Sezai Karakoç’un kurucu lideri olduğu Diriliş görüş ve hareketine göre politika, devlete hizmet eden, onu güçlendiren araçlarının toplamıdır. Diriliş düşüncesinde siyaset, devlet içindir. Devlet ve millet birbirine bağlıdır; sağlıklı, kültürü canlı ve zengin toplumun devleti de güçlüdür ya da büyük insan yetiştirecek kadar canlı kültürü olmayan sağlıksız küçük toplumun devleti de küçük olur. Güçlü millet, güçlü devlet ya da güçlü devlet de güçlü millet demektir[1]. Siyaset, en uygun yönetimi bıkmadan ve usanmadan aramaktır. Yönetimse, devletin var olması, gelişip güçlenmesi için, gerek kamu, gerek özel kesimi, aralarında bir uyum ve denge sağlayarak, görüp gözetme ve düzenlemedir[2].
Sezai Karakoç’a göre politika sanatını önemli kılan niteliği, uzaklara bakmasını bilmek anlamında basiret ve millet ruhundan ve duyarlığından haberdar olmaktan kaynaklanan tedbir oluşudur. Sonuçta politika, millet ve devlet hizmetinde nöbet tutmaktan başka bir şey değildir[3]. Politikanın sözkonusu millet ve devlete hizmet hedefinden sapmaması için de erdeme dayanması, ahlakla temellendirilmesi gerekir. Rejimler, ancak ahlâkı sosyal hayata ve siyasete hakim kılarak ömürlerini uzatırlar. Ahlâkın önemini kaybettiği toplumlarda politika güç ilişkisine döner; bu çıkar eksenli, gücü yeten yetene yaşam tarzıyla oluşan ortamlarsa, çarçabuk kokuşan ve toplumu fesada veren, anarşi ve teröre yol açan, bölünmeyi ve parçalanmayı hızlandıran, zihin mikro organizmalarının ürediği bataklık benzeri alanlardır[4]. Zorunlu ve geçici ödünler, esneklik, ufak firarlar, geri dönüşler nadiren şu yada buraya çekilebilecek sözler kullanma gibi özelliklerle donanmış da olsa politika aslen ahlâkı temel alan bir disiplin olmaktan vazgeçmemelidir[5].
Sezai Karakoç, Avrupa’da politika kavramında Rönesans’la birlikte anlam kayması olduğu tespitini yapmaktadır. Pozitivizmle önce din aklın baskısına alındı; din sonra da merkezi yerini yavaş yavaş felsefeye, yani akla bıraktı. Günümüzde sözkonusu kayma nedeniyle felsefenin yerini politika tutkusu aldı ve politika gittikçe bütün bir hayatı sardı[6].
Avrupa’da politikanın din ve felsefenin yerini alması, pratikte korkunç bir sonuç doğurmuştur. Kitleler, politikalara tanrısal buyruklarmış gibi uymaktadır. Birey, toplum ve devletler, politikaları gereği attıkları bir adımdan hiçbir şekilde caymamakta, bu saplantının acısını da bütün insanlık çekmektedir[7].
Politika, klasik anlamda ‘davranışlara verilen bir yorum’dur; pratiğe ilişkin hedefler, ara hedefler, araçlar, yöntemler ve stratejiler çerçevesinde yürüyen ateşli bir tartışmadır. Politikaya günümüzde davranışların arka planını oluşturan bir felsefe işlevi yüklenmiştir. Felsefe öncelikliydi ve politika ona bağlıydı. Artık politikaya öncelik verilmekte, felsefe, dünya görüşü de onda varlığına bir dayanarak aramaktadır[8]. Çünkü politika bir araç olmaktan çıkıp amaç haline gelmiştir[9]. Sezai Karakoç, dinin yerine felsefeyi koyayım derken merkeze politikayı yerleştirmenin sonucunda ise politikanın çağımızın en korkunç silahına dönüştüğünü belirtmektedir. Batı’da inançtan boşalan yeri doldurmaya girişen politikanın en büyük zararı, insanın kendi kendini ruhça son derece olumsuz bir metamorfoz sürecine tabi tutmasına yol açarak bir anlamda insanı insana karşı samimi olmaktan çıkarmasıdır. Politika, bir inancın, bir düşüncenin ve bir ülkünün gerçekleşmesi için bir araya getirilen vasıtalar bütünü olması gerekirken; politika, çağımızda kendi başına bir varoluş halini almış, fikirleri, ülküleri alet etmiştir.
İnsan, kendisine empoze edilen politik perspektifin dışına çıkamaz hale gelmiştir. İnsanların ölmesi, insanlığın yok oluşa sürüklenmesi dahi politikanın gözünde önemsizleşebilmektedir. Duyarlık, merhamet, fedakarlık gibi kavramlar, politikanın gözünde aptallık anlamına gelmektedir. Kullandığı dil ne kadar ince ve bilimsel görünümlü olursa olsun, Sezai Karakoç’a göre çağımızda politika en ilkel bir ruh ve düşünüşün maskesidir[10].
Sezai Karakoç’un politikaya ilişkin bir başka önemli tespiti de politikanın daima yedeğinde taşıdığı propaganda ve reklamın, insanı uyutmaya, toplumların bilinci kapalı bir şekilde sürekli uykuda tutulmasına göre ayarlanmış olmasıdır. Medya, propaganda ve reklamlar, insanın günlük hayattan sıyrılarak ruhunu hakiki olanla karşılaştırmasına, ruhunu hakikatle buluşturmasına, ruhunu sürekli hakikatle baş başa bırakmasına engel olmaktadır. Sezai Karakoç’a göre çağımızda bilinç değil, davranış ön plana geçmiştir. Düşünce, inanç, hatta sanat ve edebiyat, davranışlara ilişkin olmadıkça, gereken ilgiyi görememektedir[11]. Politikacılar, düşünce adamlarına gereken yakınlıkta olmadıklarından ya da düşünceye yeterince değer vermediklerinden siyaset aşırı politize olmaktadır. Siyasî eylem düşünce sükunetiyle frenlenmediğinden illegal eylem planına kaymaktadır[12].
Sezai Karakoç’a göre politika asıl olarak ‘insana ve eşyaya imanı nakşetme eylem ve direnişi’dir[13]. Kur’ân-ı Kerim’de anlatılan toplumlarda doğru ve iyiyi gösteren, iyilik, dayanışma ve direniş ekseninde öğütleyen kadronun tarihsel görevini günümüz dünyasında politikacıların omuzlarında olduğunu düşünmektedir. Politikacı, halka örneklik etmelidir[14]. Yasalara uyma konusunda en titiz olması gerekenler onlardır. Yurttaş, yasaların değerini ancak o zaman öğrenir. Herkes yasalara uymak zorundadır. Zengin yoksuldan, entelektüel cahilden daha dikkatli olmalıdır.
Sezai Karakoç, bu düşüncesini Harun Reşid’ten bir anektotla açıklar: Harun Reşid, bir gün ava çıkar. Acıkırlar, avladıkları hayvanları pişirirken tuzu unuttuklarını fark ederler. Halife bir adamını civar köylere tuz almaya gönderir. Adama sıkı bir tembihte bulunur “sakın parasını vermeyi unutma” Halifenin yanındakiler “Efendim, tuzdan ne çıkar? Halifenin alacağı tuz için köylüye nasıl para teklif edilir?” deyince Harun Reşid, “Ben halife olarak, bir köyden parasını ödemeden tuz alırsam, siz o köyün tamamını yağma edersiniz” diye cevap verir.
Sezai Karakoç, halk psikolojisine, kolektif bilince dikkat çekmekte, toplumsal bilinç düzeylerine, aydın, zengin ve yöneticilerin tarihi sorumluluklarına vurgu yapmaktadır. Yasayı çıkaranlar, o yasaya uymazlarsa, halk bu durumu yasanın önemsiz olduğu şeklinde anlar; bu yanlış anlayışın yaygınlaşması da yasaya saygıyı yok eder, hattâ yasanın kaybolmasına yol açar[15].
[1]Gün Saati, s. 207.
[2] Gün Saati, s. 208.
[3] Gün Saati, s. 184.
[4] Gün Saati, s. 73.
[5] Gün Saati, s. 72.
[6] İnsanlığın Dirilişi, s. 64.
[7] İnsanlığın Dirilişi, s. 65.
[8] İnsanlığın Dirilişi, s. 63.
[9] Makamda, s.24. 106
[10] Çağ ve İlham II, s.10.
[11] İnsanlığın Dirilişi, s.11.
[12] Çağ ve İlham IV, s.77.
[13] Diriliş Neslinin Amentüsü, s.17.
[14] Gün Saati, s.269. 107
[15] Gün Saati, s.270.
KAYNAK:
Çağ ve İlham I, Diriliş Yay., İstanbul 1978.
Çağ ve İlham II, Diriliş Yay., İstanbul 1979.
Çağ ve İlham III, Diriliş Yay., İstanbul 1998.
Çağ ve İlham IV, Diriliş Yay., İstanbul 1996.
Çağdaş Batı Düşüncesinden-Çeviriler-, Diriliş Yay., İstanbul 1997.
Diriliş Neslinin Amentüsü, Diriliş Yay., İstanbul 1976.
Gün Saati, Diriliş Yay., İstanbul 1986.
İnsanlığın Dirilişi, Diriliş Yay., İstanbul 1978.
Makamda, Diriliş Yay., İstanbul 1980.
YORUM YAZ