Bugun...


NİYAZİ KARABULUT: İnsanın Kimlik Arayışı
Modern dünyada biz’i simgeleyen ne varsa küresel sistem tarafından törpülenmektedir. Fakat yalnızca ‘biz’ değil, ‘ben’ de erozyona uğratılmıştır. Sosyal medya dediğimiz alan sahte bir prototip oluşturularak bireylerin tek tek ona dönüşümleri sağlanmıştır. Ortada ‘ben’ ve ‘biz’ olmayınca insan kalmamıştır.

facebook-paylas
Tarih: 04-08-2022 16:39
NİYAZİ KARABULUT: İnsanın Kimlik Arayışı

Sosyal bir varlık olan insanın, tabiatı gereği tek başına yaşaması hem biyolojik hem de psikolojik olarak mümkün değildir. Sosyalleşmek bu açıdan mecburi bir süreçtir. Bu süreç içinde insan önce kendini, sonra çevresini tanır. Belki de bu işin önceliği sonrası yoktur. İkisi bir arada gelişir.

Ben, kavramı bir idrak sonucunda kavranır. Şöyle de söyleyebiliriz ‘ben’i idrâk bir eylemdir; bilinçli bir eylem. Bu eylem düşünmenin arkasından tezahür eder. Düşünebilmek için belirli bilgiye sahip olmak zorunludur. Ben dediğimizde hem düşünüyor, hem özne olduğumuzu kavrıyor, hem de benliğimizi idrak ediyoruz. Akletmeye başlıyoruz. Akletmek ise bilinç yükünü omuzlarımızda taşıdığımızın göstergesi. Kendilik-bilincine ermiş, şahsiyetini kazanmış her insan, var oluşunu aklederek hayatı anlamlı kılma konusunda adım atmıştır. Kısaca benlik kavramına eşlik eden bir kavram daha vardır: akletmek. İnsan ‘ben’ bilinci içinden bakmaya başlayınca, her türlü maddî ve manevî olgu ve olayı, kısaca mevcudatı bu çerçeveden değerlendirmeye başlar. Kendisini ve kendi dışındakileri idrâk etmeye çalışan tek varlık insandır. Çünkü insanın en bilinmezi yine kendisidir; bu nedenle insanın kendini tanımlaması, en önemli arayışlardan biridir. Bireyin öznel bütünlüğüne ben diyebiliriz. Bireyin bilinçsel ve ruhsal bütün işlemleri ben kavramıyla dile getirilir. Bu nedenle, mefhûm olarak ben fizikten daha çok metafizikin alanına girer. İnsan idraki sayesinde şahsiyet olduğunun farkına varır. Varlık hakkında bir fikre sahip olur. Sadece varlık değil varlığın yaratıcısını da tanır. ‘Nefsini bilen rabbini bilir.’ Cümlesini böylece daha iyi kavramış oluruz.

Kendilik-bilinci yani ben, beden zemininde yer alır. İnsan kendisini soru konusu yapan tek varlık. Benliğin ortaya çıkması bu soruların ardından gelişir. Öyleyse hem var olmanın hem de hayatın yeniden anlamlı kılınabilmesi benliğin idrakiyle mümkün. Ancak sadece maddi değil; daha çok manevi tarafı ağır basar. Kısaca şuûr da diyebileceğimiz benlik-bilinci, fizikin konusu içinde değerlendirilirse kibre zemin hazırlar. Bu manada ben ve benlik iddiası, kibirdir. Kibir ise Rabbe başkaldırıdır. Anadolu’da ‘benlik’ kelimesi, kibir anlamında kullanılır genellikle. Kısaca ben’in haddini bilmesi var olmanın, hem de yaşamın anlamının zeminidir. İnsanın benliğinin farkında olmaması, insanın kendine yabancılaşması, hayata ve ölüme yabancılaşması demektir. Bilinç olmadan hayat ve ölüm anlamsızlaşır hayatın anlamının olmaması ise insan için trajedidir. Bu trajedi insanı kemiren ağaç kurdu gibi sessizce görevini yapar. İnsan kendisini hiçlikle tanımlarsa insanın, insan olmak bakımından hiçbir anlamı yoktur. Hâlbuki insanda bedenle birlikte mana vardır mana beden gibi çürümez ve yok olmaz. İnsan, kendini anlamlandırdığı andan itibaren metafiziktir; başka bir deyişle anlamın bizatihi kendisidir. Şüphesiz, madde ile mananın terkibi olan insanın ben kavramına hasrettiği mana sadece fizik değildir.

Benlik, kişilik, kimlik ve şahsiyet gibi kavramların da insanın tanımlanmasında önemli rolleri var. Çünkü tanımlama sınır koymaktan ibarettir. İnsan ben düşüncesiyle kendini sınırlar; bu da bilincin içeriğini belirler. İdrak boyutuna geçen insan kendini müdrik olur. Yani kendisini bilir. İnsan için en anlamlı ve kendisini eritecek soru nereye sorusudur. Bu soru hem benliğini idrak etmesine hem de hayatı anlamlandırmasına yarar. Nereye sorusunu sormamak insanı hiçliğe mahkûm eder. Ben, bilinçli bireyin kendini başkalarından ayırmasını dile getiren sözcük. Yaratılanın yaratıldığı hâl üzere olması demek; bunu bizim kültürümüzde ‘kul’ kelimesiyle ifade ediyoruz. Benlik algısı, kişinin kendisiyle ilgili algılarının bütünüdür. Yani kişinin sınırlarını, haddini bilmesi, kul olduğunun farkında olması. İnsanın anlam arayışı, basit bir tanımlama sorunu değil, bizatihi yaşama nedenidir; anlamlandırma yetisini kaybeden insan, insanlıktan feragat eder.

Bazı sorular, insan olmamız dolayısıyla sürekli zihnimize gelen sorulardır; çünkü bu sorular bizi insan kılar, insan olduğumuzu fark ettirir... Nereden geldim (yaratılış), neredeyim (mekan) ve nereye gidiyorum (sonuç). Bu üç soru hem bilincin hem de ben olmanın anlamlı sorularıdır. Benlik bilinci, bir tür farkındalık olarak, hem kendimiz hakkında hem de mevcudat hakkında düşünmemizi sağlar. Yine bu sorular, insanlığımızla yüzleşmemizi sağlarlar ve istikâmet üzere olmamıza zemin hazırlarlar. Ben’in ölümden sonraki durumunun idraki de benin anlam kazanmasını sağlar. Bu sayede ben’e mustakim bir yol çizilir. Bu yolun adına kulluk diyoruz. (Sırat-ı Müstakim)

İnsanın yalnızca birey olarak değil; tür olarak bilincine de biz diyoruz. Çünkü insanın, varlığını, kendi varlığını idrak etmeden başkalarının varlığını idrak etmesi; kendi varlığını takdir etmeden başka varlıkları takdir etmesi mümkün değildir. “Ben” ile “biz” arasındaki ilişkiye bakarsak tarihsel olarak “biz”in “ben”i yuttuğunu ve onu kendi içinde erittiğini söyleyenler çıkabilir. Ancak temellerinin sağlam olarak atıldığı benlik biz içerisinde kendiliğini, şahsiyetini ortaya koyar. Birçok kültürde “ben” maddi varlık karşılığı olarak kullanıldığından benlik, “nefs” karşılığı bir kötülüğü imler. Buradaki ben daha çok maddi bir varlığı imler. ‘Ben’ olmadan, ‘biz’ olmaz. Ben yoksa bir toplulukta, artık oradaki toplum kendi benliğine yabancılaştırılmıştır. Böyle bir topluluğu kalabalık olarak isimlendirebiliriz. ‘Biz’ diyebilmek için, ‘biz’i oluşturan tek tek ben’lerin orijinalliklerinden söz etmek gerekir. Foucault’nun dediği gibi “Bir yerde herkes birbirine benziyorsa, orada kimse yok demektir.” Bir toplulukta ‘ben’ yoksa ‘biz’ ruhu da yoktur kısaca.

Kendini anlamlandıran bir varlık olarak insanın, toplumdaki yeri nedir? Ben nerede bitiyor, biz nerede başlıyor? Ben, biz’in tamamlayıcı bir parçası mı yoksa biz’in içinde kaybolan bir şey mi? Yoksa- “ben”, “biz”i bütünleyen, ama kendi varlığını ve orijinalliğini kaybetmeyen bir şey mi? Ben ve biz birbirini tamamladığından, insanın ben den sonra biz kavramına yönelmesi gerekir. Çünkü insan sosyal bir varlıktır. Biz bu sosyal alanı temsil eder. Bütün bu sorulara daldığımızda psikoloji, felsefe ve sosyoloji alanlarında aynı anda top koşturuyoruz demektir. Çünkü “ben” kavramını açıklamak için özellikle bu üç alandan yapılacak açıklamalar birbirini tamamlar ve aralarında diyalektik bir ilişki vardır. Ancak o alanlara girmek bu yazının sınırlarını aşar.

Biz bilinci müşterek aidiyetten benin pay almasını sağlar; ama aynı zamanda o müşterek aidiyet içinde kişilere, kendilerine has tarzlarını oluşturma fırsatını da verir. Sosyalleşmek bu açıdan bir ‘insanlaşmak’ süreci olarak nitelendirilebilir. Sosyalleşmenin birçok katmanı var; bunun ideal katmanına bizim kültürümüz ümmet diyor. “Bütün müminler kardeştir.” hitabına muhatap olan topluluk. Bu topluluğun idealize olmamış haline Yesevi ‘sahte ümmet’ der. Bunun için yukarıda ‘kalabalık’ kelimesini kullanmıştık. Yesevî’nin sık sık vurguladığı gibi bir insanı tanımak, onun yoluna, yoldaşına ve yol alış tarzına bakmakla mümkündür. Ben’den "biz"e kalbolmak yani tevhidi gerçekleştirmek ‘çokluk’ta ‘bir’i görebilen tevhid algısıyla mümkün. Kesreti vahdette, vahdeti kesrette yaşamak ümmet bilincini oluşturan önemli bir bakış açısıdır.

Kişi kendisi oldukça kendi benliğine yaklaşır. Bunun tersine kişi yabancılaştıkça ‘ben’den de ‘biz’den de söz edilemez. İnsan bilincini kendine yönelttiğinde, sahsiyetini kazanarak insanlaşmaya başlar bu idrak seviyesi, insân-ı kâmil oluncaya değin devam eder. Bu tür insanların oluşturduğu topluluğu Farabi, el-Medinetü’l-Fazıla (ideal devlet) olarak isimlendirir.

Modern dünyada biz’i simgeleyen ne varsa küresel sistem tarafından törpülenmektedir. Fakat yalnızca ‘biz’ değil, ‘ben’ de erozyona uğratılmıştır. Sosyal medya dediğimiz alan sahte bir prototip oluşturularak bireylerin tek tek ona dönüşümleri sağlanmıştır. Ortada ‘ben’ ve ‘biz’ olmayınca insan kalmamıştır. Çünkü kendisine yabancılaştırılan insan, kendi gerçek benliğini idrak edemez, özgürlük isteği duymaz. Daha farklı bir ifadeyle kapitalist sistem, bireye sanal biçimde özgür olduğu yanılsamasını verir. Aslında kul için, kulluğu kabul edenler için mutlak özgürlük yoktur. Birey, kendisinin özgür olduğu yanılsamasıyla bir hayat yaşar. Aslında tamamen yalanlar üzerine kurulu bir hayatı yaşamaktadır. Kendi benliğinden de o derece uzaklaşmıştır. Burada ne ben’den ne de biz’den söz edilebilir.




Kaynak: Ulu Kanal



YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
FOTO GALERİ
YUKARI