Modernizm hayata dair bütün disiplinlerden (bilim, sanat, eğitim vs) dini dışladığı için bu alanlara laiklik hakim oldu. Disiplinler, kendi gerekllik ve gerçeklikleri dışında herhangi bir bağlayıcı ilkeye yer vermez. Bunu kendi alanına tecavüz sayar.
Disiplinler uygulama sahasında sadece hukukla (insan hakları evrensel hukuku, yerel yasalar, kurumsal ilkeler) sınırlıdır. Bunlar da modern bilimi genellikle bağlamaz. Çünkü modern bilim (pozitivizm, tabiat bilimleri, tıp, astronomi vs) dine (Kilise) karşı verdiği mücadele ile meşhurdur, kazanımları sadece tabiata, evrene karşı değil Kilise’ye (Tanrı) karşı da kazanılmıştır. Genetik mühendisliğinde olduğu gibi bilim, kutsal ile karşı karşıya geldiğinde Papa açıklamada bulunur fakat bu açıklama, fıtratın bozulmasını önleyemez, önlemiyor da. Bu konuda insan ve insanlığa dair en kutsal hakları korumak uluslararası hukuka verilmiştir. Uluslararası hukuk diye bir şey işlemediği için; bilim, teknoloji, uzay teknolojisi, kimyasal ve nükleer silahlar, laboratuvarda üretilmiş covid mikrobu, aşılar, organ kaçakçılığı, üretiminde cenin kullanan kozmetik sanayii vb insanlığı tehdit eden tehlikeler artık günlük konular arasına girdi. Bu tehlikeleri başlangıçta (bilmediği için) pek önemsemeyen “diğer ülkeler”, artık karbon izi, iklim krizi, susuzluk, kuraklık, yangınlar, depremler, seller, salgın hastalıklar gibi yansımalarla hukuku takmayan, dinden de uzak bu modern bilimin, teknolojinin kötülüklerine maruz kaldı, kalmaya devam ediyor.
Modern bilim (bilimin uygulamasından çıkan teknik, sanayi) ateisttir. Modern bilim, Tanrı dediğinde bu Tanrı, din’in hele İslam’ın tebliğ ettiği Tanrı değildir. Modern bilimin Tanrısı, evreni bu şekilde kuran ‘büyük akıl’dır. En iyi yorum ile modern bilim deist’tir. Tanrı, evreni, kosmosu yaratmış ve geri çekilmiştir. Hatta evreni tam, mükemmel yaratamamıştır. Bundan dolayı 13. yüzyılda Alfonso, evrenin yaratılış sırrını bilimle çözümünü düşünmüş, bazı kusurlar bulmuş ve “Keşke Tanrı, evreni yaratırken bana danışışaydı, bilgimden yararlansaydı; evren daha mükemmel olurdu” demiştir. (Thomas S. Khun, Bilimsel Devrimlerin Yapısı)
İşte 1930’larda kurulan laboratuvar merkezli Türk eğitim sistemi böyle bir sistemdir. Tanrısız, pozitivist, materyalist bir eğitimdir bu. 1927 doğumlu Çetin Altan bu eğitimi “Biz ateist olarak yetiştirildik” diye kayda geçirmiştir.
Aradan geçen yıllar gösterdi ki Batı, teslis inancı sebebiyle kolayca ateizme geçebilmiştir. Ancak dili, (atasözleri, türküsü, manisi, musikisi, mimarisi) Müslüman olan Türk çocuğu ateist olamamıştır. Olanlar da sınırlı sayıda ve belli çevrelere aittir. Yine de sayısal olarak az, çevre olarak sınırlı olan bu yeni ateist nesil etkili ve yetkili yerlerde bulunduğu için hâlâ etkin varlığını sürdürmektedir. Türkiye’de verilen kültür ve din mücadelesi; işte bu az fakat ticareti, akademiyi, basını, siyaseti elinde bulunduran etkili çevre ile verilmektedir. Din ile bilimi çatıştırmaktan din (İslam) değil; bilim zarar gördü Türkiye’de. Çünkü bilim yapamadık. Eğer Cumhuriyet; eğitimi, materyalizm, akılcılık ve pozitivizm üzerine kurmasaydı, İslam ile bilimi çatıştırmasaydı belki de biz Batı’ya karşı alternatif bir bilim ve onun ürünü teknoloji kurabilecektik. Çünkü tarihi birikim buna müsait idi.
Türkiye’de Fransız Akademisi gibi bir Akademi olmadığı için devlet de bilimi tamamen üniversitelerin uhdesine bıraktı. Oysa Batı’da bilim politikaları üniversiteden ziyade devletin politikasıdır. Bunun böyle olduğunu en iyi gösteren olaylar Devrim arabası, Vecihi Hürkuş, Nuri Killigil ve Bayraktar örnekleridir.
Bizde Batılı mânâda üniversite hiç olmadı. Üniversite bizde Tanpınar’ın dediği gibi devlete kalem(memur) yetiştiren kurumlardır.
Bilim adamı olarak unvan alanlar, ideolojik eğitimin acentesi gibi çalıştılar.
Dini bilimle çatıştırmaktan en çok zararı milletimiz gördü.
-Bir ara formül olarak da kabul edilebilir- bu çatışmayı istemeyen, yersiz bulan milletimiz hem Allah rızasını hem devlet rızasını gözeten bir dil kurdu. Bizde vergi vermek hem sevap hem vatandaşlık görevidir. Askerlik de öyledir. Devlet memuru vatandaşa hizmet verirken sadece görevini yapmış olmaz, sevap da bekler. Bundan dolayı ‘Allah razı olsun’ duası ile ayrılır vatandaş devlet dairesinden. Bazen de Allah belanı versin bedduası ile. Oysa Batı’da böyle bir kültür ve dil yoktur. Batılı memur işini sadece devlet rızası(görevi) olduğu için yapar. Çünkü o laiktir. Batı’da Tanrı rızası Kilisenin, din adamının elindedir. Devlette Kilisenin hakkı yoktur ki rızası istensin.
*******
Değerler eğitiminin en iyi şekilde edebiyat dersleri ile verileceğini söylemek için başladığım yazı, kalemi buraya kadar getirdi. Şöyle bir düşünüyorum da söyleyeceklerim bitmemiş. Bitmemiş, çünkü deprem olunca ‘din dersi okutacağınıza coğrafya okutsaydınız, bu kadar insan ölmez bu kadar bina yıkılmazdı” diye yükselen tepkileri hatırladım. Bitmemiş, çünkü kuvezdeki bebekleri 8000 lira için öldüren yeni bebek çetesini hatırladım. Bu hususlar değerler eğitimi ile ele alınması gerekiyor. Din kültürü ve ahlak bilgisi dersini coğrafya dersinin karşısına diken zihniyete sormamız gerekir. Peki, kuvezdeki bebekleri para için öldüren doktorlar çetesinin karşısına hangi dersi dikmemiz gerekiyor? Son olayda gördük ki hukuk bu tür caniliklerin önüne geçemiyor. Hatta zamanında medyaya yansımasını bile sağlayamıyor. Yani sadece hukuki cezalar yetmiyor bebek cinayetlerini engellemeye. Bu konuda daha köklü, daha sahici bir yaptırım gücü gerekiyor ki o da bizim için öncelikle dindir, Allah’a ve ahiret gününe iman merkezli bir değerler eğitimidir. Öyle anlaşılıyor ki bu cinayetlerin failleri ahirete, hesap gününe, cehenneme yani Amentü’ye iman etmiyor. Kalbinde Allah'a iman ameli ve korkusu olan bir insanın böyle bir cinayete para için karışması düşünülemez.
İkinci engelleyici güç, suçsuz yere öldürmeye karşı idam cezası uygulamaktır. Cani doktorlar çetesi, bize, maddeyi (para) put edilenlerin Siyonist Soykırımcı İsrail’den de aşağı olabileceğini gösterdi. Çünkü siyonizm Gazze’deki masum yavruları batıl inancı için öldürdü, öldürüyor. Doktorlar çetesi ise el kiri para için.
Acaba “Bebek katili”ni besleyen Türk ceza sisteminden destek bulmuş olabilirler mi bu katiller? Bana göre ‘bebek katili’ni asamadığımız için yeni bebek katilleri türedi. Bundan sonra başka bebekler ölmesin diye idam cezasını çıkarmaktan başka çare yok. Yeni Anayasa’yı tartıştığımız bu günlerde bence birinci uzlaşma konusu olacaktır.
Görüldüğü gibi esas çarelerden biri olarak sadece tıp fakültesi için değil; mühendislik, mimarlık vs orta öğretimden yüksek öğretime kadar bütün bölümlerde Allah’a ve ahiret gününe îmanı merkez alan bir değerler eğitimi vermenin gerekliliğine ve bunun için edebiyattan yararlanabileceğimize giremedik.
Son olarak üniversitede değerler eğitimi mi olurmuş diyeceklere kısa cevap verelim :
12 Eylülcüler bütün fakültelere Türk Dili ve İnkılap Tarihi koyuyor da fakültelere özgü değerler eğitimi niçin olmasın?
KAMİL YEŞİL
(2014-24 Talim ve Terbiye Kurulu Üyesi)
YORUM YAZ