Bugun...


NİYAZİ KARABULUT: Şehir ve çocuk
Çocuk oyun alanlarının suni yapısı çocukların toprakla ve doğayla buluşmasını engelliyor. Çocuğun ayağı toprağa çimene dokunmuyor. Doğası katledilmiş kentlerde yaşamayı nasıl bu kadar doğal bulabiliyoruz şaşıyorum doğrusu. Eskiden sokaklar oyun alanlarıydı, günümüzde sokak çeşitli sebeplerle çocuklar için güvenli bir alan değildir.

facebook-paylas
Tarih: 20-01-2024 20:13
NİYAZİ KARABULUT: Şehir ve çocuk

Hayat sürekli değişimlerin alanı. İnsan sürekli değişim ve gelişim halinde. Şehirlerin de değişmesi kaçınılmaz. Nitekim geçirdiğimiz sarsıcı medeniyet çalkantıları içerisinde şehirlerimizi de değişti. Bu değişmelerde yeniliğe duyulan kuvvetli arzu ve yeni teknolojilerin sunduğu imkânlar değişimle birlikte birçok değerimizi kaybetmeye de neden oldu. Tanpınar, bu değişimleri “bütün yaşama ümitlerimizin bağlı olduğu uzun ve sarsıcı tecrübenin bizi getirdiği sert dönemeçler” diye ifade eder.

Hayat ve insana ait kadim değerler içermesi gereken şehir kültürü medeniyet faaliyetlerinin münbit alanıdır. Bir şehir bu faaliyetlerle hayata katılır ve hayatta kalır. Medeniyete katkı yaparken kendisi de değer kazanır; kendi medeniyet coğrafyasında yerini alır. Özet bir ifadeyle şehre isnat edilen medeniyet ve şehir birbirlerini karşılıklı inşa ederler. Şehirler bir toplumun medeniyet argümanlarının bir arada bulunduğu yerdir. Hayatın değişik vechelerini içinde barındırır. Toplumsal ilişkilerin çeşitlendiği ve daha da karmaşıklaştığı yerlerdir. Uygarlığa ait olayların merkezi şehirlerdir dersek abartılı olmaz.

Çoğu insan bir şehirde yaşar, bir ömür tüketir. Yaşadığı şehirle ne bir ünsiyeti ne de bir ruh birlikteliği vardır. Çünkü şehirler fıtrata ait o ruhu çoktan kaybetmiştir. Bir insanın hayatına dokunabilmesi için şehrin bir ruh derinliğine sahip olmak gerekir. Şehirle insan arasındaki bağ daha sokağa adımımızı attığımız o andan itibaren başlar. Şehirle irtibatımız daha çocuklukta oyun üzerinden kurulur, bir dil üzerinden yürür gider. Şehri paraya benzetirsek bir yüzünü fiziki mekânlar oluştururken diğer yüzünü insanlar oluşturur. İnsan şehri imar ederek görünür kılarken, şehir de eğitilebilir bu canlıyı içeriden inşa ederek kendisine benzetir. Farklı bir ifadeyle ruhunu ona üfürür.

Zihnimiz, bizi anlamların dünyası ile varlıkların dünyası arasında bir bağ kurmaya zorlar. Yani yaşarken; varlıktan anlama, anlamdan varlığa doğru bir ilişkiler yumağı oluşturmanın gayretinde oluruz. Öncelikle şehir, karışık bir ilişkiler ağı, aynı zamanda anlamlar içeren bir çevre/dünyadır bizim için. Aynı zamanda şehir kendi bünyesinde insanı, bir mana olarak taşır. Şehir dediğimizde insandan tamamen uzak bir mekândan bahsedemeyiz. Şehir insanla kaim olduğuna göre bir şehrin yaşanabilir olması insanın doğasına uygun davranması gerekir. Yaşanabilir şehrin hangi vasıflara sahip olması beklenir? Birçok vasıf sayılabilir ama insan odaklı deyip işin içinden çıkabiliriz. İnsan odaklı, yani tarihi ve kültürü ile uyumu, doğaya saygılı, sosyalleşmeye engel olmayan ve güvenliğimizi sağlayan. Bu saydığımız vasıflar çocukluk dönemimizde daha bir önem kazanır.

Aslında çocuk şehrin her mekânından bize bakan bir varlıktır ve hatta ‘insan’ın bizatihi bozulmamış saf halidir. Bu sebeple çocuk ruhunu anlamayan ve onu hesaba katmayan ne bir şehir düşünülebilir ne de mekân. Çocukluk elbette şehrin planlamasında bir park, bir oyun alanı bir yuva olarak kendini gösterir. Ancak yukarıda söylediğimiz insan odaklı ve güvenli olmak gibi unsurlar asla ihmal edilmemelidir. Özellikle sosyalleşme belki de bir veraset yoluyla hayatımızda bulduğumuz şehir tarafımızdır. İnsanın çocukluktaki safiyetini devam ettirebilmek için şehirle olan irtibatının sahih bir zemine oturması gerekir.

Tarih ve kültürle barışık şehir dediğimizde şöyle bir çevremize bakmamız yeterlidir. Çevremizde tarihten izler görebiliyor muyuz? Var olanları da zaten betonlara gömülmüş vaziyette. Ne insani yaşam alanları görebiliyoruz; ne de… Türkiye’de imar işlerinin bir mimari tasavvuru yok maalesef. Toplama kampları gibi beton binaların içinde çocukları yığmak ne bir medeniyet tasavvuru ile ne bir insanlık tasavvuru ile izah edilebilir. Bu tür yapıların çocuk ruhu üzerinde ne tür etkiler yaptığı yeterince araştırılmış mıdır? İnsan hem toplumun, hem de tarihin bir parçası; bu ilişkiye biz medeniyet diyoruz. İnsanı medeniyet vasatından koparmak çok ciddi ruhsal tahribatlara kapı açabilir.

Şair ne güzel dile getirmiş:

İndirin balkonlardan çocukları
Hayatı kılmayın yasak
Yoksa kentin kafesinde çocuklar
Ebediyen ağlayacak
(Murat Can İncel)

Mahremiyeti düşünmeden yapılan bina tasarımları artık çocuklara özgü olan oynama, bağırıp çağırma eyleminin evlerde yasaklanır olduğu gerçeğiyle bizi karşı karşıya bırakmıştır. Kendi meskeninde konuşmasını sınırladığınız, özgürlüğüne müdahale ettiğiniz çocuğun ruh dünyasını tahrip etmişsiniz demektir. Sokak olarak çocukların kendisini daha özgür hissettiği mekanlara gelince park sorununu çözemeyen belediyeler yüzünden zaten ortada sokak kalmadı. Sokaklar arabaların park alanına dönüştü.

Çocukların oyun oynayacağı alanların talan edildiği bir şehirde suni parklar çocukların ruh dünyasına hitap etmiyor. Meskenlerimizin yetişkinler için anlamıyla çocuklar için taşıdığı anlam arasında, oldukça büyük fark var. Konut, yetişkin için, kendini güvenlikte ve egemen hissettiği mekân… Oysa çocuklar nedense hep sokakta olmak istiyorlar. Buradan hareketle sokaklar şehrin çocukluk evresinde denk gelir diye söyleyebiliriz. Sokağın eve göre sınırlarının daha açık oluşu, iletişime imkân vermesi çocuklar için özgürlüğün yaşanabildiği bir mekân. Hâlbuki bu gün yaşam alanlarımız maalesef zorunlu kısıtlamaların çokça var olduğu, üstelik bir sürü kurallar dayatan, yasaklar listesinin epey kabarık olduğu mekânlar halini almış.

Oyun oynamanın yasak olduğu bir mekânda çocuklara yer yok demektir. İnsanın mutluluğu bulunduğu atmosferin uyumuyla ilgilidir. Bulunduğu çevrenin insan ruhuna etkisi vardır. Çocukların payına düşen, artık teknolojik araçlarla dış dünyaya açılmak. Sokağa alternatif olarak çocuklara sunabildiğimiz mekânlar yok. Çocuğunun elini bırakmaktan korkan ebeveynlerin haklılık payı var. Ancak çocukta ki özgürlük düşüncesi yara alıyor. Bunun sebebi de kentleşmenin getirdiği aksak tasarım. Ağaçsız, yeşilsiz, çiçeksiz, bahçesiz, göksüz, havasız şehirlerde hapis hayatı yaşayan çocuklar… Bu şehirler, tabiattan uzaklaşmalarının bedelini, hiç şüphesiz, içlerinde yaşayanlara ödetecek, en çokta çocuklara.

Çocuk oyun alanlarının suni yapısı çocukların toprakla ve doğayla buluşmasını engelliyor. Çocuğun ayağı toprağa çimene dokunmuyor. Doğası katledilmiş kentlerde yaşamayı nasıl bu kadar doğal bulabiliyoruz şaşıyorum doğrusu. Eskiden sokaklar oyun alanlarıydı, günümüzde sokak çeşitli sebeplerle çocuklar için güvenli bir alan değildir. Bu yüzden kadim şehirlerde insanın ruhsal bütünlüğüne, insanca yaşamasına imkân veren bir mimari yapı geliştirmiştir. Çıkmaz sokaklar çocukların güvenliğinin sağlandığı mekânlar olarak varlığını sürdürmüştür.

*-*

En önemli soru “ne yapmalıyız?” şeklinde karşımıza çıkıyor. Konumuz çocuksa ve biz de çocuğun karşısına baş edemeyeceği bir canavar olarak şehri yerleştirmişsek o zaman işin kolay olmadığını peşinen kabul etmek durumundayız. Bir çocuk kendi ruh dünyasına ait argümanları şehrin hangi kodlarında arayıp bulabilir? Belki de sorulacak en önemli soru budur ve bu soruya verilecek cevap bu meselen halline ışık tutabilir.

Öncelikle insanların kendilerine dayatılan kentsel yaşamdan kurtulabilmelerini sağlayacak bir algı dönüşümüne ihtiyaç bulunmaktadır. Çocukların ihtiyaç duyduğu şey sadece bu kadar mı? Doğal bir ortamda büyüyerek toplumun parçası haline gelebilmeleri için uygun mekâna sahip olma hakkı… Kendi dünyalarında deneyimlerinin geçerli kabul edilmesi ve kendi hayatlarını yaşamaları, başkalarınınkini değil…

Hafıza ve hatırlama daha çok çocukluk dönemlerine ait hatıraları diri tutar. Aslında çocuklar hatırlanacak şeylerin nispeten çok az olduğu bir çağda yaşıyor. Sürekli değiştirilen evler, uzaklaşılan mahalleler ve terk edilen şehirler hafızanın da silikleşmesine sebep oluyor. İnsanoğlunun geçmişten geleceğe kurduğu köprünün önemi; ziyadesiyle hatırlama üzerine kuruludur. Zihin geleceği kurmak adına referans aldığı en değerli malzemeleri hatıralarla besler. Geleceği önemseyen zihnimiz o kurgu üzerine geri dönüşler yaparak geçmişi yeniden oluşturmaya çalışır.




Kaynak: Ulu Kanal



YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
FOTO GALERİ
YUKARI