Bugun...


HAYRİ BOSTAN: Emeklilik kurşun yarası gibi zamanla hissediliyor
Öğretmenleri, öğretmen öğrenci ilişkilerini, öğrenci sorunlarını, eğitim-öğretim metotlarını konu alan filmleri daha çok seviyorum. Sinema sevgim ve ilgim ortaokul öncesi yıllara dayanıyor. Özellikle öğretmen olduktan sonra öğretmen-öğrenci ilişkilerini, eğitim öğretim sorunlarını, başarılı öğretmen hikâyelerini konu alan filmlere karşı ayrı bir ilgim olmuştur.İzlediğim her güzel filmi paylaşmak da içimde bastırılamaz bir istek ve arzuya dönüşür.Öğrencilerime birçok filmler izlettiğim olmuştur.

facebook-paylas
Tarih: 07-01-2018 00:59
HAYRİ BOSTAN: Emeklilik kurşun yarası gibi zamanla hissediliyor

Yıllarca öğretmenlik yaptıktan sonra bir yaz tatili sonunda tatilin uzadığını ve artık hiç ders yılının başlamadığını gördüm. Artık ziller bensiz çalacak, dersler bensiz işlenecek, öğretmenler odası sohbetleri bensiz yapılacaktı.

Cahit Zarifoğlu pankreas kanseri olduğunu öğrenir. Günden güne erir, yatak bir süre sonra şairin meskeni olur. Sık sık dostları gelir ziyarete… Onlara durumunun kötü olduğunu belli etmek istemez. Zarifoğlu, Rasim Özdenören’den fıkra anlatmasını ister, çocuklara gülümser. Ölümün yaklaşmasının verdiği hüzünle ona refakat eden Erdem Bayazıt’ın elinden tutar bir gün, “Erdem” der “Kırlarda çiçekler artık bensiz açacak.”  

“Emekli oldum nihayet. Öğretmenliğin sorunlarından, bozuk öğrenci davranışlarından canım her sıkıldığında “artık emekli olacağım” diyordum. Ama bir yaz tatili dinlendikten sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi, sanki hiçbir olumsuzluk yaşamamış gibi, sanki bu göreve yeni başlıyormuş gibi devam ettim. Yılların tecrübesine sahip olduğum halde her öğretim yılının başında öğrencilerin o masum, tertemiz, sevimli duruşlarına aldandım ve daha sonra her sınıfta illa da bulunan birkaç uyumsuz, sorumsuz, sorunlu öğrenci yüzünden bütün sempatik davranışlarıma, iyi niyetli yaklaşımlarıma hayıflandım. Keşke o birçok öğretmenin çok iyi uyguladığı abusulvech, gülmekten ve gülümsemekten uzak, beton gibi duruşlarını ben de baştan uygulayabilseydim. O masum duruşlu, sevimli, pırıl pırıl çocukların içinden her sene nice canavarlar çıkıyordu ve insanı canından bezdiriyorlardı. Öğrencilerin iyi yetişmeleri için işbirliği yapması gereken başta okul idarecileri olmak üzere, velilerin hepsi de gerektiği gibi davranmak yerine çeşitli saiklerle taraflı, ayrıştırıcı, egoist davranışları ile davranış bozukluğu olan öğrenciler birleşince bu iş hiç çekilmez hale geliyordu.

Öğretmenleri, öğretmen öğrenci ilişkilerini, öğrenci sorunlarını, eğitim-öğretim metotlarını konu alan filmleri daha çok seviyorum. Sinema sevgim ve ilgim ortaokul öncesi yıllara dayanıyor. Özellikle öğretmen olduktan sonra öğretmen-öğrenci ilişkilerini, eğitim öğretim sorunlarını, başarılı öğretmen hikâyelerini konu alan filmlere karşı ayrı bir ilgim olmuştur. İzlediğim her güzel filmi paylaşmak da içimde bastırılamaz bir istek ve arzuya dönüşür. Öğrencilerime birçok filmler izlettiğim olmuştur. Çoğu bundan çok mutlu oldukları halde bazıları bu durumu şikâyet bile etmişlerdir. Tercihim daha çok tematik filmler olduğu için de bu filmleri izlemeye tahammül edebilmek için izleyicinin içinde az-çok bir sinema sevgisi ve ilgisi olması gerekiyor. Çok güzel bir filmi izlettiğimde filme tamamen ilgisiz kalan, hiç dönüp bakmayan ve sorduğumda da “ben sinemayı sevmem” dendiğine çok tanık oldum.

Çalıştığım ikinci okulum aynı zamanda lise eğitimimi gördüğüm okuldu ve orada emektar bir kantinci abimiz vardı. Bir gün ona: ”Seni bir gün sinemaya götürmek istiyorum abi” dediğimde bana: “ Hoca! Ben en son nerden baksan kırk yıl önce bir kere sinemaya gitmiştim ve filmde de uyumuştum. Film bitti, herkes çıktı gitti. Beni temizlikçiler uyandırmış ve dışarı çıkarmışlardı” deyince adeta şok olmuştum. “Bu insanı sinemaya götürmek ona nereden baksan işkence olur” diye düşünmüştüm.

Hayatımda hiç maça gitmedim. Yanımda maç muhabbeti yapılmasından hiç hoşlanmam. Gazetelerin neredeyse hiç bakmadığım sayfaları spor sayfalarıdır. Sinemadan hoşlanmayanlar da sanırım böyle hissediyor olmalılar.

Bir arkadaşım ya da öğrencim sorduğunda bir çırpıda sıralayabileceğim filmler vardır mesela. Birkaç örnek vermek gerekirse;

The Emperors Clun – İmparatorlar Kulübü (2002)
Les Croistes- Koro (2004)

Fredom Writers - Özgürlük Yazarları (2007)

Taare Zameen Par / Yerdeki Yıldızlar (2007)
Monsieur Lazhar- Bay Lazhar 2011

Le Gamin au Vela- Bisikletli Çocuk (2011)

Yi Ge Dou Bu Neng-Küçük Öğretmen Kız - (1999)

To Sir With Love- Sevgili Öğretmenim _ (1967)

The Ron Clark Story- Zafer Benim (2006)

The Breakfast Club (1985)

Çok kötü toplumsal davranışlarımız var. Mesela sinemaseverlere sinema manyağı, maç sevenlere spor manyağı, kitap okumayı sevenlere kitap delisi denir. Eğer bu doğruysa o zaman siyasetle ilgilenenlere, ibadetine düşkün olanlara da benzer yaftalar uydurulabilir. Ahlaki kaygıları olanlara “ahlak budalası” dendiği gibi. Şüphesiz bunlar çok yanlış şeyler.

Ne çıkar bunlardan. Bu tür şeylere takılmamak lazım denebilir. Bence çok önemli. Kitap okumayan, sinemaya, tiyatroya önem vermeyen, müzik sevmeyen, fotoğraf çekmek, resim yapmak gibi hobileri olmayan insanlar niçin yaşarlar anlamakta zorlanırım ben de. Hâlbuki belki en büyük delilik, en zararlı tutku mal biriktirme, üst üste yığma tutkusudur. İnsanlığa nice acılar, ıstıraplar yaşatan kapitalist açgözlülüğün temeli de buna dayanır.

Mustafa Kemal Atatürk; “Bir millet sanattan ve sanatkârdan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz. Böyle bir millet bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve alil bir kimse gibidir. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur” demiştir.

Güzel sanatlarla alakası olmayan din görevlileri, Kur’an yorumcuları, vaizler, hatipler, öğretmenler kesinlikle mesleklerinde başarılı olamazlar. Kainat kitabını okumadan, insanın duygularını anlamadan, empati yapmadan hayatı doğru anlayamayız.

Roman ve hikâyenin tarifi “yaşanmış ya da yaşanması mümkün olan olayları…” diye başlar.

Bazı arkadaşlarım: “sen bu tür filmleri seven, çok okuyan, oldukça da yazan bir öğretmen olarak işini en iyi şekilde yaptığını mı iddia ediyorsun” diye takılabilirler. Kendimi savunmak için değil; ama bir gerçeği vurgulamak için ben de şunu derim:

İzlediğim, eğitim-öğretim konulu filmlerin neredeyse tamamındaki başarılı öğretmenler filmin sonunda ya okullarından kovulurlar, ya da başlarına hiç hak etmedikleri sıkıntılar gelir. Eğer bir öğretmen idarecilerle, öğrencilerle, velilerle, dernekçilerle hiç ters düşmüyorsa, herkesle iyi geçiniyorsa o dini anlamda münafığın en önde gidenidir denilebilir. Elbette eksiklerimiz, kusurlarımız, keşke olmasaydı, keşke hiç yaşanmasaydı dediğimiz olaylar da yaşadık. Ama hep en iyiyi, en güzeli, en doğruyu, en özveri gerektireni yapmaya çalıştıysak müsterih olmamız gerekir.

Hiç kitap okumayan, hiç sinemaya, tiyatroya gitmeyen, hiç yenilikleri merak etmeyen, yıllar önce öğrendiği bazı ezberleri tekrarlayarak ömrünü tamamlayanlardan daha büyük bir müflis olabilir mi?

Üniversitelerde uzaktan eğitim diye bir program var. Belli saatlerde hoca İnternete giriyor. Öğrencileri de giriyorlar ve dersi anlatıyor. Öğrenciler ders sürecinde soru sorabiliyorlar. Hoca ödev verebiliyor; hatta sınav yapabiliyor. Öğrenciler İnternet erişiminin olduğu her yerden bağlanabiliyor. Hoca öğrencileri görmüyor. Kendisi ders anlatırken onlar telefonlarıyla mı oynuyorlar, başka şeylerle mi meşgul oluyorlar, hiç umurunda değil. Sonra da sınavını yapıyor. Başaran başarıyor, başaramayan tekrar o dersi almak zorunda kalıyor.

Tam bana göre bir sistem.

Çoğunluğu sorumluluklarının bilincinde, bir hedefi, amacı olan öğrenciler içerisinde birkaç tane sorumsuz, hedefsiz, anlayışsız ve küstah öğrenci her zaman olmuştur ve bu tipler bana çok eziyet yaşatmışlardır.

Varsın olsun, o kadar zayiat olabilir diyemedik. Hepsi iyi olmalı, hepsi hayata sağlam hazırlanmalı diye istedik ve hata ettik.

Öğretmenlik hayatımın her safhasında hep o sorumluluklarının bilincinde, hedefi ve amacı olan öğrencilerimizden vefakârlık da gördük. Bizlere de, arkadaşlarına da okulu zindan eden o tiplerse toplumda kaybolup gittiler.

“Vermeyince Mabud, neylesin Kel Mahmut.”

Bazen izlenen bir filmin, okunan bir kitabın, bir şiirin, dinlenen bir müziğin, gezilen bir serginin insana kazandıracağı bakış açısı, düşünce ufku, duyarlılık başka hiçbir şeyle kazandırılamaz. 






YORUMLAR
7 Yorum

Tuncay alan
07-01-2018 12:21:00

Güzel bir yazı ,, dediğiniz gibi hayatında filim, sinema gezi yapmayanın ufku olur mu olmaz .

Mustafa Akturan
07-01-2018 11:20:00

"Kainat kitabını okumadan, insanın duygularını anlamadan, empati yapmadan hayatı doğru anlayamayız"rnEvet Hayri hocam, Kâinat kitabını okumak sadece Kelamullah'ı okumak değil,yaradanı ve Yüce sanatını gösteren tabiatı incelemek,resmetmek,insana ufuk açan sanatlarında icra edebilmektir.Sanat faaliyetleri , ahlaksız,dini değerlere ,dindara saygısız ,toplumsal degerlere yabancı kişilere bırakılmamalıdır.

Erhan Güler
07-01-2018 11:01:00

Hocam elinize, yüreğinize sağlık.Güzel bir yazı olmuş.Fikirlerinize katılıyorum,sanatla sanatın herhangi bir koluyla uğraşan insan hangi iş ile iştigal ederse etsin her yönüyle daha kaliteli bir insandır.Bir de şu her ortama uyum sağlayan göruşsüz,fikirsiz bukalemun gibi yaşayanlar omurgasız lar.Allah a şükür ki böyle lerden değiliz.

Nazmi Bardakcı
07-01-2018 10:52:00

Usulca oturup dört göz iki kulağa ilaveten bir de can kulağiyla öğretmen ini dinleyen çocuklara birşeyler öğretmek öğretmenlik değildir.Asıl maharet çamurdan pislikten birini çıkarabilmek ve onu hiç de kendi kabahati olmayan bir şeyden dolayı bir kenara atıp yok olmasını kaybolmasini beklemek yerine onun için ne yapılabileceğinin telaşına dusebilmektir geceleri onun derdinden uyuyamamaktir.vesselâm

Vehbi öztürk
07-01-2018 10:26:00

Her işin bir sonun var.rnOlmalı da.emeklililik de iş hayatımızın bitişi ve artık en olgun olunduğu süreçrnVerdiğiniz film isimlerini not ettim.eminim gayet güzel ve eğiticidirler.rnHobiler konusunda haklısın.eğitimcilerin de eğitim alanlarında mutlaka hobileri olmalı.hayatın her alanındn.bu bakış açısı ile alakalı ve hayatın tadı ile.rnEğitim ve din adamlarının güzel sanatlar ile alakalı olmaları kısmına bayıldım.rnMutlaka öyle olmalı.çok yönlü ve daha fazla verimli olmaları için bu şart

Sıdıka Biçer Karakoyun
07-01-2018 09:12:00

Hocam siz hatırladığım kadarıyla bizim derslerimizde ben anlatayım alan alır bişeyler almayan sıfırı alır oturur babında hareket etmediniz.Hepimize birşeyler öğretme gayretindeydiniz hep.Bir arapça dersinin ortasında bir film tanıtımı yada cocukluk hatıralarınız veyahut bir fıkrayla derse dikkatimizi çekmek gibi gayretlerinizi bilirim.Siz öğretemezsem vicdanım rahat etmez çabalarındaydınız.Siz nasıl birçok hocadan farklıysanız öğrencilerinizde farklıydı.Siz layıkıyla yaptınız.Ve hala yapıyorsunuzki sizi takip ederek sinemadan siyasetten gündemden kitaplardan bi çok şeyden haberdar oluyoruz.Size değer veren öğrencileriniz için siz sadece formalite icabı emekli olmuş izlenimi bırakıyorsunuz.Eminim vicdanınız rahattır ki o kaybolan öğrencileri sistem aile toplum vs olumsuz etkileriyle yok etmiştir.Sinema mı? her ne kadar son seneler gidemesemde gündemi takip ediyorum.Elbetteki siznde etkilerinizle...Saygılar...

emin furkan
07-01-2018 08:02:00

Uzun yıllar yaşanmışlıkları yazıya dökmek tüm ayrıntılarıyla zor tabi ancak bu yazıda sıradan olmayan bir çalışma hayatının sonuçlarını, insana kattıklarını, insandan neler aldıklarına tanık oldum. Kültür çevreye değil bireye bağlıdır görüldüğü gibi. Her birey kendi kültür seviyesini kendi seçer. Ya yaşamış olmak için yaşarsın, ya da hayatına değer katarsın. Çünkü en kolayıdır “zaten bu dünya fani” demek.

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
FOTO GALERİ
YUKARI