Sezai Karakoç’un düşünce ve edebiyatımızın köşe taşları olan kişileri hakkında geniş ve ayrıntılı bilgisi, onu yeri geldikçe o kişiler hakkında konuşma durumunda bırakmıştır. Bu konuşmalar elbette onun doğrudan isteğiyle değil, daha çok büyük ısrarlar sonucunda gerçekleşiyordu. Nitekim Siyasal Bilgiler öğrenciliği zamanında bir Namık Kemal’i anma gününde yine böyle bir ısrar karşısında bir konuşma yapıyor. Ortaokul ve lise yıllarında da bu konuda konuşmalar yapan Karakoç’un konuşması bittikten sonra kürsüye, o zaman DP milletvekili olan Arif Nihat Asya davet ediliyor. Konuşmasına yaptığı girizgâhtan sonra: “Bir konuşma yapacaktım. Fakat benden önce konuşan genç arkadaşın konuşmasından sonra buna gerek kalmadı” diyerek genç Sezai Karakoç’u övüyor. Karakoç’un yaptığı bu konuşmanın metni bir yıl sonra Mülkiye Dergisinde yayınlanıyor.
Sezai Karakoç, Arif Nihat Asya’nın şairliği ve düşünce adamlığı yanında mütevazılığını da över. Söz gelimi “Dicle niçin, Fırat niçin bende doğar, bana dökülmez” dizelerini İslâm birliği adına söylenmiş gibi düşünür. “Sen bu yarışı kaybeder miydin yiğidim, gölgen ayağına çelme takmasaydı” gibi özdeyişlerinin unutulmaması gerektiğini söyler. Bayrak şiirini gerçekten güzel bir şiir olarak görür. “Soğukta bayrağın ateşinde ısınma, sıcakta gölgesine sığınma imajları tarihimizi, atalarımızın Ruslara karşı Kafkaslardaki çarpışmalarını ve çöllerde ingilizlerle olan savaşlarını birkaç mısra içinde özetler.” (Hatıralar, Diriliş, Dönem: 7, Sayı: 49, 23 Haziran 1989).
1952 yılında Mülkiye ikinci sınıfındayken bir şiir üzerinde çalışmaya başlar Sezai Karakoç. Şiir âdeta onu kendi dünyası içine çekmektedir. “O yıllar, serbest şiir denen ölçüsüz, kafiyesiz şiirin zafer yılları. Orhan Veli akımı bir sel gibi edebiyatımızı kaplamış. Okul kitaplarında henüz Yahya Kemal’in saltanatı devam ediyorduysa da piyasayı Orhan Veliciler istila etmeye başlamıştır. Yaşlılar, Edebiyet Fakültesi profesörleri, makalelerinde Yahya Kemal’den bahsediyorlardı, ama dergilerde gençler Orhan Veli ve arkadaşlarının açtığı çığırdan giderek tüm geleneksel şiir değerleriyle ilişkilerini kesmiş bulunuyorlardı. ‘Sairane’lik hor görülüyordu. Ataç da gençlerden yanaydı. Şahsi beğenisi sebebiyle yeri gelince Divan Edebiyatından bazı beyitler tekrarlamaktan hoşlanan Ataç, tüm kalemini bu yenilerin savunmasına vermiş gibiydi. Hececiler susmuş, hecenin kırılışını temsil eden Fazıl Hüsnü, Cahit Sıtkı gibi şairler de Orhan Veli akımına uyum sağlama çabasına girmişlerdi. Edebiyatımızın “gül”, “bülbül” gibi mazmunları alay konusuydu. Bütün değerler yere serilmiş gibi gözüküyordu. Kadın “tak takıştır, sür sürüştür, muhallebiciye gel, piyasa vakti” çerçevesinde algılanıyordu.” (Hatıralar, Diriliş, Dönem: 7, Sayı: 49, 23 Haziran 1989).
Bütün bunlara karşı Sezai Karakoç, tutsak zihinlerce yerlere serilmiş değerleri ayağa kaldırmaya, alay konusu yapılan öz değerlerimizi yeniden saygı duyular hale getirmeyi düşünüyor. Bu yüzden hecede ısrar ediyor, “gül” kavramını yeniden diriltmenin gereğine inanıyordu. Daha sonra ve hâlâ etrafında bir sürü efsaneler uydurulan Monna Rosa şiirini bunun için yazıyor. “Modern bir Leyla ile Mecnun denemesiydi bu. Bir gencin dilinden anlatılış şeklinde başladı şiir. ‘Rosa’ bilindiği gibi, ‘gül’ demektir. Böylece aşağılanan ‘gül’ kavramını yeniden gündeme getirmek istedim. Şiir bittikten sonra birkaç arkadaşıma okumuştum. Yayınlamayı pek düşünmüyordum. Yayınlayabileceğim bir dergi de yoktu zaten. Büyük Doğu günlük olarak çıkıyordu. Onu daha çok davamızın gazetesi olarak düşünüyordum. Bir tüccar sermaye koymuştu Büyük Doğu’ya. Necip Fazıl’la anlaşamayınca, gazete tümüyle o tüccara devredilmişti. Necip Fazıl çekilince gazetenin tirajı büsbütün düşmüştü. Zaten Büyük Doğu adı Necip Fazıl’sız nasıl düşünülebilirdi? Gazete, son çare olarak adını değiştirmiş, Hilâl adını almış, fakat yine batmaktan kendini kurtaramamıştı. Hatta o zamanların meşhur gazetesi Yeni Sabah’ta bir karikatür çıkmıştı bu batış sebebiyle: gazete güneş olarak doğuyor (Büyük Doğu), ay olarak batıyor (Hilâl). O sıralar Büyük Doğu kapalı. Ancak Mayıs ayında, isim başkalarında kaldığı için N. Fazıl Bey, bu kez Yeni Büyük Doğu adı altında çıkarıyor gazeteyi.”
Sezai Karakoç, yazdığı şiirler için bir yer düşünemiyor. O günün dergileri içinde kendi düşüncelerine uygun bir dergi yok. “Orhan Velicilerin dergileri bana yabancı. Hem ruhça, hem sanatça. O zamanlar çıkmakta olan Hisar’a gelince, ideolojik hiçbir yanının bulunmaması, sanatta da yeniye tepkiden ibaret kalması, onu tam benimsememe engel oluyor. İslâm’ın ve geçmiş edebiyatımızın sonsuz kaynaklarından yararlanma gibi bir gelenekçilik söz konusu değildi dergide. Sadece Orhan Veli akımına bir tepki olarak kalıyordu derginin fonksiyonu. Romantik şiirler yayınlanıyordu. Büyük bir yetenek atılımı görülmüyordu. Deneme mahiyetinde gönderdiğim bir şiir yayınlanmıştı ama, benim Hisar’la kaynaşmam mümkün değildi. Yazdıklarımı yayınlayacak bir dergim yoktu. Bu durum aslında yıllarca sürüp gitmiştir.”