Şiire ve şairlere gereken değerin verilmediği zamanlarda yaşıyoruz. Oysa İslam Medeniyetinde şiirin önemli bir yeri vardır. Kur’an-ı Kerim’in bir ismi de Nazm-ı İlahi (ilahi şiir) dir. Günümüze dek nice şairler gelip geçmiş ve nice şiirler yazılmıştır. Bu şiirler arasında naatların(Peygamberimizle ilgili yazılmış şiirler) ayrı bir yeri vardır. Sezai Karakoç bir yazısında:”Peygamber nasıl insanın ufkuysa, naat da şiirimizin ufkudur” demiştir. Bu yazıda naat türünde yazılmış şiirler üzerinde durmak istiyoruz.
Naat yazımı Peygamberimiz zamanında başlamıştır. Ka’b bin Züheyr, Hassan bin Sabit, Abdullah bin Revaha gibi sahabeler yazdıkları şiirlerle peygamberimizi övmüşler ve ondan iltifat görmüşlerdir. Ka’b bin Züheyr “Banet Suat”isimli şiirini okurken, peygamberimiz çok duygulanmış, çizgili hırkasını(Bürde) onun omuzlarına atmış ve bu şiir “Kaside-i Bürde”olarak anılmıştır. Sonraki yıllarda ise nice şairler Peygamberimize duydukları büyük aşkı kelimelere dökerek özlemlerini dile getirmişlerdir. İnancımıza göre gül, Peygamberimizin terinden yaratılmış ve onun sembolü olmuştur. Bu yüzden Peygamberimizle ilgili yazılan her bir şiiri de solmayan bir gül olarak görmek sanırım yanlış olmaz.
“Naat Öyküleri” isimli kitapta Nabi kendi yazdığı naat la ilgili şunları anlatır: 1678 yılında hacca gitmek maksadıyla, içinde Osmanlı devlet adamlarının da bulunduğu bir kafileyle yola çıkmıştık. Hac yolunda peygamberimize olan aşk sebebiyle heyacan içindeydim. Nihayet Medine'ye yaklaştığımızda, gece yarısı mola verdik. O vakit, ertesi sabah Efendimiz'e kavuşacak olmanın hazzıyla dilimden dualar dökülürken, kafiledeki bir paşanın, ayaklarını Medine'ye doğru uzatarak uyuduğunu farkettim. Dudaklarımdan şu beyitler dökülmeye başladı: "Sakın terk-i edepten, kûy-i mahbûb-i Hudâ'dır bu!/ Nazargah-i ilâhidir, Makâm-ı Mustafâ'dır" bu. (Edebi terketmekten sakın! Zira burası Allah'ın Sevgilisi'nin bulunduğu yerdir. Bu yer, Hak Teâlâ'nın nazargahı, Resûl-i Ekrem'in makamıdır.) Sabah ezanına yakın Mescid-i Nebi'ye vardığımızda, müezzinlerin minarelerden Ezan-ı Muhammedi'den evvel okudukları sözleri işitince dondum kaldım. Zira müezzinler hep birlikte benim gece söylemiş olduğum "Sakın terk-i edepten..." diye başlayan naatı okuyorlardı.
Namazdan sonra Nabi müezzini bulur ve ezandan önce okuduğu naatı kimden, nasıl öğrendiğini sorar. Müezzin, Peygamberimizin rüyasına girerek "Ümmetim'den Nabi isimli biri beni ziyarete geliyor. Onun benim için yazdığı bu şiiri okuyarak gelişini kutlayın" dediğini, onların da emri yerine getirdiklerini söyler. Nâbi bunun üzerine "Sahiden Nâbi mi dedi? Ümmetinden saymak lütfunu mu gösterdi" diyerek gözyaşları sel olur ve düşüp bayılır.
Peygamberimizle ilgili yazılan şiirlerde 1920-1960 arasında istisnalar dışında bir kesinti yaşanır.1960'tan sonra Arif Nihat Asya ve Sezai Karakoç’un yazdıkları naatlarla gelenek devam eder. Peygamberimizle ilgili yazılmış o kadar çok şiir var ki burada onların her birinden bahsetmek ve alıntı yapma imkanı yoktur. İşte Peygamberimizle ilgili yazılmış bazı naat ve şiirlerden kısa bölümler:
Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib
Kılma derman kim helakim zehri dermanındadır
Dest-bûsı ârzûsıyla ger ölürsem dostlar
Kûze eylen toprağum sunun anınla yâre su
Sakın terki- edepten kûy-i Mahbû b-i Hudâ'dır bu
Nazargâh-ı ilâhîdir makam-ı Mustafâ'dır bû
Sultân-ı rüsûl, şâh-ı mümeccedsin Efendim!...
Bîçârelere devlet-i sermedsin Efendim!...
Dîvân-ı İlâhîde ser-âmedsin Efendim!...
(Şeyh Galip)
Açan rah-ı tevhidi
Bulan sırr-ı terfidi
Hüdayi’nin ümidi
Sensin ya Rasulallah
(Aziz Mamud Hüdayi)
Araya araya bulsam izini
İzinin tozuna sürsem yüzümü
Hak nasip eylese görsem yüzünü
Ya Muhammed canım arzular seni
Kemiklerim bile yanmıştı belki sahrada,
Yetişmeseydin eğer Ya Muhammed imdada.
Eserdi kumda yüzerken serin serin nefesin,
Akarsular gibi çağlardı her tarafta sesin.
Sevdin habibini, kainata sevdirdin
Sevdin de hıl-at’i risaleti giydirdin
Makam-ı İbrahim’den
Makam-ı Mahmud’a erdirdin
Server-i asfiye kıldın
Muhammed Mustafa kıldın
Sensin ölüme hisar;
Bakisi hep inkisar...
Sar bizi, çepeçevre sar,
Rahmet rüzgârı etek!
(Necip Fazıl Kısakürek)
Gel, ey Muhammed, bahardır...
Dudaklar ardında saklı
Âminlerimiz vardır...
Hacdan döner gibi gel;
Mi’râc’dan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!
(Arif Nihat Asya)
Göz seni görmeli, ağız seni söylemeli
Hafıza seni anmak ödevinde mi?
Bütün deniz kıyılarında seni beklemeli
Sen eskimoların ısınması sevgililer mahşeri
Ruhum sana âşık, sana hayrandır efendim
Bir ben değil âlem sana kurbandır efendim
Doğ kalbime bir lahzacık Ey nûr-i Dilârâ
Nûrun ki, gönül derdime dermandır efendim.
Biz seni göremedik ya Resûlallah
Uhud Dağı'nı seyrettik
Okçular tepesinden bir sabah
Bir Medine sabahında
Uhud'u seyrettik
Seni göremedik
( Dursun Ali Erzincanlı)
Ve sen gitmiştin...
Sevgili!
Derd ile ağlayandın; hem derde salandın!..
Gönül yurdunda çaresizlerin çaresi, hastaların merhemiydin.
Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım
Heyûla, bir ağ gibi ördü rüyalarımı
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Her vakitte diri tut yüreğini
Peygamber izinde sahabe gibi
(Murat Soyak)
güle dönerdi günüm vuslat kokan günlerde
bende hicret etseydim içimdeki çöllerde
sen bitmeyen hazine sen tükenmez nursun
sen nübüvvet güneşi kalpte sonsuz sürursun
Kutlu Doğuma yaklaştığımız şu günlerde şairlerimizden, özellikle genç şairlerimizden peygamberimizle ilgili şiirler, mektuplar ve çeşitli yazılar bekliyoruz.