Bugun...
İSLÂM SİYASET DÜŞÜNCESİ ÜZERİNE YAZILAR – 5.Pendnâme


Yüksel Kanar
 
 

facebook-paylas
Tarih: 15-05-2017 15:33

“Sebüktegin’in Pendnâmesi (Tanıtma, farsça metin ve türkçeye tercümesi)”, Erdoğan Merçil, İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, s. 203–232,cilt: VI, cüz: 1-2, 1975.

 

Sebüktegin 986/987 ve 996 yıllarında Sistan seferine hazırlıkta bulunduğuna göre, Pendnâmesini, bu tarihlerden birisinde imlâ etmiş veya yazılmasını Ebu’l-Feth’e sipariş etmiş olabilir; çünkü bu tarihlerin her ikisinde de Ebu’l-Feth artık çoktan beri onun dîvân-ı resâil başkanı bulunmakta idi. Şebânkâre’î’nin, Pendnâme’nin yazılışını, Mahmud’un Bilgetegin’in kızı ile evlendiğini bildirdikten sonra hikâye etmesi de bu düşünceyi destekler mâhiyettedir. Eserin yazılış tarihini kanımızca daha sıhhatli bir şekilde tesbit etmek de mümkündür. Eş-Şebânkâre’î’nin ifadesi bunun Mahmud’un gençlik yıllarına düştüğünü belirttiğine ve Mahmud da 9/10 Muharrem 361 (1/2 Kasım 971) de doğmuş olduğuna göre yukarıda bildirilen tarihlerden 987, yani onun ancak 16 yaşında bulunduğu tarihPendnâme’nin yazılışı için pek âlâ uygun görülebilir.

 

Pendnâme’nin metni

Sebüktegin Emîr Mahmûd için, vezîri olan Ebu’l-Feth Bustî’nin hattı ile bir nasihat-nâme yazdı. Emîr Mahmûd o pendnâme’yi bir duâ gibi ezberledi. Hergün okurdu ve böylece saltanata ulaştı. Yazılmış olan o pendnîme’den bir kısmı budur: Bu pend-nâmenin esası kendi [Sebüktegin’in] ahvalinin nasıl olduğu ve yaptığı işlerin nasıl başladığıdır.

Emîr Sebüktegin (Rahmetullahi aleyh)’in Pend-nâmesi: Emîr Sebüktegin oğlu Mahmûd’a şöyle der: Ey oğul bil ki, sana söyleyeceğim bu sözlerden maksadım, kendi ahvalimi sana bildirmektir tâ ki, çocukluk devrinden istiklâl ile bir ülke hâkimi olduğum bugüne kadar Allah benim başıma ne haller getirdi ve ne şekilde köleliğe düştüm ve ne şekilde padişahlığa ulaştım öğrenesin. İyi dinle ve bil ki, ben Türkistan’da Barshanlılar denilen bir kabiledendim. Bu isim o kabileye şu sebebden verildi: Gûya Fars meliklerinden biri Türkistan’da yerleşmiş ve Türkistan hükümdarı olmuştu. Ona Bârs-Hân derlerdi ve bu kullanıla kullanıla Bârshân oldu. Babamın ismi Cûk idi ve o kabilede bahadır olan herkese Kara Beckem derlerdi. Babam gâyet güçlü ve kuvvetli idi. Öyle ki, filin kemiğini eli ile kırardı ve o kabile gençlerinin hepsi ona boyun eğerlerdi, sert yayı çekmek, güreşmek, suvarilik ve bu gibi şeyler dolayısıyla şöhrete sahibdi.

 Türk kabileleri arasında bir kabilenin diğer bir kabileye yağma yapması âdetti. Babam yalnız gider, yabancı kabileleri vurur ve yağmalardı. Birçok çocuğu vardı, üçüncü çocuğu bendim. Misafiri severdi; evine hergün misafir gelirdi. Bir gün bir grup misafir geldi; bunların arasında yaşlı bir kâhin bulunuyordu. Ben diğer çocuklar ile çadırın bir köşesinde oturmuştum. İhtiyar beni görünce, yanına çağırdı, elimin ayasına baktı ve ey oğul senin başından pek çok acaib şeyler geçecek; sana büyük bir devlet görünüyor; neslin hep padişah olacak dedi. Bu sözler ruhuma tesir etti ve onları kalbimde sakladım, buna ulaşmaya gayret ettim. Bugün karşılaştığım herşey bana o ihtiyarın sözünü hatırlatır.

Allah’ın hükmü öyle idi ki, o hafta Tuhsiler denilen Türkler’den bir topluluk babamın çadırına akın yaptılar ve yağmaladılar. Malın hepsini, çocukları ve kadınları götürdüler. Babam o gün ava gitmiş idi, Tuhsiler beni de esir olarak götürdüler. O gün 12 yaşında idim. Babam geri döndüğü zaman hiçbir şey yapamazdı. Çünkü o mevkiden Tuhsiler’in yerine kadar uzun bir mesafe vardı ve onlar iki-üç günlük yol almışlardı. Babam yalnızdı; peşlerine düşmek güç geldi, bu sebebden onların arkasından gitmedi.

Babamın halinin bundan sonra neye vardığını öğrenemedim. Ancak beni diğer çocuklar ile Tuhsiler kabilesinin ahırına getirdiler, ve bir müddet bana çobanlık ettirdiler. O dağlarda ve sahralarda koyun otlatıyordum. Kabilenin hepsi putperestti, sahraya insana benzer bir taş konmuşdu; ona secde ederlerdi. Burası onların ziyaretgâhı idi ve her vakit putun dibinde kurban keserlerdi ve orada toplanırlardı. Hergün benim yolum o putun yanından geçerdi. Putu gördüğüm zaman her nekadar çocuk idiysem de aklımdan bu insanların bir hiç oldukları geçmekteydi. Çünki, her gün bir taş önünde secde ediyorlardı.

Bir gün oradan geçiyordum, kurbanlardan düşmüş olan bağırsak ve pisliklerden aldım, hepsini o puta sıvadım ve çamur ve gübre ile bulaştırdım. Gönlümden, eğer bu taşın kuvveti varsa bana bir kötülük ulaşır, eğer hiç kuvveti yoksa bu topluluk hepsi yolunu şaşırmışdır dedim. Bana o taştan hiç kötülük ulaşmadı. Bunun üzerine ertesi gün o mel’unlar geldiler ve şaşırdılar, bizim tanrımıza böyle şeyler yapmaya kim cüret etti, dediler. Ben orada durmuşdum ve hiçbir şey söylemiyordum. Sonra her gün böyle yaptım ve Allah’a îmanım gittikçe arttı. Böylece onların arasında dört yıl kaldım.

Sonra beni diğer birkaç gulâm ile Mâverâünnehr şehirlerine götürdüler ve sattılar. Semerkand’ın Çaç (Şaş) şehrinden olup, adı Nasr-ı Çâçî olan iyi itikâdlı Müslüman bir tüccar beni diğer on gulâm ile satın aldı ve bizi Nahşeb şehrinden Buhara’ya götürmeye niyet etti. Ben Nahşeb’de hasta oldum. Öyle güç bir hastalık ki, Nasr benden ümit kesti ve beni ihtiyar bir kadına teslim etti. Ona para verdi ve “eğer ölürse cenazeyi teçhiz et” dedi. Nasr gitti ve ben üç yıl hasta kaldım. Nasr her yıl beni satmaya gelirdi fakat aynı şekilde hasta olduğum için bırakıp giderdi. O ihtiyar kadın iyi bir kadındı ve bana karşı merhametli idi; hekimin tavsiye ettiğinden başka hiçbir şey yememe müsaade etmiyordu. Ben çok zayıf idim ve her ne kadar bana ekmek ve et verin dedimse de vermediler. Bir gün o kadın evden yok oldu. Bir miktar altına sahibtim. O kadının iyi huylu genç bir oğlu vardı, benimle dost olmuş ve bana kardeşlik elini uzatmıştı. Ona benim için bir parça et ve yoğurt getir dedim; gitti, et ve yoğurt getirdi, tencereye koyup pişirdi ve ben de yedim. O gün daha iyi oldum.  Sonra bir haftaya yakın o genç et getirdi, ben yedim. Nihayet kuvvetlendim ve durumu kadına söyledim; o da bana aynı yemekten verdi. Bir aya yakın zamanda eski durumuma geri döndüm ve tamamen iyi oldum. Benim hevesim silahşörlük ve binicilikte idi. Bana kardeşlik eden şahsın sanatı da silahşörlüktü ve evin kapısı önünde bir meydan vardı. Her gün büyük kişilerin oğulları gelmekte ve ondan silahşörlük öğrenmekteydiler. Ben de o kadar kuvvet kazanmıştım ki, yay çekebiliyordum. O bana da ders veriyordu. Nihayet iyi bir silahşör oldum. O benden bir şey esirgemedi. Nasr o yıl tekrar geldi, beni alarak Buhara’ya götürdü ve diğer dokuz gulâm ile Emîr Alp Tegin’e sattı.  Emir Alp Tegin beni beğendi ve dokuz gulâmın başına geçirdi. Her gün efendimin şefkatını gönlümde daha fazla hissediyordum ve ona hizmet ediyordum. Alp Tegin en güç en tehlikeli işi bana emr ederdi. Her nereye gittimse muzaffer geri döndüm. Nihayet bugün görüyorsun ki, Allah beni emirliğe ulaştırdı ve kullarımın başına hâkim kıldı.

Şimdi sana nasihat ediyorum, bil ve haberdar ol ey oğul, eğer Allah seni de bir gün böyle benim gibi emîrliğe ulaştırırsa bil ki, Allah’ın kulları üzerine hüküm etmek küçük bir iş değildir ve padişahlık tehlikeli bir iştir ve can tehlikesi de hazırdır. Bunun için Allah’dan korkman gerekir, sen Allah’dan korktuğun zaman kullar ve elinin altındaki ahali de senden korkarlar. Dindar olmalısın, çünkü dindar olmayan padişah ve emîre hürmet edilmez ve haşmeti olmaz (vr. 228a).

Bil ki, hükm etmek en çok hazinenin dolu olmasıyla mümkündür. Eğer mal yoksa kimse senin itaatinde olmaz ve dindar akıllı kimseler seninle müttefik olmadıkça mal da toplanmaz. Halkı söz ve malla yaptıklarınla kendine müşfik kılmak iyi bir çaredir. Bu meziyetlerden hepsi büyük himmete muhtaçtır, çünki, eğer büyük himmet olmazsa bu meziyetler meydana gelmez. İnsanın içindeki himmet, yüksekliğe meyleden ateş ve rüzgâr gibidir. Oyun ve eğlence ve lezzet ve şehvet inişe meyleden toprağın mizâcında da bulunur.

İmdi senin en mühim işin iyi yoldan mal toplamaktır. Ben sana halkın malını al veya müsâdere et demiyorum. Zulm ve hastalıkla bir malı alır ve hazinene koyarsan dünya ve âhiret düşmanı sen olursun.  Halkın vermesi gereken ve hükümdârın hakkı olan malı verdiklerinde alma da demiyorum. Dîvân’ın hakkı olduğunu bildiğin malı gönül hoşluğu ile almalısın ve hazineye koymalısın.

Siyâsete taalluk eden hiçbir işde ihmâl gösterme ve adalet ve şeriat yolundan çıkma. Kılıç gerekli olduğu yerde kırbaca iş buyurma, kırbacın gerektiği yerde kılıç vurma. Memleketin idaresinde gâfil olma; bazıları olur ki, senelerce âmillik yaparlar. Bir kimse onlardan şikâyet edince, yıllarca zulmle halkdan aldıkları parayı onların idaresi altında olan ve işin içine seni karıştıranlar o malı alırlar. İki-üç yıl âmillik yapmış olanların durumunu sor ve hesabını al. Onun üzerindeki, halkdan haksız olarak aldığı sabit olan her şeyi al ve hak sahibine geri ver. Bu malı hiçbir surette hazineye koyma. Âmili ilk günahında azletme ve tekrar işin başına gönder. Çünkü, insanların çoğu bu şekilde muamele ile yumuşak ve uyanık olurlar. Bundan sonra dilleri ve kalemleri doğrulur. İşleri bir kere daha karıştıranları azl et ve bunlara asla işi buyurma. Çünki hiçbir vakit onlardan doğruluk gelmez. Ordu ve askerin durumundan, silahlarından ve maaşlar ve iâşelerinden haberdâr ol. Ordu listesi (Ceride-i Arz) “Kull huvAllahu” gibi mutlaka senin ezberinde olmalı, kendi ordunun insanlarının hepsini tanımalı ve ismini bilmelisin. Her asker durumu, soy ve şekil ile senin yanında olmalı. Her kavim huy ve yaratılışını öğrenmelisin. Yiğit kimselere iyi davran ve okşa ki, sana karşı müşfik olsunlar.  Böyle davranırsan bir işin düştüğü vakit eğer sabah emredersen ordunun hepsi bütün silah ve teçhizatı ile kuşluk vakti ata binmiş olur. Beceriksiz ve kahramanca hareketler için cesaretten yoksun olan insanları huzurunda tutma ve filan filanın oğludur deme ve babası hatırı için Allah’ın malını (halkının parasını) israf etme. Müstahak olanın hakkını ver. Söz gelişi bir kimsenin bir iktâı varsa ve hayırsız bir evlad bırakarak ölür veya kendisi zenginse, Sultan’ın iktâına muhtaç değildir. Bu iktâya ihtiyacı olanlar varken sen o iktâı babasının şahsiyeti uğruna hayırsız evlada verirsen Tanrı’nın malını israf etmiş olursun. Malı, senin ülkenin menfaati için iş görene bağışla.

Yolları emin tut, zîra bu çok önemli bir iştir ve çölde tüccarlardan çalınan her malın senin hazinenden götürülmüş olduğunu bil. Hırsızı öldürüp malı hak sahibine iade edinceye kadar uyuma. Aksi halde Allah’ın sana kıyâmet günü bundan dolayı hesab soracağını bilesin. Kendi Dîvân-ı Mezâlim’ine otur ve bu işde ihtiyatlı bulun. Çünki, zulum yapmış olan çok kimse vardır ve senin huzurunda öyle görünürler ki, ondan daha mazlumu yoktur. Elbette yanıp yakılmaları derinliğine incele ki, bir yanlışlık olmasın, kıyâmette suçlu olursun. Muâmelâttan, pazar, narhlar ve alışverişden haberdâr ol ve pazarda doğru adam ününü kazanmış güvenilir adamları tayin et.

Bugün elinin altındakiler ne yaparlarsa hemen senin önüne gelir; onun sorgusunu yapasın. Sen dahi kıyâmette her hâl ü kârda Tanrı önünde duracaksın ve o senden hesap soracak. Eğer gece yarısı senin memleketinde bir canlı aç uyursa Tanrı senin cezanı verir. Büyük günah işleme, eğer sen günahkâr olursan halkı ahlaksızlık ve günahkârlığı için cezalandıramazsın.

Hiçbir zaman zulmu uygun görme. Eğer bir kimse bir makam elde etmek için bir meblağ getirir ve bunun hazine menfaatine olduğunu söylerse buna asla cevaz verme, çünkü bu mal onun evinden çıkmış değildir. Eğer kendisinin olsaydı bu işi yapmazdı. Sonra bil ki, bunu halktan alacaktır, halk fakir olduğu zaman vilâyet harab olur ve kötü isim senin üstünde, servet ise gâsıbın elinde kalır.

Cömert ve merhametli olmalısın ve senin affın öfkenden fazla olmalı ki, insanlar sana rağbet etsinler

İki günahkârı aslâ affetmemelisin. Biri, senin hükümdarlığında gözü olan ve seni hükümdarlıktan bıktırmaya kasd eden kimseler, senin oğlun dahi olsa böylelerinin kökünü kurut. Diğeri halkın malına el uzatanlardır. Onları öldür ve malı tekrar sahibine ulaştır. Geri kalan günahkârları günahlarına göre cezalandır.

Afv her şeyin üstündedir ve Allah’ın sıfatlarından bir sıfattır. Eğer bir suçluyu afv edersen Allah da sana bir iyilik bahşeder.

Elbette cömertlik ve civanmerdliği alışkanlık edinmelisin. Hasis bir hükümdar her hünerde üstad olsa, yine de hiçbir işe yaramaz. Cimri asla şöhret kazanamaz. İnsanlar şöhret ve ünü cömertlikle elde ederler. Aynı zamanda israfı uygun görüp de bütün hazineyi boş yere savurma. Bahşişi hakkıyla ve vaktiyle ver ve hak kazanmış olana ulaştır. Bağış ve bahşişi lâyık olmayanlara verme. Çünki cevâhiri domuzun boynuna gerdanlık takmış olursun.

Geveze ve gereksiz söz söyliyenleri huzurunda tutma; sakın onların sözlerine iltifât etme. Zîra padişâhın sırları daha çok şakacı ve geveze insanlar ile dışarıya sızar ve düşmanlar ülkenin sırlarına vâkıf olurlar ve bundan çok kötülükler meydana gelir.

Bir işi lâyık olmayan bir kimseye buyurmamalısın. Çünkü insanların kabiliyetleri çeşitlidir. Şöyle ki, vezirlik kabiliyeti olan bir kimseye ferraşlık buyurursan ona zulm yapmış olursu ve eğer ferrâşa da vezirlik verirsen yine zulm etmiş olursun. Herkesin kabiliyetini ölç, kişileri uygun olduğu işe tayin et ve işi de hüner ve istihkaka göre buyur. Söz gelişi birisi vezir oğlu olsa fakat onda vezir aklı olmasa, filanın oğlu vezirdir diye onu da tayin etme, bir eşekçi oğlunda vezir aklı dahi olsa vezirlik verme. Bak, soylu kişi hünerli olduğu zaman ona daha öncelik tanı. Çünkü onlarda hem soy ve hem de hüner olur. Eğer birisi hünerli ama asîl değilse onu yetiştir ki, derece derece asîl olsun. Ancak hüneri kadar iş buyur. İdarecilerin yetiştirilmesini sağlam yap.

Kendi dostunu ve düşmanını tanımalısın, insan tabiatına vâkıf olmak için tam bir kıyâset (uyanıklık) ve mükemmel bilgi ister. Bu husus deneme ile elde edilebilir, böylece onlara cezâ ve mükâfat verdiğin zaman herkesin karakterini anlayabilirsin.

Padişahın en büyük düşmanının kendini beğenmişlik ve istibdat olduğunu bil. Her işde dostluğu denenmiş sadık insanların tavsiyesini al ve o hususda kendi aklınla karar ver. Seninle aynı derecedeki düşmanlarına lütufkâr olmalı ve onlarla hoş geçinmelisin. Fakat onlar senden üstünse o işde kılıca başvurmaktan başka çare yoktur. Harbler ve savaşlarda uzun düşünmek gereğindesin, çünkü savaş ticaret gibidir; ya muvaffak olunur yahut da olunmaz. Bu bakımdan önce meseleyi dikkatlice düşünmeli ve eğer dostça anlaşma mümkünse, kâfirler ile savaşın dışında, harbe meyl etmemelisin.

Devleti sana intikal etmiş kimseleri itaat altında bulundur. Onlar felâket sebebinin sen olmadığını bilseler bile kıskançlıktan uzak durmazlar. Onlarla hazır ve uyanık olmalısın, daima onları meyus tutmalısın ve kendi sırrını bunlardan saklamalısın. Bil ki, vakit gelir dost düşman olur, ancak düşman asla dost olmaz. Kendi akraba ve kardeşlerinden dahi gafil olma, çünkü müfsid insanlar her vakit onları senin hükümdarlığını elde etmek için kışkırtırlar. Yakınlarını ve akrabanı sevmelisin ve küçüklere şefkatli davranmalı, büyüklere hürmetle muamele etmelisin. Ancak senin hükümdarlığına tama eden bir kimseye sevgi göstermemelisin ve onu meyus ve mağdur tutmalısın. Nezaret ve hapishane onlara kifayet ettiği müddetçe kılıç kullanmamalısın. Eğer hapis etmenin bir fayda sağlamadığını anlarsan o vakit mazur olursun.

Memleketin her tarafına casuslar ve haberciler tayin etmelisin, ta ki, gece ve gündüz durumdan seni haberdar etsinler. Zira padişahların başına gelen her bozukluk gaflet ve ihmalden gelir.

Ülkenin gelir ve giderine vâkıf olmalısın. Kâtipler ve vezirlerin durumundan gâfil olma. Çünkü zaman gelir, kâtipler hain olurlar ve âmil ile işbirliği ederler ve mal çalarlar, vakit vakit onları kontrol etmelisin.

Benim sana söylediğim bu sözlerin hepsini ezberlemeli ve kalbine nakş etmelisin ve bundan yüz çevirmemelisin, ta ki Allah seni iki cihanda talihli kılsın, inşallahuteala. Bu benim sana nasihat ve vasiyetimdir ve ben bu mesuliyeti kendi üzerimden attım. Allah bilir ve hükmeder.



Bu yazı 29943 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR
Henüz anket oluşturulmamış.
YUKARI