Bugun...


EMİN SARAÇ: Peygamber Sevgisi ve Alametleri
“Vallahi! Bırakın şu anda benim yerimde olmasını, ben evimdeyken onun ayağına bir diken batıp da acıtmasına bile razı olamam!”

facebook-paylas
Tarih: 06-10-2022 22:08
EMİN SARAÇ: Peygamber Sevgisi ve Alametleri

Allahu teâlanın bir kimseye Peygamber sevgisini ihsân etmesi, o kul için en büyük saadettir. Peygamberimize muhabbet etmek îmânın şartlarından biri olduğuna göre, onu sevmek bir kul için neden büyük bir saadet olmasın ki? 

Buhârî’de rivâyet edilen Enes r.a.’in Hadîsinde Peygamberimiz s.a.s. şöyle buyurdular:

“Sizden birinize ben ana ve babasından, çocuğundan ve herkesten daha sevgili gelmedikçe o kimse gerçekten îmân etmiş sayılmaz.”

Peygamberimize îmân etmek ve O’nu sevmek dinin temel esaslarından olduğu gibi, îmânın zevkine ermek için de yegâne sebeptir. Bu hususta Efendimiz buyuruyorlar ki:

“Sizden birinde üç şey bulunursa, o kimse bunlar sayesinde îmânın zevkine erer. (Birincisi) Allah ve Resulü’nü herkesten çok sevmek. (ikincisi) Bir kimseyi sadece Allah için sevmek. (Üçüncüsü de) Tekrâr küfre dönmeyi ateşe atılmak gibi kötü görmektir.”


Allah’ı kandırmak isteyen kendini kandırır.


Alimlerimiz ve büyüklerimiz bir kimsenin kalbindeki Peygamber sevgisinin ölçüsünü ve alametlerini dört madde halinde şöylece anlatıyorlar:

1- Peygamberimizi görememe korkusu dünyadaki her şeyini kaybetme korkusundan daha şiddetli olmalı.

2- Peygamberimizin uğrunda malını ve canını feda etmeye her an hazır olmalı.

3- Peygamberimizin bütün emirlerine uyup, nehyettiklerinden sakınmalı.

4- Peygamberimizin yolunda daim olup, O’nun şeriatını müdafaa etmeli.

İşte bu alametler bir şahısta tam manasıyla bulunursa; o kimse gerçekten Peygamberimizin sevgisine sahip olduğu için Allah’a çokça hamd ü senâda bulunmalıdır. Şayet bunlardan bir veya birkaç tanesini kendinde göremiyorsa, o kimse “çocukların bile ak saçlı ihtiyarların hâline dönüvereceği gün” gelmeden ve o günde hesaba çekilmeden önce kendi nefsini hesaba çeksin. Allah’ı ve müminleri aldatmaya kalkışmasın. Çünkü Allah’ı kandırmak isteyen kendini kandırır. Ayet-i kerimede: 

“Allah’ı ve mü’minleri aldatmak isteyenler, sadece kendilerini aldatırlar (fakat) onlar bunun farkında değildirler.” buyurulmaktadır.

Ashab’da peygamber sevgisi

Zikrettiğimiz maddeleri biraz izah etmek ve bu esnada Ashâb-ı Kİrâm’ın Peygamber sevgisine bir göz atmak ve bizim durumumuzla mukayese etmek uygun olacaktır.

Said b. Cübeyr ra. anlatıyor: “Ensar’dan bir sahabî Resulullah s.a.s. efendimize çok üzgün bir vaziyette geldi. Peygamberimiz onu böyle görünce sordu: 

– Sana ne oldu niye seni üzgün görüyorum? dedi. O zat:

– Ey Allah’ın nebisi bir şey düşündüm de… Efendimiz:

– Nedir o düşündüğün?

– Ya Resulallah, biz bugün senin güzel yüzüne bakıp; manevî gıdamızı alıyoruz ve seviniyoruz. Yarın sen de diğer Peygamberlerin yanına gidersen; biz ne yapacağız? deyince, Efendimiz ona hiçbir cevap veremedi. İşte bu hadise üzerine Cebrail a.s. gelerek şu âyeti getirdi:

“Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine ni’metler verdiği Peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle beraberdirler. Onlar ne iyi arkadaştır.”

Peygamberimiz de o muhterem zata haberci gönderdi ve bu âyetle müjdeledi.

İşte “Gerçek Peygamber Aşıkları” böyledir. Ya biz ne haldeyiz? Bu yüce Peygamberin yerine başka şeyler sevmiyor muyuz? O boş şeyler uğruna bir sürü malımızı ve zamanımızı heder etmiyor muyuz? Yahut da fanî lezzetler için pek çok lüzumsuz masraflar etmiyor muyuz? Ve bu gibi şeyler için nice nice kul haklarından ve Allah’ın haklarından vazgeçmiyor muyuz? Onlara sahip olup; gözümüzün önünde durdukça seviniyor, ufacık bir zarara uğradığımızda, o dünyalıklardan küçük bir şey eksildiğinde üzülüyoruz.

Bütün bu izahlardan sonra Peygamberimizi herkesten ve herşeyden daha çok sevdiğimiz hususundaki iddiamızda hakikaten sadık mıyız? Zira Peygamberimizi seven kimse eğer mümkün olsa da Peygamberimizi uykuda veya uyanıkken görme uğrunda hayattaki en kıymetli şeyini feda etmesi istense; o, muhakkak birincisini yani Efendimizi görmeyi seçecektir. 

Sâdık dost bütün fırsatları kollayıp nefsini ve malını sevdiği kimse için sarfetmeyi gözetler.

Sevr Mağarasında…

Bunu birkaç misalle izah edelim:

İşte Hz. Ebu Bekr r.a. Öyle bir zat-ı muhterem ki; tarihte eşine rastlamak mümkün değil. Bize Allah ve Resulullah yolunda bütün malını sarfetmesiyle, Peygamberimize olan sevgisinde ve bu uğurda canını bile fedâ ederek çok güzel örnek teşkil etmektedir.

Medîne-i Münevvere’ye hicret ettikleri gece kendini Resulullah’a fedâ etti. Böylece Ona olan muhabbetini beyan etmiş oldu. Bunun sebebini kendisi şöyle izah ediyor:

– Ya Resulallah, eğer ben öldürülürsem (o kadar önemli değil, zira) ben sadece bir tek insanım. Fakat eğer sana bir şey olursa; bütün bir ümmet helâk olur. 

Hicret ederlerken bazen Peygamberimizin önünden bazen de arkasından gidiyordu. Peygamberimiz bunun sebebini sorunca şöyle dedi: 

– Peşinden yürümem gerektiğini düşünerek arkaya geçiyorum. Biri var mı yok mu diye gözetlemek için öne düşüyorum. Peygamberimiz:

– Sevdiğin şeyi benim için feda eder misin? diye sorunca,

– Seni Hakk üzere gönderen Allah’a yemin olsun ki; isterim ya Resulallah, dedi. Nihâyet Sevr Mağarasına gelince:

– Ya Resulallah ben içeriyi temizleyip kontrol edinceye kadar sen burada dur, dedi. Ve girip mağarayı kontrol etti.

 Bu hususta Hz. Ömer r.a. ağlayarak diyor ki:

– İstiyorum ki, benim gündüze ait amellerimin hepsi onun bir gündüzdeki ameli kadar, benim bütün gece ibâdetlerimin hepsi onun bir gecelik ibâdeti kadar olsun. Onun gece ibâdetlerinden maksat, Resulullah efendimizle beraber Sevr mağarası’nda bulundukları gecedir. Beraberce mağaranın önüne geldiler. Hz. Ebu Bekr r.a. dedi ki:

– Vallahi önce ben girmeden sen giremezsin! Eğer içerde zararlı bir şey varsa sana değil, bana zarar versin. Ve içeri girdi… Eliyle her tarafı yokladı. Yan tarafta delikler vardı. Gömleğini yırttı ve delikleri tıkadı. İki tane delik kalmıştı. Onları da kapattıktan sonra Resulullah efendimize:

– Şimdi girin ya Resulallah, dedi. Efendimiz girdiler ve onun dizine mübarek başlarını koyup uyudular. Bu esnada Ebu Bekir r.a.’ın ayağını yılan soktu. Fakat O, Peygamberimizi uyarmamak için hiç kımıldamadı. Acısından ağlıyordu. Efendimizin yüzüne damlalar düşünce:

– Ne oluyor ya Ebâ Bekr? dedi.

– Yılan soktu, anam babam sana fedâ olsun yâ Resulallah! Efendimiz oraya tükrüğünü sürünce ağrı kesildi. Fakat bu yara daha sonra tekrar nüksetti ve Hz. Ebu Bekr r.a.’ın vefatına sebep oldu. 

Tarih, kendini böylece feda edebilen bir kimseye daha rastlamış mıdır? Ve böyle bir muhabbet örneği daha mevcut mudur? Hakikaten bunun benzeri yoktur. Ebu Bekir Es-Sıddîk r.a.’ın Peygamberimizi sevmesi, derin imanından, fevkalâde ihlasından, Peygamberimizin nefsini ve Peygamberliğini sevmenin cân, mal ve evlâd sevgisine tercih edilmesi gerektiğini bilmesinden kaynaklanıyor. Çünkü bir kulun îmânı ancak bu muhabbetle olgunlaşır.


Sâdık dost bütün fırsatları kollayıp nefsini ve malını sevdiği kimse için sarfetmeyi gözetler.


Ya Rabbi Resulü’nün muhabbetiyle bizleri de rızıklandır.

2- Bakınız şimdi başka bir âşık: Bu, Sa’d İbnu’r Rabî’ r.a.’dır. İbnü Hişâm anlatıyor: “Uhud Harbi bitti. Efendimiz, Harp meydanında yanındakilere:

– Sa’d’ın ne durumda olduğuna biriniz bakabilir mi, acaba yaşıyor mu yoksa öldü mü? deyince, Ensar’dan biri:

– Ben bakarım ya Rasulallah, dedi ve gitti. Bir de ne görsün, Sa’d Hz.leri son anını yaşıyor. Dedi ki:

– Resulullah efendimiz, sen hayatta mısın-değil misin diye bakmamı emretti.. O da:

– Ben ölülerdenim, sen Resulullah efendimize selam söyle ve ona de ki: “Sa’d sana şöyle söylüyor: Allah sana bir Peygamberin ümmetinden gördüğü en büyük hayrı ihsan etsin”. Sahâbe-i kirâm’a da de ki: Sa’d size son ânında şöyle nasihat etti: “Gözünüz kıpırdayacak kadar bir dermanınız varken; eğer Resulullah’a bir şey olursa, Allah’ın huzurunda mâzeretiniz kabul olmaz.” 

Bunları söyledi ve az sonra ruhunu teslim etti.”

Bu Peygamber âşığı sâdık dost son nefesinde neyi düşünüyordu? Onun zihnini meşgul eden şey neydi? Bu dünyadan göçerken Sahabe-i kirâm’a neyi vasiyet ediyordu?

Onun kafasını meşgul eden tek şey, dostu ve Allah’ın sevgilisi Hz. Resulullah’ın hayatının emniyeti idi. Arkadaşlarına ettiği nasihatse, her birinin Resulullah uğrunda canlarını feda etme arzusuydu.

Peygamberimizi sevdiğini iddia eden bizler de acaba böyle miyiz? Biz neleri düşünüyoruz? Aklımız nelerle meşgul?

Bizler mukaddesatımızı korumak, dinimizi yaymak ve Rabbimiz Allah dedikleri için malları alınıp kanları akıtılan Müslüman kardeşlerimize yardım etmek için ne yapmaktayız?

Peygamber sevgisinin manası onun emirlerine, yani sünnetine tam sarılmak, nehyettiklerinden de sakınmakla olur. Birisi hangi hususta olursa olsun, İslâm’ın emirlerine muhalefet eder de, yasaklarından bazısını yapar da sonra tutup “ben Resulullah’ı seviyorum” derse; o kimse bu sözünde doğru değildir. Çünkü bu kimse şayet sözünde sâdık olsaydı, Resulullah’ın istediğini kendi isteklerine tercih ederdi. Eğer sözleri ve işleriyle Resulullah’ın emir ve nehiylerine muhalefet ederse, Resulullah efendimizi sevme davasında doğru konuşmuyor demektir. 

Nitekim hadis-i şerifte: “Sizden birinizin arzusu benim getirdiklerime tabi olmuyorsa, o kimse iman etmiş olamaz.” buyruluyor.

Allah Resulü s.a.s. insanları zulmetten nura çıkarmak ve onları Cehennem’den kurtarmak, Allah’ın ismini yeryüzünde duyurmak için bütün gücünü sarfetti. 

Allah dostları olan sâdık Mü’minler de aynı şekilde her şeylerini bu gaye uğruna fedâ ettiler.

Kız kardeşinin parmağından tanıyabildiği 70 yaralı Şehid

İşte Enes b. Nadr hz.leri: Uhud harbinde bazı Müslümanları otururlarken gördü. Onlara: “Niye oturuyorsunuz?” dedi. Onlar da: ‘Resulullah vefat etti’ deyince, “O vefat ettikten sonra siz yaşayıp ta ne yapacaksınız? Kalkın bakalım Resulullah ne için öldüyse siz de onun için ölün” dedi. Sonra düşman saflarına girdi, nihayet şehid oldu.

Enes b. Mâlik hz.’leri haber veriyor ki: “Enes b. Nadr’ın o gün 70 tane yarası vardı. Kimse onu tanıyamadı. Yalnız kız kardeşi parmağından tanımıştı.” 

Sadece Enes b. Nadr r.a. değil, bütün sahabenin durumu böyleydi. 

Resulullah efendimiz s.a.s ahirete irtihâl edince, Arap kabilelerinin bazıları irtidat ettiler ve Medine’ye saldırmak istediler. Müslümanlar çok zor durumda kalmışlardı. Durum böyleyken Üsâme r.a.’n ordusunu Rumlarla harp etmek üzere Şam tarafına göndermek zamanı gelmişti. Bu orduyu Resulullah efendimiz s.a.s. son günlerinde göndermişti. Lakin Resulullah’ın hastalığını duyunca gitmeyip yolda beklemişler, Efendimiz’in vefat haberini alınca Medine’ye dönmüşlerdi. İşte şimdi aynı ordu tekrâr yola çıkarken biraz te’hir edilmesi için Hz. Ebu Bekir’e teklifte bulunuldu. Fakat Resulullah’ın o yüce halifesi şöyle cevap verdi: “Medine’nin etrafında yırtıcı hayvanlar ve kuşlar bizi parçalamak için bekleseler bile, Resulullah’ın bağladığı bir düğümü ben çözemem (Yâni her şeye rağmen bu sefer gerçekleşecek)” dedi.

Buna benzer bir hadise de zekât vermeyen kimselerin üzerine ordu gönderilirken oldu. Aynı şekilde Hz. Ebû Bekir’e bu seferi de te’hir etmesi teklif edilmişti. O da bunun üzerine şu meşhur sözünü söylemişti: “Evet vahiy kesildi, din kemâle erdi! Fakat ben hayattayken dinden bir şeyi eksiltmek mümkün mü?”

İşte sâdıkların, sıddîkların hâli bu. Acaba bizim hâlimiz de böyle mi?

Hepimize düşen vazife, kendimizi iyice kontrol edip, selef-i salihinin yaptığı gibi onların yolunu ta’kib ederek, Resulullah efendimize hâlis bir ümmet olmaya çalışmaktır.

Allahu tealadan hepimizi rızasına uygun amellerde muvaffak kılmasını sevgili Peygamberimizin muhabbetine erdirmesini niyaz ederiz.

(Bu yazı, İslâm Dergisi’nde (Mart 1985 syf. 6-8) yayınlanmıştır. Dergideki imlâ, olduğu gibi muhafaza edilmiştir.)




Kaynak: İslâm Dergisi, Mart 1985



YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
FOTO GALERİ
YUKARI