken der ki: “Ateş yakacak bir şey bulamayacak sende: İşte İbrahim olmak bu.”
Kur’an-ı Kerim’de yer alan surelerden biri de “El-hamdü lillah” ile başlayan beş mübarek sureden biri olan ve Peygamber Efendimizin (s.a.v) cuma günleri okunmasını tavsiye ettiği Kehf Suresi’dir. Bu surede üç kıssa anlatılmaktadır. Bunlar: Ashab-ı Kehf olayı, Hz. Musa’nın Hızır ile yolculuğu ve Zülkarneyn kıssasıdır.
Ashab-ı Kehf ile ilgili olarak Sezai Karakoç bir yazısında şunları söyler: “Ashab-ı Kehf, içinde bulunduğu zamandan en az üç yüz yıl ilerdeydi; onun için, uyutulup kendi zamanlarına bekletildiler. Öyle şiddetli bir inançla inanmıştılar ki, zaman, onlara, ancak, üç yüz yıl sonra, o da belki de dış çizgiler yönünden ulaşabilecekti. Demek ki, Ashab-ı Kehf vakasında, mucize, zaman üzerinde oluyordu.”
Ölümden sonra dirilmenin bir belgesi niteliğinde olan bu kıssada, sayıları üç, beş veya yedi, yanlarında bir de köpek olan genç inanmış insanlar zalim kırala ve onun yanlış inançlarına karşı çıkarak bir mağaraya sığınırlar ve orada üç yüz dokuz yıl uyutulurlar. Uyandıklarında bir gün veya daha kısa bir zaman uyuduklarını sanmaktadırlar. İçlerinden birini yiyecek alması için şehre gönderirler. Yol boyu değişiklikleri görür ve kısa bir zamanda şehir ve yollardaki bu kadar büyük değişime bir anlam veremez. Muhtemelen ekmek almak için üzerinde dönemin kralının resmi olan gümüş parayı fırıncıya verir. Fırıncı o kişinin bir hazine bulduğunu düşünerek durumu yetkililere bildirir. Bu paralarla daha bir iki gün önce de alışveriş yaptığını söylemesi üzerine bunun olağanüstü bir şey olduğu anlaşılır. O genç, mağarada başka arkadaşlarının da olduğunu söylemesi üzerine mağaranın önüne kadar birlikte gelirler. Diğerlerine; siz burada bekleyin ben mağaradaki arkadaşlarıma haber vereyim, birlikte içeri girersek onlar korkarlar der. Mağaraya girdiğinde hepsi de ruhlarını teslim edip ebedi uykuya yatarlar.
Bu kıssada hem bu gençlerin sayıları kesin olarak belirtilmiyor hem de hangi mağara olduğu açıklanmıyor. Onun için Anadolu’dan İspanya’ya kadar birçok mağara Ashab-ı Kehf mağarası olarak iddia ediliyor. Allah isteseydi hem onların sayılarını hem de hangi mağara olduğunu kesin bir ifadeyle belirtebilirdi ama belirtmemiş. Bunun birçok sebep ve hikmetleri olabilir. Mesela sayı ve mağara belirtilseydi; o sayı ve o yer kutsallaştırılacaktı. Oysa Allah’ın dışında hiçbir şey kutsallaştırılamaz.
Geçmişte Hurufilik, Batınilik vb yanlış yollar ortaya çıkmış ve bazı sayılara olağanüstü bir özellik verilmiş, Kur’an’da gizli manalar olduğu iddia edilmiştir. Günümüzde de 9 ve 18 sayılarının gizemi üzerinde duranlar vardır. Bu durum sadece bizde değil Avrupa için de geçerlidir. Nitekim bazı Avrupalılara göre 13 sayısı uğursuz bir sayıymış. Evlerde ve otellerde kapı numarası olarak 13 yok ve uçaklarda 13.koltuk yok. Bu sayı atlanıyor. Sebep olarak 1453 (İstanbul’un fetih tarihi) rakamlarının toplamının 13 olması ve Hz. İsa çarmıha gerilip öldürülmeden önce ( İslama göre öldürülmeyip göğe çıkarılmıştır.) 12 havarisiyle yedikleri yemekte 13 kişi olmaları.
Ashab-ı Kehf kıssasındaki sayı ve yerin belirtilmeyişinin başka bir hikmeti de bu olayın evrensel olmasıdır. Yani bir yerle sınırlı olsa belki sadece o yerin insanları sahiplenecek ve diğer insanlar fazla ilgi göstermeyeceklerdi. Tıpkı Yunus Emre, Şems-i Tebrizi vb. büyüklerin birçok yerde türbe ve makamlarının olması da böyle açıklanabilir.
Ülkemizi ve tüm insanlığı kurtuluşa ulaştıracak çalışmalardan biri de Kur’an’daki peygamber kıssalarının üzerinde düşünmek, gençliğe örnek olarak anlatmak ve onların ebedi bir model olduğunu vurgulamaktır.