Bugun...


HAYRİ BOSTAN: Hayatımıza renk katan güzellikler
Otobüsteyse öğrenci ve öğretmenlerden oluşan 40 kişilik bir topluluk vardı. Cağaloğlu’na yaklaştık. Otobüsü kenara çektik ve “Kitap Fuarına gitmek isteyenler”, “Televizyonda canlı yayına gitmek isteyenler” diye sorduk. Televizyona gitmek isteyenler tam da bize verilen sayı kadardı. Gerisi Kitap Fuarına ayrıldılar.

facebook-paylas
Tarih: 19-05-2019 16:54
HAYRİ BOSTAN: Hayatımıza renk katan güzellikler

SULTAN AHMET KİTAP FUARLARI


“38. Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı açılıyor”  duyurusunu görünce nasıl heyecanlandığımı anlatamam. Önce 2019’dan 38’i çıktım ve 1981 yılına tekabül ettiğini gördüm. Ben Sarıyer İmam Hatip Lisesi’nde 1982 yılında göreve başladığıma göre demek ki bir yıl önce açılmış. İstanbul’a gittiğimde Sultanahmet Kitap Fuarı’nı hazır bulmuşum meğer. Cağaloğlu’ndaki Cezeri Kasım Paşa Camii’nin altındaki Diyanet Vakfı Yayınlarının müdürü de imam hatip lisesinden arkadaşımdı. Fuarın düzenlenmesiyle daha çok o ilgileniyordu. O zamanki adıyla Sultanahmet Kitap Fuarı benim İstanbul’da göreve başladığım yıllara rastladığı kesin. Ramazan yaz aylarına gelmişti. Havalar çok sıcak olurdu. Ama Kitap Fuarına gitmek, orada dolaşmak bizi çeken bir şeydi.
Bu sadece kitap okumak için satın almak merakından öte orada eş dostla karşılaşmak, yazarları yakından görmek, kitap imzalatmak, soru sormak, mümkünse sohbet etmekti bizi çeken.
Sultanahmet Kitap Fuarı bir geleneğe dönüştü. Her yıl düzenleniyordu. Yıllar geçtikçe ramazan kış aylarına gelmiş, havalar soğumuştu. Bu sefer de üzeri kapalı stantlar yapmışlardı. Bir ara Sultanahmet Camii’nde bakım olduğu için Fatih Camii avlusuna alınmıştı. Sonra gene Sultanahmet Camii avlusuna dönüldü.
İzmit’e atandıktan sonra da fırsat buldukça gitmeye çalışırdım. Bazen öğrencilerimizi de götürdüğümüz oldu. Bir keresinde öğrencilerimizle İstanbul gezisi düzenlemiştik. Rahmetli Mesut Barış Bağcılar’da bir dershanede görev yapıyordu. Grubumuzu oraya davet etti ve topluca iftar etmemizi sağlamıştı.
İftardan sonra bir televizyon kanalında Show programı yapan bir arkadaşım aracılığıyla izleyici randevusu almıştım. Ama ortada bir sorun vardı. Stüdyo küçük olduğu için ancak 15 kişilik yer ayırmışlardı. Otobüsteyse öğrenci ve öğretmenlerden oluşan 40 kişilik bir topluluk vardı. Cağaloğlu’na yaklaştık. Otobüsü kenara çektik ve “Kitap Fuarına gitmek isteyenler”, “Televizyonda canlı yayına gitmek isteyenler” diye sorduk. Televizyona gitmek isteyenler tam da bize verilen sayı kadardı. Gerisi Kitap Fuarına ayrıldılar. Stüdyolar Çengelköy’ün üstlerindeydi. Oraya gidecek, programa katılacağız. Program bittikten sonra tekrar gelip Sultanahmet’ten öteki öğrencileri toparlayıp İzmit’e dönecektik.
Her şey planladığımız gibi oldu. Televizyondaki Show programında konuk olarak o akşam Zekai Tunca vardı ve “seni görmem imkânsız, rüyalarım olmasa” şarkısını da söylemişti. Ayrıca rahmetli Kıvırcık Ali de vardı. Kıvırcık Ali’yi orada tanımıştım. Daha sonra elim bir trafik kazasında hayatını kaybedince de çok üzülmüştüm.

ENSAR VAKFI PİKNİKLERİ

Ensar Vakfı’nın Belgrad Ormanları piknikleri de benim İstanbul’da göreve başladığım yıllara rastlar. İlki Hünkâr Tepesi’nde yapılmış, daha sonraki yıllarda Kirazlıbent’te karar kılınmıştır. Hala her yıl orada yapılır Ensar Piknikleri.  Bu pikniklere de mutlaka katılırdık. Çok güzel organizasyon yaparlardı. Ali Erilli ve benzeri hocaların gayretleriyle kusursuz piknikler olurdu. İlk piknikte onca kalabalık katılımcılara köfte ikram emişlerdi. Elbette sabah saat 09.30 ile öğle vakti arasında, bardakta mercimek çorbası ikram edilirdi. İç içebildiğin kadar. Öğle namazının ardından protokol konuşmaları, duayen hocaların, konuk ilim adamlarının konuşmaları yapılırdı.
Sayın Cumhurbaşkanımız İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken hep katılırdı bu Ensar Pikniklerine. Bir keresinde oğlum Emin Furkan’a onunla birlikte birkaç fotoğraf çekmiştim. O zamanlar şimdiki akıllı cep telefonları yoktu tabi. Sultanahmet Camii avlusundan birinden satın aldığım Rus malı Zenit marka bir makinem vardı. Çok güzel bir makineydi; ama ayarlarını iyi yaparsanız güzel fotoğraf çekebiliyordunuz. O ara aceleye gelmiş olmalı ki, iyi ayar yapamadan çekmişim. Fotoğraflar flu çıkmıştı; ama kalıcı güzel bir hatıra olmuştu.
Saat 15.00-15-30 gibi de yemek servisi yapılırdı. Birçok noktaya kurulan çay setler, yemek dağıtım istasyonları sayesinde hiçbir izdiham ve zorluk yaşanmadan herkes yemeğini afiyetle yerdi ve dağılırdık. İzmit’e intikal ettikten sonra her sene katılmak istemekle birlikte genellikle İzmit İmam Hatip Lisesi mezunlar buluşmasıyla çakıştığı için katılamadığımız oluyor.

SİHAD MEZUNLAR İFTARLARI

Hayatımızda derin izler bırakan ve yaşadıkça yaşatmaya çalışacağımız birlikteliklerden biri de Sarıyer İmam Hatip Lisesi’nin geleneksel Mezunlar iftarı olmuştur. Benim bizzat rehberliğini yaptığım ve o yüzden de askeri mahkemede yargılanıp görev hayatımın ilk cezasını aldığım mezunlar yıllığına bir mezunlar buluşması notu düşmüştük. Zamanla bu tarih değişti ve “her ramazanın ilk cumartesi” olarak yerleşmiş oldu. On dört güzel yılımın geçtiği o okulun bahçesinde eski mezunlarla, öğretmen arkadaşlarla buluşmak bana büyük keyif veriyor. Aradan uzun yıllar geçtiği için artık öğrencilerim çocuklarıyla, bazıları torunlarıyla geliyorlar… Fakat son yıllarda Sarıyer İmam Hatip Lisesi’nde tadilat yapıldığı için civardaki öteki imam hatiplerde yapılır oldu. Biraz yaşlılık ve yorgunluk, biraz da mekânın değişmiş olması dolayısıyla katılmam zorlaştı açıkçası. Ama katılamasam da aklım, fikrim, duygularım, özlemlerim hep orada onlarla birlikte oluyor.

Bu mezunlar iftarlarına hep katılmak istiyorum; ama katıldığıma da her defasında pişman oluyorum. Çünkü bu iftarlara erkek ve bayan öğrencilerimiz katılıyorlar. Herkesle ilgilenmek istiyorum; ama buna yetişemiyorum. İftar sonrası her biri bir tarafa davet ediyor. Şurada oturalım, burada çay içelim, sohbet edelim diye.  Bunlardan ancak birine katılabiliyorum ve ötekilere katılamıyorum. Bu da bazı arkadaşların gücenmelerine yol açabiliyor. Galiba en iyisi evinde oturup birlerinin ziyaretini beklemek. Trabzon’a her gittiğimizde akrabalarda, halalardan, teyzelerden birinde, dayılarda kalıyorduk. Son gidişimde öğretmenevinde yer ayırttım ve orada kaldık. Altmış yaşını devirenlere ipucu olması umuduyla yazıyorum. Ortalıkta görünmezseniz insanlar sizi, siz de onları unutur, kendi hayatınızı çekilmez hale getirebilirsiniz. Onun için “yaşasın sosyal medya” diyorum. Bazıları eleştiriyor; ama bence çok güzel şeyler bunlar. Elbette çok dikkatli olmak koşuluyla. Hatırlanmak istiyorsan hatırlayacaksın. Sevilmek istiyorsan seveceksin. Bu işler böyle. Yirmi dört saat gece gündüz koştursak da, bir yerde tembel tembel otursak da zaman su gibi akıp gidiyor.

ARAP TURİSTLER TÜRKİYE’YE GELİYOR

1986 yazı için o zamanın Anavatan Partisi iktidardaydı. Arap dünyasına sanırım turizm reklamları verildi ve Arap turizminde patlama oldu. İstanbul’da öğretmenlik yapıp da bir yan işle uğraşmayan yoktu. Biz bir ara bu “hayali ihracat”çılara deri yelek dokuma işleri yapmıştık. Gider Mercan’dan, Tahtakale’den güderi kırpıntısı alır, onları evde sırımlar halinde keser, sonra da yelek örerdik. Ördüğümüz bu yelekler hiçbir işe yarayacak şeyler değildi. Ama bunları ördürenler de biliyordu.
Ben Arap turizmi ile ilgili işlere atılmayı düşünüyordum; ama o zamanlar biz Arapça öğretmeni olmamıza karşın bir cümle kuracak durumda değildik. Yakın arkadaşlarım bir şirket kurmuşlardı. Ben de onların yanında çalışacaktım.
Bir yaz çalıştık. Para kazanamadık; ama işi hayli ilerlettik. Arapçamızı da geliştirmiş olduk. Çok güzel arkadaşlar edindik. Samimi olduğumuz için de arkadaş çevremiz hızla gelişiyordu. Tanıştığımız bir Arap aile gelecek sene kendisi gelmese bir arkadaşını yönlendiriyordu. İşler o kadar gelişti ki artık taleplere cevap veremeyecek duruma gelmiştim. Çünkü ancak bir aileyle ilgilenebiliyordum. İkinci bir aile, üçüncü bir aile gelince elim ayağım birbirine dolaşıyordu. Başka arkadaşlara iş vermeye başladım. İş verdiğim arkadaşlardan da günlük cüzi bir komisyon alıyordum. Evlerini Araplara kiraya verdiğimiz güzide vatandaşlarımızdan bazıları komisyon hakkımızı vermemeye çalışıyorlardı. Daha çok Hatay’lı, ana dilleri Arapça olan bazı ayakçılar elimizdeki misafirleri kapmaya çalışıyorlardı. Kavgacı, yırtıcı insanlardı bunlar. Biz ise öğretmen olduğumuz için onlarla başa çıkmamız mümkün değildi. O konuda da çok ilginç hatıralarımız vardır. Araplara kiraya verecek evi olanlar toplumda kenar mahalle lümpenleriydi daha çok. Onlara kazandırdığımız paraya bakmıyorlardı. İstediğimiz komisyonu çok görüyorlardı. Bir tartışmaya girince de “sen benim evimin ortağı mısın?” diyorlardı. Onları bizim hakkımızı vermeye ikna eden tek şey vardı. O da, eğer hakkımızı vermezlerse onlara bir daha müşteri götürmeme olasılığıydı. Onun için de genellikle sorun yaşamıyorduk. Bu durum sanırım özellikle Arap turistlerin son yıllarda çok rağbet ettikleri Karadeniz Bölgesinde hala var.


ARAP TURİST GEZDİRME (REHBERLİK) İŞLERİ

 
Maaşımızın tamamına yakınını kira verdiğimiz için bu tür yan işlerden kazandığımız birkaç kuruşla da açıklarımızı kapatarak hayatımızı sürdürmeye çalışıyorduk. Çünkü İstanbul bir memur için sürgün yeriydi. Bu kadar Kent Konut, TOKİ ve benzeri konut üretimi olmasına karşın İstanbul’da bu durum hala böyledir.

Geçim sıkıntısı çekiyorduk; ama bazı cemiyetler, dernekler aracılığıyla mahalle sohbetleri yapmak, camilerde vaaz yapmak,  dernek yararına ücretsiz Arapça dersi vermek gibi işler hep gelir bizi bulurdu.

Her şeye karşın hep kitap fuarlarına gider, kitaplar satın alır, dergilere abone olur, konferanslara, panellere, forumlara katılmaya koşardık.
Geçenlerde “bu sana Sultanahmet’te kitap fuarı olmayacak” diye okuduğumda sanki ülkem düşman işgaline uğramış gibi hissettim.
Biz sadece Sultanahmet Kitap Fuarına gitmiyorduk. TÜYAP Kitap Fuarlarına da, Üsküdar, Eyüp sultan ve benzeri birçok yerlerde düzenlenen kitap fuarlarına da koşuyorduk. Oralarda kitaplar kadar, karşılaştığımız tanıdık yüzler, yazarlar, şairler, akademisyenler de ilgimizi çekiyordu.
Yıllardır her taşındığımızda evimin eşyasından çok kitapları taşımak beni yormuştur. Artık bu dostlarımdan kurtulmak istiyorum. Kitaplarımı, onları değerlendirecek bir yere bağışlamak istiyorum. Mustafa Kutlu’nun, “TARIK SAMİ BEYİN ÖZEL HAYATI” adlı hikâyesi geliyor aklıma.  İmkânsız imkânlarımızdan kısarak, tek tek para ödeyerek edindiğim bunca kitabı ücretsiz verecek kişi ya da yer bulmakta zorlanıyorum.

 

CUMA BAYRAMLARIMIZ


Kandillerde, bayramlarda ve özellikle Cuma günlerinde en çok sıkıntı çektiğim konu whatsapp üzerinden Cuma tebrikleridir. Hiç kimseye Cuma tebriki yazmıyorum. Ama bana gelen tebrikleri bir selam kabul ediyor, “selam vermek sünnet, almaksa farzdır” fehvasınca cevap vermeyi önemsiyorum.  Bir de her Cuma namazını aynı camide kılmanın bizi rutinleştirdiğini, kısırdöngüye düşürdüğünü düşünüyorum. Mümkünse gerek vakit namazlarını, gerekse Cuma namazlarını; hatta teravihleri değişik camilerde kılmanın insana çok farklı bir huzur vereceğine inanıyorum.

Bugün ramazanın ilk cuması. Bir arkadaşımı aradım ve değişik bir camiye gidelim dedim. Kabul etti.
Mayıs ayının ilk on günü geride kalmış olsa da hala havalar nisan havası. Dışarıda da tatlı bir nisan yağmuru var. Yemyeşil ağaçların, yeşeren tabiatın kuşattığı virajlı yollarda çevremizi seyrederek, ara ara durup fotoğraflar çekerek ilerledik.
Servetiye’ye vardık. Karşıdan çok güzel bir görünümü var bu köyün. Böyle bir güzelliği bir de Trabzon’un Hasköy’ünde gözlemlemiştim. Çimenler, çiçekler, ağaçlar, her şey adeta coşmuş. Özene bezene fotoğraflar çekiyorum.
Servetiyle camiine vardık. Yaşlı insanlar toplanmışlar bahçede. Selam verdik ve aralarına oturduk. Neredeyse hepsi benim babam yaşında insanlar. Eli iş tutanların tamamı şehre göçmüşler. Burada sadece yaşlılar kalmış. Bir amcaya imamı sordum. Amca çok dertli. Biraz yutkundu, öteye baktı, beriye döndü ve:
-Neden soruyorsun o hocayı?” dedi sitemkâr bir ifadeyle. Meğer bu tenha köyde hoca görevini çok aksatıyormuş, camiye seyrek uğruyormuş. O olmadığı zamanlarda da namazları bu amca kıldırıyormuş…
Birçok yerlerde bu tür şikâyetlerle karşılaşıyorum. Bütün görevi günde beş vakit namaz kıldırmak olan imamların bazıları bu işlerine bir “yan iş” gözüyle bakıyor, başka işlerle uğraşıyorlar… Bu yaşlı amcaya güzel şeyler söylemeye çalıştım, gönlünü aldım ve camiye girdik. Müezzin olmadığını, benim yapmamı istedi ve yaptım.
Namazdan sonra imamla ve amcalarla vedalaştık ve daha yükseklere çıkmak üzere ayrıldık.
Aytepe’de ormanın içinde bildiğim harika bir yer var. “Veysel Dayının Yeri”ne vardık. Arabamızı park ettik. Etrafta kimsecikler yok. Ormanın içine doğru uzanan patika yoldan yürüdük ve ağaçların arasından, taşlara basarak, zıplayarak tepe yere vardık. Önümüzde derin bir kanyon vardı. Tanımsız bir güzellik.
Ben burayı keşfettiğim günden beri her konuğumu, arkadaşımı buraya getiriyorum. İnsana huzur veren yemyeşil ormanlarla kaplı dağlar uzanıyor karşımızda. Aşağıda dibini göremediğimiz bir vadi ve dere var. Fotoğraflar çektik ve geriye döndük. Dönüşte manzaralara yukarıdan baktığımız için daha bir güzel görünüyor her şey. Aşağıda Yuvacık Barajı zümrüt gibi yemyeşil ve ful dolu bir vaziyette. Manzaralar bilgisayar ve İnternetle ilk tanıştığımız zamanlarda tanıdığımız Mynet e-kartları gibi… Şu farkla ki onlar sanal, buradaki manzaralar ise gerçekti.
Ramazan ayının ilk beş günü ve ne açlık, ne susuzluk, ne yorgunluk hissediyoruz. Bu ne güzellik Allahım! Şükürler olsun. Bize orucu farz kılmasaydın biz onun faydalarını bilerek, anlayarak, idrak ederek bu güzelliği yaşayamazdık.
وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ

"Hani rabbiniz, ‘Eğer şükrederseniz size (nimetimi) daha çok vereceğim, nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım pek şiddetlidir!’ diye bildirmişti."[1]
Tüm bu güzellikleri bize nasip eden Rabbimize sonsuz şükürler olsun. Güzellikleri bize sağlayan tüm güzel insanlara teşekkürler ediyoruz.
Mutlu olmanın en önemli amillerinden biri de sahip olduğumuz nimetlerin, güzelliklerin farkında olmaktır. Bu da bizi şükretmeye götürür. Dünyanın şükretmek yerine hep yakınmak, şikâyet etmekten ibaret bütün ortamlarından, olaylarından, sosyal çevrelerinden uzak durmak ve şükretmek, şükredenlerle birlikte olmak, Allah’ın verdiği nimetlerin bilincinde olmak ve paylaşmak mutlu olmanın en pratik, kestirme ve etkin yoludur diye düşünüyorum.

 

[1] (İbrâhîm; 7)






YORUMLAR
2 Yorum

Emin Furkan BOSTAN
20-05-2019 00:33:00

Çok güzel bir yazı olmuş ellerinize sağlık. Yazı boyunca mazide gezdim ve hatıralarım bir bir canlandı gözümde. Aytepe kısmında ise kendimi o yeşilliklerin içinde hissederek huzur buldum. rnCanlı yayında ben de vardım, dün gibi hatırlarım. En acayip deneyimlerimden biriydi çocuk olmama rağmen. Ensar Vakfı piknikleri, ah keşke sürekli yapılsa sürekli katılsam. Bazen Ankara’daki camiilerin çıkışlarında bardakta mercimek çorbası veriyorlar. Hemen aklıma o piknikler geliyor. Hatta evde hanım mercimek çorbası bile yaptığında aklıma gelir kupa bardakta içmek isterim. Cumhurbaşkanı sayın Erdoğan ile (o zamanlar sanırım belediye başkanıydı) Ensar Vakfı pikniklerinden birinde benim fotoğrafımı çekmiştin, çok güzel bir hatıra olarak duruyor. Çorbanın haricinde karpuz kısmı da aklıma kazınanlardan. rnBu güzel anıları tekrar hatırlamama vesile olan bu yazı için çok teşekkür ederim. İnşallah benzer değerli anıları bizler de çocuklarımıza yaşatabiliriz.

Sıdika bicer karakoyun
19-05-2019 19:24:00

Hocam konuları harmanlayıp akıcı bir üslubla yazmışsınız.Sanırım bazı takipcileriniz uzun yazı olduğunu söyleyecekler ama ben keşke bu yazıyı en az 5 ana başlıkla ayrı ayrı yazı konusu yapsaydınız diye düşündüm.Konular gündem konuları,söylenecek çok şey var ama susalım bakalım.Başarılar hocam

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
FOTO GALERİ
YUKARI